YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2013/77
KARAR NO : 2013/1007
KARAR TARİHİ : 03.07.2013
MAHKEMESİ : Demirci Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 06/06/2012
NUMARASI : 2012/100-2012/171
Taraflar arasındaki “Tapu İptali ve Tescil“ davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Demirci Asliye Hukuk Mahkemesi’nce davanın kabulüne dair verilen 07.02.2011 gün, 2008/131 E.- 2011/29 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 11.10.2011 gün, 2011/5178 E. – 10155 K. sayılı ilamı ile;
“…Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescili, olmazsa tenkis isteğine ilişkin olup, Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; tarafların miras bırakanı Hasan’ın çekişme konusu 17 ve 18 parsel sayılı taşınmazlarını 13.02.2001 tarihli ölünceye kadar bakma aktiyle davalıya temlik ettiği; davacıların, miras bırakanın yapmış olduğu bu temlikin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek, eldeki davayı açtıkları anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere; ölünceye kadar bakıp gözetme sözleşmesi, taraflarına karşılıklı hak ve borçlar yükleyen bir bağıttır. (B.K.m.5ll).Başka bir anlatımla ivazlı sözleşme türlerindendir. Bu sözleşme ile bakım alacaklısı, sözleşme konusu malın mülkiyetini bakım borçlusuna geçirme; bakım borçlusu da bakım alacaklısına yasanın öngördüğü anlamda ölünceye kadar bakıp gözetme yükümlülüğü altına girer.(B.K.m.5l4).Hemen belirtmek gerekir ki, bakıp gözetme koşulu ile yapılan temliki işlemin geçerliliği için sözleşmenin düzenlendiği tarihte bakım alacaklısının özel bakım gereksinimi içerisinde bulunması zorunlu değildir. Bu gereksinmenin sözleşmeden sonra doğması ya da alacaklının ölümüne kadar çok kısa bir süre sürmüş bulunması da sözleşmenin geçerliliğine etkili olamaz.
Kural olarak bu tür sözleşmeye dayalı bir temlikinde muvazaa ile illetli olduğunun ileri sürülmesi her zaman mümkündür. En sade anlatımla muvazaa, irade ile beyan arasında kasten yaratılan aykırılık olarak tanımlanabilir. Böyle bir iddia karşısında, asıl olan tarafların akitteki gerçek ve müşterek amaçlarının saptanmasıdır.(B.K.m.l8). Şayet bakım alacaklısının temliki işlemde bakıp gözetilme koşulunun değil de, bir başka amacı gerçekleştirme iradesini taşıdığı belirlenirse (örneğin mirasçılarından mal kaçırma düşüncesinde ise), bu takdirde akdin ivazlı (bedel karşılığı) olduğundan söz edilemez; akitte bağış amacının üstün tutulduğu sonucuna varılır. Bu halde de Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun l.4.l974 gün ve l/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararı olayda, uygulama yeri bulur.
Miras bırakanın, ölünceye kadar bakıp gözetme karşılığı yaptığı temlikin muvazaa ile illetli olup olmadığının belirlenebilmesi içinde, sözleşme tarihinde murisin yaşı, fiziki ve genel sağlık durumu, aile koşulları ve ilişkileri, elinde bulunan mal varlığının miktarı, temlik edilen malın, tüm mamelekine oranı, bunun makul karşılanabilecek bir sınırda kalıp kalmadığı gibi bilgi ve olguların gözönünde tutulması gerekir.
Somut olaya gelince; özellikle her iki tarafın tanıklarının, davalının uzun süre miras bırakana baktığını, miras bırakanın, ölümünden önceki son iki yıl içinde de felçli ve yatalak olduğunu, bu süreçte de sosyal, fiziki, içtimai, mali tüm gereksinimlerinin ve bakımının davalı tarafından karşılandığını bildirdikleri gibi; miras bırakanın, çekişmeli taşınmazlar dışında 3 parça taşınmazda pay sahibi, diğer bir parça taşınmazın ise tam maliki olduğu kayden sabittir.
Mahkemece yapılan araştırma neticesinde, miras bırakanın öldüğü tarihte adına kayıtlı taşınmazların değerinin 306.169,48TL, temlike konu taşınmazların ise, davalı tarafından yapıldığı belirtilen üzerlerindeki yapı hariç değerleri toplamının 150.000,00TL olduğu saptanmıştır. Bu değerler karşılaştırıldığında ve özellikle tanık ifadeleri de gözetildiğin de, miras bırakan tarafından, çekişme konusu 17 ve 18 parsel sayılı taşınmazların ölünceye kadar bakma aktiyle davalıya temlikinin, muvazaalı olduğunu, mirasçıdan mal kaçırma amacıyla gerçekleştirildiğini söyleyebilme olanağı yoktur.
Bir başka ifadeyle, temliki işlemin ivaz karşılığı ve ivazında bakım borcu olduğu, bakım borcunun da davalı tarafından yerine getirildiği, bu durumda, davalıya yapılan temlikin, muvazaalı olmadığı, mirasçıdan mal kaçırma amacıyla yapılmadığı sabit olup, davanın reddine karar verilmesi gerekirken, delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek yazılı olduğu üzere davanın kabulüne karar verilmiş olması doğru değildir…”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava; muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescili, olmazsa tenkis istemine ilişkindir.
Davacılar vekili; miras bırakan Hasan Karakaya’nın sahibi olduğu 299 ada 17 ve 18 parsel sayılı taşınmazlarını 2001 yılında “ölünceye kadar bakma akdi” karşılığında oğlu Enver Karakaya’ya devrettiğini, yapılan akdin diğer mirasçılardan (kız çocuklarından) mal kaçırma amacıyla yapılmış muvazaalı bir işlem olduğunu ileri sürerek tapunun iptali ile mirasçılar adına tesciline, aksi durumda tenkise karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili; davaya konu edilen taşınmazları arsa halinde iken babası ile birlikte satın aldığını ve üzerine kendi imkânları ile bina yaptığını, ölünceye kadar bakım akdi gereği üzerine düşen yükümlülükleri tamamıyla yerine getirdiğini, haksız iddiada bulunan davacıların davasının reddine, aksi durumda taşınmazlar üzerine yapılan binaların inşaat gideri olarak 50.000,00 TL ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkemece; temlik edilen taşınmazların murisin tüm mamelekine oranının makul karşılanabilecek bir sınırda olmadığı, murisin dava konusu taşınmazları temlik amacının diğer mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne, davalının inşaat değerine yönelik istemi konusunda usulüne uygun olarak açılmış bir dava bulunmadığından bu yönde herhangi bir karar verilmesine yer olmadığına dair verdiği karar, Özel Daire’ce yukarıda açıklanan nedenlerle bozulmuştur.
Yerel Mahkeme, önceki gerekçeler tekrarlanmak suretiyle davanın reddine dair ilk hükümde direnilmiş, direnme hükmü, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dava konusu taşınmazların davalıya temlikinin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle, muvazaa kavramı üzerinde durulmasında yarar vardır.
İrade ve beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanan muvazaa, pozitif hukukumuzda Borçlar Kanunu’nun 18. maddesinde düzenlenmiştir. Borçlar Kanunu’nun 18. maddesinde “bir aktin şekil ve şartlarını tayinde, iki tarafın gerek sehven, gerek akitteki hakiki maksatlarını gizlemek için kullandıkları tabirlere ve isimlere bakılmayarak, onların hakiki ve müşterek maksatlarını aramak lazımdır” ifadeleri mevcut olup, daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada muvazaa kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır.(Benzer hükmede 6098 sayılı TBK’nun 19. maddesinde yer verilmiştir.)
Gerek öğretide, gerek uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa şeklinde iki gruba ayrılmaktadır. “Muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibarıyla nispi muvazaa türüdür. Muris muvazaasında miras bırakan, mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla gerçekte bağışladığı taşınmazını, görünüşteki sözleşmede satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi gibi göstererek temlik etmektedir (01.04.1974 gün,1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı).
Bu noktada; görünürdeki ölünceye kadar bakım sözleşmesi tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli sözleşme de şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar resmi sözleşmenin muvazaa nedeniyle geçersizliğinin tespitini ve tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtilmelidir ki; burada bakım borçlusuna yapılan temlikin gerçek yönünün, eş söyleyişle miras bırakanın irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılması önemlidir. Bunun için de, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul nedeninin bulunup bulunmadığı, bakım borçlusu ve diğer mirasçılarla ilişkileri, murisin yaşı, sağlık durumu, temlik edilen malın tüm mamelekine oranı gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Diğer taraftan; evladın elverdiğince ebeveynine bakıp yardım etmesi ahlaki bir görev ise de, görev sınırının aşıldığı, ana babanın normal bakım ötesinde ihtimama muhtaç olduğu durumlarda evladın hizmetin karşılığında bir şey istemesi hukuka uygun düşeceğinden, böyle bir durumda temlikin ivazlı olduğu kabul edilmelidir.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında bir kısım üyelerce; miras bırakanın malvarlığının büyük bir kısmını teşkil eden ve üzerinde iki katlı bina bulunan taşınmazlarını davalı oğluna temlik etmesinin hayatın olağan akışına uygun olmadığı, asıl iradesinin, birlikte yaşadığı oğlunu diğer mirasçılardan üstün tutmak amacıyla bağışlamak olduğu, dava konusu taşınmazların davalıya temlikinin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu kabul edilmek suretiyle davanın kabulüne karar verilmesinin usul ve yasaya uygun bulunduğu ileri sürülmüş ise de bu düşünce kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
Hukuk Genel Kurulu çoğunluğunca; somut olayda, yukarıda da değinildiği üzere Borçlar Kanunu’nun 511. ve takip eden maddelerinde öngörülen ölünceye kadar bakma akdi mevcuttur. Bu tür akitlerde, bakım alacaklısının mutlaka akit tarihinde bakıma muhtaç olması şart değildir. Diğer taraftan bakım borçlusunun temlik edenin oğlu olmasının, kendisine bakım koşuluyla temlik yapılmasına mani olmadığı gibi, aksine yasal bir düzenleme de bulunmamaktadır. Ayrıca, miras bırakanın ölümünden önceki son iki yılını felçli ve yatalak halde geçirdiği, davalı Enver’in gerek hastalık dönemi, gerekse sair zamanlarda bakım alacaklısının tüm ihtiyaç ve gereksinimlerini karşıladığı, miras bırakanın da sağlığında bakım koşulunun yerine getirilmediğine dair bir ihtaratı veya açtığı bir davanın bulunmadığı dosya kapsamıyla sabittir. Bu durumda murise davalı tarafından bakıldığının bir bakıma kabulü gerekir.
Diğer taraftan; kural olarak, tüm mal varlığının veya buna yakınının temlikinde muvazaadan söz edilebilir ise de, bakım alacaklısının kendisiyle ilgilenilmesi, ihtiyaçlarının kısmen ya da tamamen karşılanmasını teminen verilebileceği taşınmazları gözetildiğinde, davaya konu, üzerinde iki katlı bina bulunan ve birlikte kullanılan taşınmazlar dışındaki taşınmazların hisseli ve düşük değerli olması gözetildiğinde, davaya konu taşınmazları devretmesindeki amacının; bakılmak değil, muvazaa olduğu şeklindeki görüş, gerçekten tek taşınmazı olan veya taşınmazları arasında devre uygun bulunan taşınmazın diğer taşınmazlarından değerli olan kişilerin ölünceye kadar bakım akdi yapamayacakları sonucunu doğurur ki, bunun yasanın teminatı altındaki akit yapma serbestîsi ile bağdaşabileceği söylenemez. Kaldı ki, somut olayda murisin davacılardan mal kaçırmasını gerektiren bir olgunun ve sebebin varlığı da kanıtlanmış değildir.
Öte yandan ölünceye kadar bakım sözleşmeleri ivazlı akitlerden olup bu tür temliklerde tenkis hükümlerinin de uygulanamayacağı kuşkusuzdur.
Tüm bu olgular ve ilkeler doğrultusunda değerlendirme yapıldığında; temlikteki asıl amacın mirasçıdan mal kaçırmak değil; ölünceye kadar bakıp gözetme olduğu, muvazaa ile illetli bulunmadığı kabul etmek gerekir. Bu bakımdan davanın reddine karar verilmesi gerekirken, aksine düşüncelerle yazılı biçimde hüküm kurulması doğru görülmemiştir.
O halde, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olduğundan direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Hukuk Genel Kurulu tarafından da benimsenen Özel Dairenin bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı kanunun 440/I maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 03.07.2013 gününde yapılan görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY
Davacılar, M., N. ve F. vekili,19.8.2008 tarihli dava dilekçesinde özetle: “…davacılar ile davalının kardeş olduklarını, tarafların ortak miras bırakanı babaları H. K.’nın 04.07.2008 tarihinde öldüğünü, murisin 13.02.2001 tarihinde tapu memuru huzurunda Demirci İlçesi, Çamlıca mahallesi, Selendi caddesi, 299 ada, 17 ve 18 parsel sayılı iki adet arsa nitelikli üzerlerinde zeminde dükkan birinci katta ikamete elverişli bağımsız bölüm bulunan taşınmazını davalı oğluna ölünceye kadar bakım akti ile temlik ettiğini, murisin asıl amacının davacı kız çocuklarından mal kaçırmak amacıyla muvazaalı olarak bu işlemi gerçekleştirdiğini, esasen, murisin hissedar olduğu bir traktörünün de olduğunu, daha sonra bu traktörü satarak davalı oğluna yeni bir traktör alındığını, murisin dükkan, ev ve köydeki evi ile tarlalarını davalı oğlunun kullanmakta olduğunu, miras bırakanın bakıma ihtiyacının bulunmadığını vs..” açıklayarak öncelikle davalı adına olan tapu kayıtlarının miras payları oranında iptali ve adlarına tescilini bu mümkün olmadığında tenkise karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı 6.10.2008 tarihli cevap dilekçesinde özetle; “…davaya konu bir birine bitişik olan arsaların esasen babasının sağlığında kendisi tarafından satın alındığını, ne var ki, aile büyüğü olduğu için tapunun babası adına oluşturulduğunu, taşınmazlar üzerindeki binanın da kendisi tarafından yaptırıldığını, 13.2.2001 tarihinde babasının kendi yaşlılığını gerekçe göstererek dava konusu taşınmazların ölünceye kadar bakma karşılığında kendisine devrettiğini, bu devir işlemi yapılırken, murisin akıl sağlığının yerinde olduğunu, ancak ölümünden bir yıl önce felçli olduğunu, felçlilik sırasında murisin tüm ihtiyaçlarının kendisi tarafından karşılandığını bu nedenlerle açılan davanın reddine karar verilmesini talep etmiş, ayrıca aksi kanaat hasıl olduğu taktirde dava konusu taşınmazlar üzerine kendisi tarafından yapılan binaların inşaat gideri olan şimdilik 50.000 TL nin kendisine ödenmesini karar verilmesini..” istemiştir.
Mahkemece, yapılan yargılamalar, toplanan deliller ve tüm dosya kapsamı dikkate alındığında tarafların ortak miras bırakanı, H. K.nın tapu memuru huzurunda 13.2.2001 tarihinde akdettiği ölünceye kadar bakım sözleşmesiyle, davaya konu 299 ada 17 ve 18 parsel sayılı taşınmazlarını davalı oğluna temlik ettiği, dava konusu taşınmazlar ile murisin uhdesinde kalan köydeki diğer taşınmazların keşfen belirlenen değerleri göz önüne alındığında; davaya konu taşınmazların murisin tüm mamelikini oluşturduğu, dolayısıyla makul karşılanabilecek bir sınırda olmadığı, ayrıca, muris ile davalının devir tarihinden öncede birlikte yaşamaları, davalının tek erkek çocuk olması, toplumumuzdaki kız çocuklarına mal vermeme gibi bir eğilimin bulunması da göz önüne alındığında işlemin davacılardan mal kaçırmak amacına yönelik ve muvazaalı olduğu anlaşılmakla davanın kabulüne, dava konusu 299 ada 17 ve 18 parsel sayılı taşınmazların tapu kayıtlarının davacıların miras payları oranında iptali ile adlarına tesciline, arta kalan payın davalı üzerinde bırakılmasına karar verilmiştir.
Yerel mahkeme kararı davalı vekili tarafından dilekçesinde yazılı nedenlerle temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. HD.nin 11.10.2011 gün 2011/5178-10155 Esas ve karar sayılı bozma ilamında açıklandığı üzere “…öncelikle 818 sayılı Borçlar Kanunun 511,514 ve 18. maddesi uyarınca açıklamalar yapılmış ayrıca Yargıtay İnançları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 01.04.1974 gün ve ½ sayılı içtihadı uyarınca da açıklamalardan sonra miras bırakanın ölünceye kadar bakım, gözetim karşılığı yaptığı temlikin muvazaa ile illetli olup olmadığının belirlenebilmesi için; sözleşme tarihi ile murisin yaşı, fiziki ve genel sağlık durumu, aile koşulları ve ilişkileri, elinde bulunan malvarlığının miktarı, temlik edilen malın tüm mamelikine oranı bunun makul karşılanabilecek bir sınırda kalıp kalmadığı gibi olguların göz önünde tutulması gerektiği, somut olaya gelince, özellikle, her iki tarafın tanıklarının, davalının uzun süre miras bırakana baktığı, miras bırakanın ölümünden son iki yıl içinde felçli ve yatalak olduğu, bu süreçte sosyal, fiziki, içtimai, mali tüm gereksinimlerinin ve bakımının davacı ile davalı tarafından karşılandığı bildirildiği gibi miras bırakanın çekişmeli taşınmazları dışında üç parça taşınmazda pay sahibi, diğer taşınmazın ise tam mülkiyet üzere maliki olduğu kayden sabit olduğundan ve miras bırakanın ölüm tarihi itibariyle adına kayıtlı taşınmazların değerinin 306.169.48 TL temlike konu taşınmazların yapı hariç arsa değerlerinin 150.000 Tl olduğu saptanmakla bu değerlerde karşılaştırıldığında muris tarafından tapuda yapılan temlik işleminin muvazaalı olduğunu söyleyebilme olanağı bulunmadığından ve temliki işlemin ivaz karşılığı olduğu, ivazın bakım borcu olması ve davalının bakım borcunu yerine getirdiği anlaşılmakla davanın reddine karar verilmesi gerekirken, delillerin taktirinden yanlışa düşüldüğünden bahisle kabul kararı verilmesinin doğru olmadığı gerekçesiyle..” yerel mahkeme kararı bozulmuştur.
Davacılar vekilinin karar düzeltme isteği 1. HD.nin 15.3.2012 gün 2012/2092-2953 Esas ve karar sayılı kararında yazılı olduğu üzere “…miras bırakanın öldüğü tarihte adına kayıtlı taşınmazların değerinin 18.772.90 TL olduğu bozma kararının yedinci paragrafında bu miktarın 306.169.48 TL olarak yazılmasının maddi hataya dayalı olduğu, bu nedenle, Dairenin 11.10.2011 tarih 2011/5178-10155 Esas ve Karar sayılı bozma ilamının karar bölümünün yedinci paragrafındaki 306.169.48 TL ibaresinin karar yerinden çıkarılarak yerine 18.772.90 TL ibaresinin yazılmasına, hükmün bu şekilde düzeltilmesine HUMK.nun 440. maddesinde sayılan nedenlerden hiçbirine uymayan karar düzeltme isteğinin reddine…” karar verilmiştir.
Davacılar vekili bozmaya karşı direnme kararı verilmesini, davalı vekili bozmaya uyulmasını istemiştir.
Mahalli mahkemece 06.06.2012 gün 2012/100-171 Esas ve Karar sayılı direnme kararında özetle; “… 818 sayılı BK. nun 511, 514 ve 18. maddesi ile Yargıtay İnançları Birleştirme Büyük Genel kurulunun 01.04.1974 gün ve ½ sayılı kararından da söz edilerek netice olarak önceki kararda direnilmesine, davacıların miras payı oranında iptal ve tescile…” karar verilmiştir.
Hüküm, davalı vekili tarafından dilekçesinde yazılı nedenlerle temyiz edilmiştir.
Toplanan deliller tüm dosya kapsamından; veraset belgesi dosyadadır. Tarafların miras bırakanı(babaları) H. K. 1924 doğumludur. 04.07.2008 tarihinde ölmüştür. Ölümü ile davacı kızları ile davalı oğlunun mirasçı bırakmıştır. Başkaca mirasçı yoktur.
13.02.2001 tarihli resmi akit tablosu ve buna ilişkin tapu kaydı dosyadadır. Dava konusu 299 ada 17 parsel 212 m² ve arsa niteliklidir. Yine dava konusu 299 ada 18 parsel ise 44 m² alanlı ve arsa niteliklidir. Bu iki taşınmaz yan yana bulunmaktadır. Bir bütün halinde kullanılmaktadır. Resmi sözleşmeye göre, bakım alacaklısı ve tarafların ortak miras bırakanı H. K.: 299 ada 17 ve 18 parsel sayılı taşınmazlarını 13.02.2001 tarihinde aynı akitle bakım borçlusu (oğlu) davalıya temlik etmiştir.
Miras bırakanın ölüm tarihi itibariyle adına kayıtlı olan tapulu taşınmazlarla ilgili araştırma yapılmıştır. Buna göre, demirci ilçesi, Yiğitler köyünde 805 parsel sayılı taşınmaz ev niteliği ile 181 m² olarak tam mülkiyet üzere muris adına kayıtlıdır. Yine, Demirci ilçesi, Yiğitler köyünde 474 parsel tarla vasfıyla 14160 m² olup bunun 3/120 payı murise aittir. Bunun karşılığı 354 m² dir. Yiğitler köyündeki 660 parsel sayılı taşınmaz tarla niteliğindedir. 10100 m² dir. Bunun 3/20 payı murise aittir. Karşılığı 1515 m² dir. Yiğitler köyü 144 parsel ise tarla niteliğindedir. 424 m² dir. 3/20 payı murise aittir. Pay karşılığı 63.6 m² ye isabet etmektedir. Muris adına kayıtlı köydeki tüm taşınmazlardaki payların karşılığı toplam 1933 m2’dir.
Dava konusu 299 ada 17 ve 18 parsel sayılı taşınmazların temlik tarihi itibarıyla arsa değerleri toplamı 40.366 TL ‘dir. Üzerlerindeki yapı değeri ise 37.675 TL’dir. Arsa ve yapı değeri toplamı 78.041 TL’dir. Yine, dava konusu 17 ve 18 nolu parsellerin dava tarihi itibarıyla asa değerleri 150.00, TL dir. Yapı değerleri ise 140.000 TL dir toplam değerleri 290.00 TL ‘dir.
Buna karşılık murisin uhtesinde kalan ve ölüm tarihi itibarıyla davacılar ile davalının miras payları oranında paydaş olacakları taşınmazların temlik tarihindeki değerlerine gelince; 805 parselin 2001 tarihindeki değeri 4844 TL’dir. Dava tarihindeki değeri 18.00 TL’dir. 474 parseldeki murisin payına isabet eden kısmın dava tarihindeki değeri 142,00 TL’dir. 660 parseldeki murisin payına isabet eden kısmın dava tarihindeki değeri 606,00 TL’dir. 144 parseldeki murisin payına isabet eden kısmın dava tarihindeki değeri 25,00 TL’dir.
Davacı tanıkları dinlenmiştir. İ. K. ( davacı F.’nin oğlu , davalının yeğeni, murisin torunu) beyanında özetle; “.. miras bırakan dedem ölmeden 2 yıl önce felç geçirdi, felç geçirmeden önce davalı dayım ile birlikte oturuyordu, o zaman bakıma muhtaç değildi, felç geçirdikten sonra SSK yönünden annemin üzerinden bakılıyordu, annem işten ayrılınca teyzem N. üzerinden bakıldı, murisin evdeki bakımını annem ve teyzemler yaptı, dava konusu ev ve dükkanı dedemin dayıma bakmak karşılığı verdiğini duyduk, ne şekilde verdiğini bilmiyoruz, bu işlemin kız çocuklarından mal kaçırma amacına yönelik olduğunu biliyorum, köyümüzde mal kaçırmaya yönelik bir uygulama yoktur. Esasen, dayım iflas etmiş idi, dedemi ikna ederek tapuda bu işlemi yaptırmıştır. Dedemin felç olmadan önce özel bakıma ihtiyacı yoktu, felç olduktan sonra sırası ile annem, teyzemler ve davalı dayım evlerine götürerek baktılar… “ şeklinde beyanda bulunmuştur. Tanık C. K. ( davalı M.’in eşi , murisin damadı) beyanında özetle; muris ölmeden 2 yıl önce felç oldu, bu 2 yıllık dönem içinde dönüşümlü olarak kızları ve davalı oğlu 2 ‘ şer aylık dönemlerle baktılar, muris felç olmadan önce davalı ile kalırdı, sağlık durumu iyi idi, murisin herhangi bir maaşı yoktur, köydeki tarlalarının haricinde taşınmazı da yoktur. Bir traktörü vardı, sattı, parası ile oğluna traktör aldı, şeklinde açıklamada bulunmuştur. Tanık N. K., (tarafların amca çocuğudur) yanların murisinin ölmeden önce çiftçilik ile iştigal ettiğini, murisin taşınmazlarının bulunduğunu, hayvanlarının olduğunu, bu hayvanlarını satarak dava konusu arsaları satın aldığını, davalının muris ile yaşamaya başladığını açıklamıştır. Davalı tanıklarından S. Ç. ise tarafların akrabası olup murisin hiçbir yerden geliri olmadığını, davaya konu, ev ve arsanın davalı tarafından satın alındığını, esasen murisin traktörü ile çalışarak arsayı aldığını, dükkan ile evin yapıldığını söylemiştir. Tanık A. S., Z. D., S. A., H. İ. ve İ. E. benzer açıklamalarda bulunmuşlardır.
Açıklanan olgular tarafların ve mahkemenin bilgisi dahilindedir. Uyuşmazlık 13.02.2001 tarihinde, tarafların ortak miras bırakanının, şehir merkezindeki arsa nitelikli üzerinde 2 katlı bina bulunan taşınmazlarını davalı oğluna, tapuda, ölünceye kadar bakma akti ile temlik etmesi nedeniyle bu işlemin muvazaalı olup olmadığında toplanmaktadır.
Bilindiği üzere muvazaa en kısa anlatımla irade ile beyan arasında kasten yaratılan çelişkidir. Bu gibi bir işlemde murisin muvazaasının belirlenmesi diğer bir deyişle gerçek iradesinin anlaşılabilmesi için yukarıda açıklandığı üzere temlik tarihi itibarıyla murisin yaşının, fiziki ve genel sağlık durumunun, aile koşulları ve ilişkilerinin, elinde kalan mal varlığı miktarının, temlik edilen malın tüm muamelakine oranının ve bunun makul sayılabilecek sınırda kalıp kalmadığının mevcut deliller ile açıklığa kavuşturulması gerekir.
Somut olayda, miras bırakan 1924 doğumlu olup, tapuda temlik işleminin yapıldığı tarihe göre 77 yaşındadır. Ölüm tarihi itibarıyla 84 yaşında olmaktadır. Dosyada mevcut bilgilere göre murisin eşi kendisinden önce ölmüştür. Davacı kız çocukları, evlenerek eşlerinin bulunduğu yerlere gitmişlerdir. Murisin Bağkur, emekli Sandığı, SSK gibi sosyal güvenlik kuruluşlarından almış olduğu herhangi bir maaşı ve sosyal güvencesi bulunmamaktadır. Köyde yalnız kalan miras bırakan aynı evi paylaşan davalı oğlu ile yaşamak zorundadır. Öte yandan, gerek 1. Hukuk Dairesinin bakmakta ve karara bağlamış olduğu yüzlerce benzer dosyada ve Hukuk Genel Kurulundan geçen onlarca emsal dosyada ki bilgi ve belgelerden anlaşılacağı üzere ülkemizdeki yaygın anlayış tarzına göre ailenin devamı niteliğinde görülen ve soyadını taşıyacak olduğuna inanılan erkek çocuklarının kız çocuklarından genelde üstün tutulduğu, bu amaçla miras bırakanların kendi adlarına kayıtlı tapulu taşınmazlarını ve bunun gibi mallarını erkek çocuklarına veya onların eşine yada erkek çocuktan olma torunlarına temlik ettikleri bilinen bir vakadır. Murisinde bu duygu ve düşüncelerle hareket ettiği anlaşılmaktadır.
Öte yandan, temlike ve davaya konu taşınmazlar ilçe merkezinde caddeye cepheli kıymetli taşınmazlardır. Buna karşılık murisin adına kayıtlı köydeki taşınmazlardan birisi eski köy evi niteliğinde, diğerleri de tarla vasfında olup tarla nitelikli taşınmazlardaki murisin toplam hissesi 1933 m2 ‘dir. Dolayısıyla, bu miktardaki bir taşınmazın ekilip sürülmesinde elde edilecek gelir en çok o tarlayı eken kişinin yıllık ihtiyaçlarının bir kısmını karşılayabilecek nitelikte olabilir. Esasen bu konu ziraatçi bilirkişiden alınacak rapor ile tespit edilmesi gerekirdi. Böyle bir araştırma yapılmamıştır. Dolayısıyla davaya konu taşınmazların temlik tarihindeki ve d ava tarihindeki değerleri arasında aşırı oransızlık bulunmaktadır. Yine, dava konusu taşınmazların dava tarihindeki değerleri ile murisin uhtesinde kalan ve tereke malı haline gelen taşınmazların dava tarihindeki değerleri dikkate alındığında fahiş bir oransızlık bulunmaktadır. Davalı savunmasında murisin son 1 yıl felçli olduğunu açıklamıştır. Davacı tanıkları ise murisin son 2 yıl felçli olduğunu, sosyal güvencesi bulunmayan murisin sağlık hizmetlerinin davacı kızları SSK’lı olduğu için onların üzerinden kamu hastaneleri ve sağlık kuruluşlarında bakım ve tedavisinin yapıldığı tarafların kabulündedir. Kaldı ki, felçli olduğu dönemde ortak miras bırakana davacı kızları ile davalı oğlu 2’şer aylık süre ile dönüşümlü olarak kendi evlerinde bakmışlardır. Tüm bu maddi veriler dikkate alındığında Dairenin bozma kararında ölçüt olarak bildirilen ve yukarıda yazılan koşullar davacılar lehine gerçekleşmiştir. Bir başka anlatımla, somut olayda, muris muvazaası tüm koşullarıyla belirtilen şablona uygun olarak vücut bulmuştur. Esasen, davalının cevap dilekçesinde ki açıklamaları da tevilli olarak işlemin muvazaalı olduğunu ortaya koymaktadır. Şöyle ki, “ aksi kanıt hasıl olduğu takdirde binaların kendisi tarafından yaptırıldığından şimdilik 50.000,00 TL’nin kendisine ödenmesini istemiş “ ancak bu konuda bir karşı dava yada tespit davası açmamıştır. Kaldı ki, evladın atasına bakması ahlaki görevlerindendir. Bir başka anlatımla, murisin temlike konu hiçbir malı olmadığı takdirde davalı oğlunun veya davacı kızlarının miras bırakanlarını sokakta bırakması örf ve adete, ahlaki değerlere aykırı olur.
Hal böyle olunca, Yargıtay 1. hukuk dairesinin bozma kararı kendilerinin benzer yüzlerce içtihatlarına, bozma kararında belirtilen ve arandığı açıklanan ölçütlere ve özellikle dosyadaki takdiri ve yazılı delillere , bilirkişi raporlarına son derece de aykırıdır. Dolayısıyla Hukuk Gelen Kurulunun oy çokluğu ile bozma şeklinde tecelli eden kararı da dosyadaki verilere, yerleşmiş içtihatlara aykırı olduğu kanaatindeyiz. Belirttiğimiz sebeplerle Hukuk Genel Kurulunun çoğunluğu tarafından benimsenen bozma gerekçelerine açıkladığımız nedenlerle katılamıyoruz.
Netice olarak, mahalli mahkeme kararı somut olaya , yargısal inançlara, özellikle 01.04.1974 tarih, ½ sayılı İçtihadı Birleştirme Kararına ve dosyasına uygun olup onanması gerektiği kanaatindeyiz.