YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2015/1265
KARAR NO : 2017/1005
KARAR TARİHİ : 24.05.2017
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
Taraflar arasındaki “işçilik alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 13. İş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 26.09.2012 gün ve 2010/332 E., 2012/745 K. sayılı kararın temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 15.11.2013 gün ve 2012/27995 E., 2013/24715 K. sayılı kararı ile;
(…Davacı İsteminin Özeti:
Davacı, kamyon şoförü olarak çalıştığını, iş sözleşmesinin haksız şekilde işverence feshedildiğini ileri sürerek, kıdem ve ihbar tazminatları ile, izin, hafta ve genel tatil alacaklarını istemiştir.
Davalı Cevabının Özeti:
Davalı, davacının iş talimatlarına uymadığını, devamsızlık yapmayı alışkanlık haline getirmesi sebebi ile haklı nedenle iş sözleşmesinin feshedildiğini savunarak, davanın reddini istemiştir.
Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davalının iş sözleşmesini fesihte haksız olduğu gerekçesiyle kıdem, ihbar tazminatının kabulüne hak kazandığı halde ödenmeyen izin ve genel tatil alacağının kabulüne, çalıştığını ispatlayamadığı için hafta tatilinin reddine karar verilmiştir.
Temyiz:
Kararı davalı temyiz etmiştir.
Gerekçe:
1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2- Taraflar arasında, izin alacağı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır.
Davacı 12.04.1996- 25.02.2010 tarihleri arasında kamyon şoförü olarak çalıştığını, yıllık izinlerinin kullandırılmadığını ileri sürmüştür. Davalı taraf davacının herhangi bir hak ve alacağı bulunmadığını savunmuştur. Mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporu doğrultusunda tüm hizmet süresi üzerinden 236 gün karşılığı 10439,07 TL izin alacağının bulunduğu, davalı tarafından kullandırıldığı veya ödendiği ispatlanamadığı gerekçesi ile kabulüne karar verilmiştir.
Yıllık izin kullanımına dair 1999-2006 yılları arası imzalı izin defterinin davalı vekilince temyiz dilekçesiyle birlikte sunulduğu görülmektedir.
Bir hakkın mevcut olmadığına, sona erdiğine dair belgelerin yargılamanın her aşamasında dikkate alınması gereklidir. Bu nedenle sözkonusu izin defteri davacı taraf isticvap edilerek gösterildikten sonra mahkemece değerlendirilmesi zorunlu olup kararın bu yönden bozulması gerekmiştir…)
gerekçesiyle karar bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, işçilik alacaklarının tahsili istemine ilişkindir.
Yerel mahkemece yıllık izin ücreti açısından ispat külfetinin işverende olduğu, izinlerin kullandırıldığını ancak yazılı delille ispat edilebileceği, bunun dışında işverenin davada ispat yolu olarak kullanabileceği tek delilin yemin delili olduğu ancak eldeki davada bu delille dayanılmadığı, taraflarca hazırlama ilkesinin geçerli olduğu davalarda mahkemenin tarafların göstermediği delillere ve ibraz etmedikleri belgelere dayalı olarak karar veremeyeceği, mahkemece yapılan tebligat üzerine davalı tarafın verdiği savunma dilekçesinde yıllık izin ücreti isteği ile ilgili izinlerin kullandırıldığı savunmasını yaptığı ve delil olarak işyeri kayıtlarını gösterdiği, düzenli olarak tutmak zorunda olduğu işyeri dosyasını ve savunmasını dayandırdığı belgeleri de dosyaya sunduğunu, bunların arasında sonradan sunulan izin belgelerinin bulunmadığını, işverenlere ellerindeki belgeleri sunmaları için süre tanıdıktan sonra karar verilmeden önce yeniden ödeme belgesi bile olsa delil sunma imkanının tanınması iş hukukuna hakim olan işçi yararına yorum ilkesine, usul kurallarına ve adil yargılanma hakkına aykırı olduğu, süresi içerisinde belgeleri sunmayan tarafın artık mevcut duruma göre verilecek karara uymak zorunda olduğu, aksi takdirde yargılama yapılıp tanıklar dinlendikten, bilirkişi raporu alındıktan sonra yeniden belge sunmanın davayı en baştaki aşamasına getirerek hakkın gecikmesine olanak sağlayacak bir davranış olarak değerlendirilmesi ve bu işlemlere izin verilmemesi gerektiği, karar verildikten sonra bu tip belgelerin sunulmasının ise daha vahim sonuçlar doğuracağı, bu belgelere itibar edilerek daha önce verilen kararın bozulması halinde aynı şekilde hakkın gecikmesine sebebiyet verileceği ve yargıya olan güvenin de sarsılacağı, karşı oyda yazılı olan sebeplere katılmak gerektiği belirtilerek ve önceki gerekçeler de eklenmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Davalı vekilinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairece yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Direnme kararını davalı vekili temyiz etmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, mahkemece yapılan yargılama sırasında sunulmayan ancak mahkemenin kısmen kabul kararı üzerine davalı şirket vekili tarafından sunulan temyiz dilekçesine ek olarak verilen dilekçe ekinde ibraz edilen yıllık izin belgelerinin dikkate alınmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
İşin esasının incelenmesine geçilmeden önce, fiziki dosyada ve UYAP sisteminde 21.05.2014 tarihli iki kısa karar bulunduğu, ilk kısa kararda “eski kararda direnilmesine” şeklinde karar verildiği, dava konusu talepler ve sair hususlar yönünden hüküm kurulmadığı, bu kararın UYAP sisteminde hakim tarafından 22.05.2014 tarihinde elektronik imza ile imzalandığı, aynı tarihli UYAP Uygulamaları Düzeltme Talep Formu ile “21.05.2014 tarihli duruşma zaptında yazılması gereken hüküm UYAP tarafından kaydedilmemiş olduğundan eksik kaldığından zaptın silinmesi gerektiği” yönünde talepte bulunulduğu, bunun üzerine elektronik imzalı duruşma zaptının silindiği, fiziki olarak düzenlenen ve gerekçeli kararın hüküm fıkrasına uygun olan duruşma zaptının ise taranmak suretiyle UYAP sistemine aktarıldığı ve fiziki dosyaya konulduğu, yapılan bu işlemin ve direnme kararının usulüne uygun olup olmadığı hususu ön sorun olarak tartışılmıştır.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, tarafların tüm delilleri toplanıp, tetkik edildikten, son sözleri dinlenip duruşmanın bittiği bildirildikten sonra hakimin, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 298.maddesi uyarınca kararlarını gerekçesi ile birlikte (tam olarak) yazması ve hüküm sonucunu HMK’nın 297/2. maddesinde öngörülen biçimde tefhim etmesi asıldır. Mahkemece yargılama sonunda verilen bu kısa karar, bir davayı sona erdiren temyizi mümkün olan (nihai) son kararlardandır. Bu kararla mahkeme davadan elini çeker ve davayı sona erdirmiş olur.
Bu aşamadan sonra yapılması zorunlu iş, gerekçeli kararı kısa karar doğrultusunda ve yasal gerekçeleriyle birlikte mahkemenin yazmasından ibarettir. Artık bu karardan dönme (rücu) olanaklı olmadığı gibi, kararın asli unsurlarından olan gerekçenin de hüküm fıkrasına uygun biçimde yer alması gerekir (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 1991/7 E. ve 1992/4 K. sayılı ve 10.4.1992 günlü kararı).
Esasen ilamın tefhim edilen karara uygun yazılması ve gerekçe taşıması kamu düzeni ile doğrudan ilgili temel kurallardan olup, bu kurala kanun koyucu HMK’nın 294 ve 298. maddeleriyle varlık kazandırmıştır.
Gerçekten de anılan maddeler kamu düzeni amacıyla konulmuş, emredici hükümlerdendir. Bu maddeler uyarınca kararların alenen tefhim edilmesi gerekir. Yine Anayasamızın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması” başlıklı 141. maddesinin 3. fıkrasında; “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.” hükmüne yer verilmiştir.
Mahkeme kararlarında nelerin yazılacağı HMK’nın 297. maddesinde belirtilmiştir. Buna göre, hüküm sonucu kısmında gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin isteklerin her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların mümkünse sıra numarası altında birer birer açık şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekir.
Ne var ki, uygulamada HMK’nın 294. maddesinin getirdiği imkândan faydalanarak bazı zorunlu nedenlerle sadece hükmün sonucu tutanağı geçirilip tefhim edilmekte, gerekçeli karar daha sonra yazılmaktadır.
İşte bu gibi hallerde, tarafların hak ve yükümlülüklerini açıkça gösteren tefhim ile aleniyet ve hukuki varlık kazanan kısa karara daha sonra yazılan gerekçeli kararın uygun olması zorunludur. Esasen kısa kararı yazıp, tefhim etmekle davadan elini çekmiş olan hâkimin artık bu kararını değiştirmesine yasal olanak yoktur. Öte yandan, kısa kararla gerekçeli kararın çelişkili olması, yargılamanın aleniyeti, kararların alenen tefhim edilmesine ilişkin Anayasanın 141. maddesi ile HMK’nun yukarıda değinilen buyurucu nitelikteki maddelerine de aykırı bir durum oluşturur. Ayrıca anılan husus kamu düzeni ile ilgili olup, gözetilmesi yasa ile hâkime yükletilmiş bir ödevdir. Aksine düşünce ve uygulama yargı, yargıç ve kararlarının her türlü düşünceden uzak, saygın ve güvenilir olması ilkesi ile de bağdaşmaz.
Diğer taraftan; 6100 sayılı HMK’nın 305. maddesinde; hükümlerin tavzihi, hükmün müphem olması veya birbirine aykırı (çelişik) fıkralar ihtiva etmesi halinde, hükmün gerçek anlamının meydana çıkarılması için başvurulan bir yol olduğu belirtilmiş olup, hükmü değiştirecek nitelikte tavzih kararı verilmesi mümkün değildir.
Bu açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında, fiziki dosyada ve UYAP sisteminde silinmiş evrak olarak kayıtlı 21.05.2014 tarihli kısa kararda aynen;
“…G.D; İş yoğunluğu sebebiyle gerekçesi daha sonra açıklanmak üzere
Eski kararda DİRENİLMESİNE,
Dair, taraf vekillerinin yüzlerine karşı yapılan açık yargılama sonucunda kararın tebliğinden itibaren 8 günlük süre içerisinde mahkememize verilecek dilekçe ile Yargıtay yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı…” şeklinde karar oluşturulmuş ve 22.05.2014 tarihinde hakim tarafından elektronik imza ile imzalanmış iken;
22.05.2014 tarihinde hakim tarafından UYAP Uygulamaları Düzeltme Talep Formu ile “21.05.2014 tarihli duruşma zaptında yazılması gereken hüküm UYAP tarafından kaydedilmemiş olduğundan eksik kaldığından zaptın düzeltilmesi için silinmesi gerektiği” yönünde talepte bulunulduğu, bunun üzerine kararın sistemden silindiği, dosya içerisinde bulunan ve UYAP sisteminde taranmış evrak olarak kayıtlı fakat ıslak imza veya elektronik imzalı olmayan 21.05.2014 tarihli kısa kararın ise aynen;
“..G.D; İş yoğunluğu sebebiyle gerekçesi daha sonra açıklanmak üzere
Mahkememizin 26/09/2012 tarihli önceki kararında DİRENİLMESİNE
Davanın KISMEN KABUL KISMEN REDDİ İLE
1-472,86 TL bürüt bayram genel tabiinin temerrüt tarihi olan 08/03/2010 tarihinden itibaren bankalarca mevduata uygulanan en yüksek banka mevduat faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine, davacının bu konudaki fazla talebinin REDDİNE,
2-14.016 34TL bürüt kıdem tazminatının akdin feshi tarihi olan 25/02/2010 tarihinden itibaren bankalarca mevduata uygulanan en yüksek banka mevduat faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine,
3-1.411,07TL bürüt ihbar tazminatının 08/03/2010 tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine,
4-10.439,07TL bürüt yıllık izin alacağının 08/03/2010 tarihinden itibaren bankalarca mevduata uygulanan en yüksek banka mevduat faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine,
5-Davacının hafta tatiline yönelik isteğinin REDDİNE,
6-Yasal kesintilerin infazda gözetilmesine,
Dair taraf vekillerinin yüzlerine karşı yapılan açık yargılama sonucunda kararın tebliğinden itibaren 8 günlük süre içerisinde mahkememize verilecek dilekçe ile Yargıtay yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı…” şeklinde oluşturulduğu görülmüştür.
Bu noktada elektronik imzalı belge ile ilgili mevzuat hükümlerine değinmekte yarar bulunmaktadır.
6100 sayılı HMK’nın “Elektronik işlemler” başlıklı 445. maddesinin 5. fıkrasında mahkemelerde görülmekte olan dava, çekişmesiz yargı, geçici hukuki koruma ve diğer tüm işlemlerde UYAP’ın kullanılmasına dair usul ve esasların yönetmelikle düzenleneceği belirtilmiş, maddi olay tarihinde yürürlükte bulunan Hukuk Muhakemeleri Kanunu Yönetmeliğinin 5/7. fıkrasında “Teknik nedenlerle fizikî olarak düzenlenen belge veya kararlar, engelin ortadan kalkmasından sonra derhal elektronik ortama aktarılır, yetkili kişilerce güvenli elektronik imza ile imzalanarak UYAP’a kaydedilir ve gerektiğinde UYAP vasıtasıyla ilgili birimlere iletilir. Bu şekilde elektronik ortama aktarılarak ilgili birimlere iletilen belge ve kararların asılları mahallinde saklanır, ayrıca fizikî olarak gönderilmez. Ancak, belge veya kararın aslının incelenmesinin zorunlu olduğu hâller saklıdır. Elektronik ortama aktarılması imkânsız olan belgeler ise fiziki ortamda saklanır ve gerektiğinde fizikî olarak gönderilir.” düzenlemesine, “Hükmün korunması” başlıklı 56. maddesinde ise “Elektronik ortamda hazırlanan hüküm, hükme katılan hâkimler ve zabıt kâtibi tarafından güvenli elektronik imza ile imzalanarak UYAP veri tabanında saklanır. Ayrıca hükmün çıktısı hükme katılan hâkimler ve zabıt kâtibi tarafından imzalanıp mahkeme mührüyle mühürlenerek karar kartonunda muhafaza edilir.” düzenlemesine yer verilmiştir.
5070 sayılı Elektronik İmza Kanununun 5. maddesi de “Güvenli elektronik imza, elle atılan imza ile aynı hukukî sonucu doğurur.” şeklindedir.
Yapılan açıklamalar karşısında, elektronik imzalı ilk kısa kararın UYAP sisteminde silinerek elektronik imzalı veya ıslak imzalı olmayan ikinci kısa kararın gerekçeli karara esas alınması usule aykırıdır. Şu durumda gerekçeli karara esas alınması gereken kısa karar “Eski kararda direnilmesine” şeklinde oluşturulan ve dava konusu alacaklar ve sair hususlar hakkında hüküm kurulmayan karardır.
HMK’nun 294. maddesinin 3. fıkrasında “Hükmün tefhimi herhalde hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçirilerek okunması suretiyle olur” hükmüne yer verilmiştir.
Ayrıca bozma kararı ile ilk hüküm hayatiyetini yitirdiğinden ona atıf suretiyle hüküm tesisinin yukarıda açıklanan kurallara uygun düşmeyeceği de aşikardır.
Nitekim Yargıtay’ın yerleşmiş görüşü de bu yöndedir (Hukuk Genel Kurulu’nun 19.06.1991 gün 323-391 sayılı; 10.09.1991 gün 281-415 sayılı; 25.09.1991 gün 355-440 sayılı; 05.12.2007 gün 981-936 sayılı; 23.01.2008 gün 29-4 sayılı; 05.10.2011 gün 607-604 kararları).
Somut olaya gelince; kısa kararda mahkemece usule uygun karar oluşturulmamış sadece “eski kararda direnilmesine” denilerek önceki karara atıf yapılmakla yetinilmiştir.
Bu durumda, yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde usulün öngördüğü anlamda oluşturulmuş bir hüküm bulunmadığı gibi direnme kararlarını denetleyen Hukuk Genel Kurulu tarafından incelenebilecek nitelikte teknik anlamda bir direnme hükmü de bulunmadığı her türlü duraksamadan uzaktır.
Mahkemece yapılacak iş, dosya kapsamı dikkate alınarak taraflara yüklenen borç ve tanınan hakkın sıra numarası altında belirtildiği açık, infazda şüphe ve tereddüt uyandırmayacak biçimde usulün aradığı niteliklere haiz usule uygun karar oluşturulmasıdır.
Hal böyle olunca mahkemece yukarıda ayrıntılarıyla açıklanan biçimde usulün öngördüğü niteliklere haiz bulunmayan kısa karar usule uygun karar değildir.
Direnme kararı sair temyiz itirazları incelenmeksizin bu nedenle usulden bozulmalıdır.
S O N U Ç: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı usulden BOZULMASINA, sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 24.05.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi