Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2014/641 E. 2015/39 K. 14.01.2015 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2014/641
KARAR NO : 2015/39
KARAR TARİHİ : 14.01.2015

Taraflar arasındaki “sigortalılık süresinin tespiti” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ordu İş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 02.10.2012 gün ve 2012/262 E.-2012/534 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 21.Hukuk Dairesinin 18.12.2012 gün ve 2012/23264 E.-2012/23664 K. sayılı ilamı ile;
(…1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici nedenlere göre davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki diğer temyiz itirazlarının reddine,
2-Dava, davacının 20/09/1998 tarihinden itibaren 2926 sayılı Yasaya göre Tarım Bağ-Kur sigortalısı olduğunun tespiti istemine ilişkindir.
Mahkemece, Dairemizin 07/05/2012 günlü bozma ilamına uyulmasına karar verilerek yapılan yargılamada, davacının 01/10/1998-10/04/2011 tarihleri arasında Tarım Bağ-Kur sigortalısı olduğunun tespitine karar verilmiştir.
Bozma ilamına uyulduğu halde, bozma gerekleri tam olarak yerine getirilmemiştir. 9.5.1960 gün ve 21/9 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca bozma kararına uyan Mahkeme artık bozma kararı gereğince işlem yapmak ve hüküm vermek zorundadır.
Gerçekten mahkemece uyulmasına karar verilen bozma kararında da belirtildiği üzere; Kurumun prim alacaklarını Bakanlar Kurulu kararı ile ürün bedellerinden tevkifat suretiyle tahsil etmesi halinde, Bağ-Kur’un prim ödenmesine rağmen, sigortalıyı re’sen kayıt ve tescil etmemesi, yasanın kendisine yüklediği re’sen tescil yükümlülüğüne aykırılık teşkil ettiğinden, prim tevkifatının yapıldığı tarihi izleyen aybaşından itibaren sigortalı olarak kabulü gerektiği yönündedir.
İlk prim kesintisini izleyen yıllarda prim kesintisi veya ürün tesliminin gerçekleştiğinin belirlendiği durumlarda, bu yıllar için de tespit kararı verilmesi gerekmektedir.
Tarım Bağ-Kur sigortalılığının temel koşulu 2926 sayılı Yasanın 2/1 ve 3/b maddelerinde belirtildiği gibi, tarımsal faaliyette bulunmaktır. Prim tevkifatına dayalı tespit davasında, salt ziraat odası ve kooperatif kaydı gibi belgelerin bulunması, davanın kabulü için yeterli değildir. Tarımsal faaliyetin sürdüğünün, faaliyete ilişkin olarak hangi tarımsal ürünlerin üretildiği, nereye satıldığı veya teslim edildiği gibi hususlar da somutlaştırılarak belirlenmelidir. Prim tevkifatı ve ürün tesliminin, bir-iki yıla kadar olan süre dışında süreklilik arzettiği hallerde de, tarımsal faaliyetin sürekli olduğu kabul edilebilir.
Prim kesintisinin bulunmadığı yıllarda, tarımsal faaliyetin saptanması bakımından, ürünlerin ne şekilde değerlendirdiğini ortaya koymak, davacının tarımsal faaliyete elverişli taşınmazlarının bulunup bulunmadığını araştırmak, tarımsal faaliyetin taşınmazların kiralanması suretiyle yürütüldüğü iddia ediliyor ise, bu konuda taşınmazların kimden, hangi yıllar için kiralandığı, hangi tarımsal ürünlerin üretimi için faaliyette bulunulduğu, kiralayan kişinin Tarım Bağ-Kur sigortalılığının bulunup bulunmadığı, kiracının kiralama yoluyla tarımsal faaliyetini yürütmeye elverişli tarımsal alet edevatının bulunup bulunmadığı gibi ayrıntılı araştırma yapmak, gerektiğinde tarımsal faaliyetin yapıldığı iddia edilen dönemdeki muhtar ve azaların bilgilerine başvurmak, özetle, tarım faaliyetinin devam edip etmediğini hiçbir kuşku ve duraksamaya yer vermeyecek şekilde ortaya koymak ve sonucuna göre hüküm kurmak gerekmektedir.
Somut olayda, davacının 11/04/2011 tarihinden itibaren 2926 sayılı Yasaya göre Tarım Bağ-Kur sigortalısı olarak tescil kaydının bulunduğu, teslim ettiği ürün bedellerinden 1998 yılı 9. ayda ve bunu takip eden 1999 ve 2000 yıllarında prim kesintisi yapıldığı , bu tarihlerden sonra davacının tarımsal faaliyetinin devam ettiğine dair ürün teslimi ya da prim kesintisi bulunmadığı anlaşılmakla, 01/01/2001-10/04/2011 tarihleri arasındaki dönemde mahkemece davacının tarımsal faaliyetinin devam ettiği yukarıda belirtilen hususlara uygun şekilde araştırılıp, tarımsal üretimi maddi delillerle ortaya konulmadan salt tanık beyanları esas alınarak bu dönemin kabulüne karar verilmesi isabetsiz olmuştur.
O halde, davalı Kurumun bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN : Davalı vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu’na tabi zorunlu sigortalılık süresinin tespiti istemine ilişkindir.
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle, 1994 yılından itibaren çiftçilikle geçinen ve teslim ettiği ürün bedellerinden prim tevkifatı yapılan davacının Kurumca kabul edilen süreler dışında da 2926 sayılı Kanun’a tabi tarım Bağ-Kur sigortalısı olduğunun tespitini talep etmiştir.
Davalı Sosyal Sigortalar Kurumu (SGK) vekili cevap dilekçesinde özetle, 4956 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik öncesinde aile reisi olmayan kadınların tarım Bağ-Kur sigortalısı olarak kabul edilmelerinin mümkün olmadığını ve davacının 2926 sayılı Kanun’un 5 ve 8.maddelerinin aradığı sigortalılık şartlarını taşımadığını belirterek, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davanın kabulü ile davacının Kurumca kabul edilen süreler dışında tarım Bağ-Kur sigortalısı olduğunun tespitine dair verilen karar, davalı vekilinin temyizi üzerine Özel Daire tarafından yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuş, mahkemece, dosya içerisinde mevcut delillerin davacının bozmaya konu dönem içerisinde kesintisiz olarak tarımsal faaliyette bulunduğunu kanıtlamaya yeterli olduğu gerekçesiyle, direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu’nda işin esasının görüşülmesinden önce; davalı vekili tarafından direnme kararının temyizi talep edildikten sonra davacı tarafından önce davadan feragat, sonrasında ise feragatten vazgeçme beyanı içeren dilekçesi verilmesi hususu ön sorun olarak değerlendirilmiştir.
Ön sorunun çözümü için öncelikle feragate ilişkin açıklama yapılmalıdır.
Davaya son veren taraf işlemlerinden biri olan feragat, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 307. ve devamı maddelerinde düzenlenmiş olup, anılan yasa hükmüne göre feragat; davacının, talep sonucundan kısmen veya tamamen vazgeçmesidir.
Bilindiği gibi, feragat yalnız mevcut davadan değil, o dava ile istenen haktan da vazgeçme anlamına gelmektedir. Davadan feragat neticesinde feragate konu teşkil eden hak tamamen düşer ve artık bir daha dava konusu yapılamaz.
Hiçbir kimse kendi lehine olan bir davayı açmaya zorlanamayacağı gibi, davacı da açmış olduğu bir davayı sonuna kadar takip etmeye zorlanamaz. Usul hukukumuzda kural olarak hüküm kesinleşinceye kadar her davadan feragat edilebilir (HMK. m.310).
Bir usul hukuku kavramı olarak davadan feragatin açık, kesin ve koşulsuz olması, yasa gereğidir. 6100 sayılı HMK’nın 309.maddesi aynen;
“(1) Feragat ve kabul, dilekçeyle veya yargılama sırasında sözlü olarak yapılır.
(2) Feragat ve kabulün hüküm ifade etmesi, karşı tarafın ve mahkemenin muvafakatine bağlı değildir.
(3) Kısmen feragat veya kabulde, feragat edilen veya kabul edilen kısmın, dilekçede yahut tutanakta açıkça gösterilmesi gerekir.
(4) Feragat ve kabul, kayıtsız ve şartsız olmalıdır” şeklindedir.
Davadan feragatin, kesin hükmün sonuçlarını doğurucu nitelikte olması nedeniyle bütün bu özellikleri içermesi zorunludur.
Aynı yasanın 311.maddesi hükmü uyarınca feragat ve kabul; kesin hüküm gibi hukuki sonuç doğurur ve irade bozukluğu hâllerinde, feragat ve kabulün iptali istenebilir.
Feragatin davayı sona erdiren kesin bir usul işlemi olması nedeniyle feragatten dönülmesi olanaksız ise de, davacı taraf feragatin hata, hile veya ikrah nedeniyle geçersiz olduğunu aynı davada ileri sürebilir (Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, Altıncı Baskı, Cilt V, s.3646 vd)
Bu gibi durumlarda yapılması gereken, feragatin geçersizliği iddiasının hadise olarak aynı mahkemede görülüp, sonuçlandırılmasıdır. Feragatin iptali davasının başka bir mahkemede açıldığı durumda ise, asıl davayla birleştirilerek görülmesi gerekmektedir.
Hükmün kesinleşmesinden önceki herhangi bir aşamada davadan feragat edilebilir. Temyiz edilen ve fakat henüz Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca görüşülmeyen bir direnme kararı, usul hukuku çerçevesinde kesinleşmiş olmadığından, bu aşamada davadan feragat mümkündür.
Böyle bir durumda, direnme kararı Hukuk Genel Kurulu’nca temyizen incelenemez.
11.04.1940 gün ve 1939/15 Esas, 1940/70 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca, hükümden sonra ortaya çıkan ve temyiz incelenmesine usulen engel oluşturan bu durumun yerel mahkemece değerlendirilip karara bağlanması gerekmektedir.
Nitekim aynı ilkeler Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 05.10.2012 gün ve 2012/17-429 E. 2012/679 K. ile 29.04.2009 gün ve 2009/13-76 E., 2009/120 K. sayılı ilamlarında da benimsenmiştir.
Somut olayda, davacı asil, 11.12.2014 havale tarihli ilk dilekçesiyle davadan feragat ettiğini, 23.12.2014 havale tarihli dilekçesiyle de bu kez feragatten vazgeçtiğini bildirmiştir.
Bu durumda, mahkemece; ortaya çıkan yeni durum değerlendirilerek bir karar verilmesi gerektiğinden, direnme kararının bu değişik gerekçeyle bozulması gerekmiştir.
S O N U Ç : Davalı vekilinin temyiz isteminin kabulü ile mahkeme kararının yukarıda açıklanan değişik nedenlerle 6217 sayılı Kanun’un 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre davalı vekilinin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, 14.01.2015 gününde oybirliği ile karar verildi.