Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2013/2430 E. 2015/1500 K. 05.06.2015 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2013/2430
KARAR NO : 2015/1500
KARAR TARİHİ : 05.06.2015

Taraflar arasındaki “istirdat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Konya Tüketici Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 15.01.2013 gün ve E:2012/564, K:2013/16 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 13.Hukuk Dairesinin 14.05.2013 gün ve E:2013/8624, K:2013/12597 sayılı ilamı ile;
(…Davacı, davalı bankadan kredi kullandığını belirterek, kendisinden haksız olarak tahsil edilmiş olan toplam 3.051 TL’nin davalıdan tahsilini istemiştir.
Davalı, davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece, HMK.’nın 320.maddesi uyarınca taraflar duruşmaya davet edilmeden dosya üzerinden karar verilerek davanın kabulüne karar verilmiş; bu karar davalı tarafından temyiz edilmiştir.
Savunma hakkı Anayasanın 36.maddesinde güvence altına alındığı gibi, karar tarihinde yürürlükte bulunan HMK.nun 27.maddesi hükmüne göre de, davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahip olup, başka bir anlatımla, davalıya savunma hakkını kullanma olanağı verilmeden hüküm kurulamaz. HMK.’nın 320/1.maddesinde “mahkeme mümkün olan hallerde tarafları duruşmaya davet etmeden dosya üzerinden karar vereceği” belirtilmişse de bunun ancak ön inceleme aşamasında ve “mümkün olan hallerde” olduğu belirtilmek suretiyle yasanın uygulama alanı dar bir çerçeve ile belirlenmiştir. HMK’nın 27.maddesinde belirtildiği üzere davanın taraflarının, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakları mevcut olup, bu hak çerçevesinde tarafların açıklama ve ispat hakkını kullanabilmeleri gerekmektedir. Hukuki dinlenilme hakkının usul hukukundaki bir diğer yansıması ise, HMK madde 297/1-c bendinde yer almış olup buna göre, Mahkemelerin gerekçeli kararlarında, tarafların iddia ve savunmalarının özeti, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususlar, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan deliller, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi ile sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebeplerin belirtilmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Bu bağlamda, tarafların hukuki dinlenilme hakkı bağlamında ilk derece mahkemesince duruşma yapılması kural olup, mahkemece tarafların iddia ve savunmalarının toplanarak duruşma açılması ve tarafların açıklamaları dinlenildikten sonra sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken dosya üzerinde karar verilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirir.
2-Bozma nedenine göre, davalının sair temyiz itirazlarının incelenmesine bu aşamada gerek görülmemiştir…)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava; tüketici kredisi sözleşmesi kapsamında haksız olarak tahsil edilen masrafların iadesi istemine ilişkindir.
Mahkemece, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 320.maddesi uyarınca dosya üzerinden yapılan inceleme sonunda davanın kabulüne dair verilen karar, davalı banka vekilinin temyizi üzerine Özel Daire tarafından yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuş; yerel mahkemece, önceki kararda direnilmiştir.
Direnme hükmü davalı vekili tarafından temyiz edilmektedir.
Uyuşmazlık, tüketici mahkemesinde basit yargılama usulüne tabi eldeki davada 6100 sayılı HMK’nın 320.maddesi uyarınca; taraflar duruşmaya davet edilmeden, dosya üzerinden karar verilip verilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
Gerek mülga 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 23/2. maddesi, gerekse yürürlükte bulunan 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 73/4.maddesine göre, tüketici mahkemelerinde “basit yargılama usulü”nün (6100 sayılı HMK. m.316 vd.) uygulanacağı hüküm altına alınmıştır.
Hemen bu noktada uyuşmazlığın çözümü için basit yargılama usulünün özellikleri üzerinde durulmasında yarar vardır:
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu(HMK)’nda iki temel yargılama usulü düzenlenmiştir. Bunlar; yazılı (m.118-186) ve basit (m.316-322) yargılama usulleridir. Davanın açıldığı mahkemeye veya uyuşmazlığın niteliğine göre uygulanacak yargılama usulü farklılık göstermektedir. Örneğin, asliye hukuk mahkemelerinde kural olarak yazılı yargılama usulü uygulanırken, sulh hukuk mahkemelerinde basit yargılama usulü uygulanır.
6100 sayılı HMK’nın “Basit yargılama usulüne tabi dava ve işler” başlıklı 316. maddesinin (g) bendi düzenlemesi uyarınca; “Diğer kanunlarda yer alan ve yazılı yargılama usulü dışındaki yargılama usullerinin uygulanacağı belirtilen dava ve işler” basit yargılama usulüne tabidir.
6100 sayılı HMK’da yazılı yargılama usulü ayrıntılı olarak düzenlenmiş, basit yargılama usulü ise temel özellikleri ve farklı noktalarıyla belirtilmiş olup, hüküm bulunmayan hallerde yazılı yargılama usulüne ilişkin hükümlerin uygulanacağı ifade edilmiştir (m.322/1).
Basit yargılama usulü, daha çabuk sonuçlandırılması gereken, daha kısa bir incelemeye ihtiyaç duyan ve daha kolay bir inceleme ile sonuçlandırılabilecek dava ve işler için kabul edilmiş daha basit, daha seri bir yargılama usulüdür.
Basit yargılama usulünde, dava ve davaya cevap verilmesi yazılı yargılama usulünde olduğu gibi dilekçe ile olur (m.317/1). Ancak dava ve cevap dilekçeleri, yönetmelikte belirlenecek formun doldurulması suretiyle de verilebilir (m.317/4). Burada amaç, basit işlerde avukat tutamayanlara kolaylık ve böyle bir durumda dahi dava ve cevap dilekçelerinin bir düzen içinde mahkemeye verilmesini sağlamak, ayrıca hak kayıplarının önüne geçmektir.
Basit yargılama usulünde cevap süresi, dava dilekçesinin davalıya tebliğinden itibaren iki haftadır. Ancak, mahkeme duruma göre, bu sürede cevap dilekçesi verilmesi zor ise, bu süre içinde başvurulmak kaydıyla bir defaya mahsus olarak ve iki haftayı geçmeyecek ek bir süre verebilir (m.317/2).
6100 sayılı HMK’nın 317.maddesinin 3.fıkrası uyarınca, basit yargılama usulünde, dava ve cevap dilekçesi dışında cevaba cevap (replik) ve ikinci cevap (düplik) dilekçesi verilemez. Bu çerçevede, taraflar dilekçeleriyle birlikte, tüm delillerini açıkça ve hangi vakıanın delili olduğunu da belirterek bildirmek, ellerinde bulunan delillerini dilekçelerine eklemek ve başka yerlerden getirtilecek belge ve dosyalar için de, bunların bulunabilmesini sağlayacak bilgilere dilekçelerinde yer vermek zorundadırlar. Dilekçe sayısı, bu usulde görülecek işlerin basit olması ve kısa sürede karara bağlanmasını sağlamak amacıyla sınırlandırıldığından, birer defa dilekçe vermek durumunda olan tarafların daha dikkatli davranmaları gerekmektedir.
Basit yargılama usulünde iddia ve savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağı, yazılı yargılama usulünden farklı olarak dava açılmasıyla ve cevap dilekçesinin mahkemeye verilmesiyle başlar (m.319).
6100 sayılı HMK’nın basit yargılama usulünde “Ön inceleme ve tahkikat” başlıklı 320. maddesi uyarınca; “Mahkeme, mümkün olan hâllerde tarafları duruşmaya davet etmeden dosya üzerinden karar verir. Daha önce karar verilemeyen hâllerde mahkeme, ilk duruşmada dava şartları ve ilk itirazlarla hak düşürücü süre ve zamanaşımı hakkında tarafları dinler; daha sonra tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları tek tek tespit eder.”
Görüldüğü üzere, basit yargılama usulünde, yazılı yargılama usulünden farklı olarak ön inceleme ve tahkikat işlemleri de basitleştirilmiştir. Bu kapsamda eğer, dosya üzerinden karar verilmesi mümkünse (örneğin, geçici hukuki korumalarda), taraflar duruşmaya çağrılmadan sadece dilekçe ve delilleri dikkate alınarak karar verilebilir.
Buna göre; HMK’nun 320.maddesinin açık düzenlemesi karşısında mahkeme, basit yargılama usulüne tabi dava ve işlerde, dava şartları yoksa davayı usulden reddedebilir; ilk itirazlar hakkında ya da dilekçelere eklenen deliller yeterli görülürse davanın esası hakkında karar da verebilir. Dilekçeler aşamasının tamamlanmasından sonra, tarafların dilekçelerine ekledikleri ya da ilgili yerlerden getirtilmesini istedikleri delillerin toplanması ile mahkemece tarafların iddia ve savunmaları ile delilleri incelenmiş olacaktır. Bu nedenle ön inceleme duruşması yapılmadan dosya üzerinden, mevcut deliller ile dava şartları ve ilk itirazlardan başka, davanın esası hakkında da karar verilmesi mümkündür. Bu şekilde dosya üzerinden karar verildiğinde, taraflara dava ve cevap dilekçesinin tebliği ile bu dilekçelerinde bildirdikleri deliller toplanmış olacağından, hukuki dinlenilme hakkının ihlal edildiğinden de söz edilemeyecektir.
Yukarıda açıklandığı üzere, dosya üzerinden karar verilemiyorsa, bu durumda mahkeme ön inceleme yapar. Burada da, mahkeme dava şartları ve ilk itirazların varlığını inceleyerek, hak düşürücü süreler ve zamanaşımı süreleri hakkında tarafları dinler. Bundan sonra hakim, tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları tek tek tespit ederek, tarafları sulhe teşvik eder. Tarafların sulh olup olmadıkları; sulh olmamışlarsa anlaşamadıkları hususların nelerden ibaret olduğu tutanağa yazılır ve tutanak hazır bulunanlarca imzalanır. Tahkikat bu tutanağa göre yürütülür (m.320/2).
Yukarıda belirtilen ön incelemeden sonra mahkeme, tarafların dinlenmesi, delillerin incelenmesi ve tahkikatın yürütülmesi için en fazla iki duruşmada yargılamayı tamamlamak zorundadır ve duruşmaların arası da en fazla bir ay olmalıdır (m.320/3-c.1).
Basit yargılama usulünde tahkikat tamamlandıktan sonra, yazılı yargılama usulünde olduğu gibi sözlü yargılama için ayrı bir kesit öngörülmemiştir; bunun için ayrıca süre verilmez. Hakim tahkikatın tamamlandığı duruşmada, tarafların son beyanlarını alır ve yargılamanın sona erdiğini belirterek hükmünü tefhim eder (m. 321/1).
Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 26.03.2014 gün ve E:2013/10-777, K:2014/396; 26.06.2013 gün ve E:2013/18-18, K:2013/891; 30.04.2014 gün ve E:2013/21-1655, K:2014/558 sayılı ilamlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.
Somut uyuşmazlığın incelenmesinde; mahkemece, tensip zaptı düzenlenerek, taraflara delillerini bildirmeleri yönünde ara kararı alındığı ve davanın taraflarına anılan bu tutanağın tebliğ edildiği, yine davalı bankadan kredi sözleşmesi ve eklerinin istenilerek dosyaya getirtildiği, bunun üzerine dosya üzerinden bilirkişi incelemesi yaptırıldığı, bu inceleme sonucu alınan rapor davanın taraflarına tebliğ edildiği, davalı bankanın açılan davaya bir cevap vermediği gibi tebliğ edilen bilirkişi raporuna da bir itirazda bulunmadığı, tüm bu aşamalardan sonra taraflar duruşmaya davet edilmeden dosya üzerinden nihai kararın verildiği dosya kapsamından anlaşılmaktadır.
Mahkemece, dosya üzerinden yapılan inceleme sonunda, taraflar duruşmaya davet edilmeksizin hüküm kurulmuş ise de, dosyanın incelenmesinde mahkemenin taraflarca bildirilen delillerle yetinmeksizin re’sen incelemeye girişerek delil topladığı ve değerlendirdiği, diğer bir ifade ile tahkikat aşamasına ilişkin işlemler yaptığı anlaşılmaktadır.
6100 sayılı HMK’nın 320.maddesinin 1.fıkrasında “mümkün olan hallerde” taraflar duruşmaya davet edilmeksizin karar verileceği düzenlenmiş olup, mahkemece, re’sen delil toplanmakla, dosyada mevcut delillerin karar verilmesine yeterli görülmediğinin kabulü zorunludur. Bu durumda somut olayda, dosya üzerinden karar verilebilmesi “mümkün olan haller” bulunmadığından, davalıya hukuki dinlenilme hakkı tanınmadan, taraflar duruşmaya davet edilmeksizin karar verilmesi isabetsizdir.
Yukarıda yapılan açıklamaların ışığında, somut olay itibariyle duruşma açmadan dosya üzerinden karar verilmesi doğru değildir.
Nitekim, Hukuk Genel Kurulunun 28.01.2015 gün ve E:2013/13-1697, K:2015/790 sayılı ilamında da aynı sonuca varılmıştır.
Hal böyle olunca; yerel mahkemece, aynı yöne işaret eden ve Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmiş olması usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ:Davalının temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma ilamında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 05.06.2015 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY
     Dosya kapsamına göre, davacının davalı bankadan konut kredisi kullandığı, krediye ilişkin olarak masraf ve komisyonu ve yeniden yapılandırdığı için komisyon bedeli alındığı bildirilmiş ve tahsil edilen toplam 3.051,00 Türk Lirasının alındığı tarihten itibaren faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesi talebiyle dava açıldığı anlaşılmıştır. 
    5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun Faiz Oranları ve Diğer Menfaatler başlıklı 144. maddesinde faiz oranları ve diğer menfaatlerin nitelik ve oranlarını belirleme yetkisi Bakanlar Kuruluna verilmiş, Bakanlar Kurulunun bu yetkiyi Merkez Bankasına devredebileceği düzenlenmiş, Bakanlar Kurulu 22.11.2006 tarihli ve 26354 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan 16.10.2006 tarihli ve 2006/11188 sayılı kararıyla yetkisini Merkez Bankasına devretmiş, Merkez Bankası da 09.12.2006 tarihli ve 26371 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan 2006/1 sayılı kararı ile faiz oranı ve diğer menfaatlerin sınırlarını serbestçe belirleme yetkisini bankalara bırakmıştır. 
  Dosyada mevcut sözleşme, kanun ve kararlardan anlaşılacağı üzere, bankanın ilk defa kredi kullandırırken ücret alabileceği, ancak bu miktarı ya da oranını sözleşmede ya da ödeme planında belirlemesi, tüketiciyi açık ve anlaşılır şekilde kredi şartları ve masrafları konusunda bilgilendirmesi, masrafların zorunlu olması gerektiği açıktır. 500,00 Türk Lirası kredi masrafında her ne kadar tüketici bilgilendirilmişse de masrafın nereye harcandığının belli olmadığı, kredi masrafının zorunlu masraflardan olmadığı, banka bünyesinde kaldığı ve gizli faiz olduğu, 2.551,00 Türk Lirası yapılandırma komisyonunun tahsilinde bir zorunluluk bulunmadığı, kredinin erken ödenmediği anlaşılmıştır. 
Mahkemece somut olayda davalı tüketicinin 13.07.2010 tarihinde konut kredisi kullandığı, bankaca konut kredisi sözleşmesi, sözleşme öncesi bilgi formunda masraf kesileceğinin belirtilmediği, masraf bölümlerinin boş bırakıldığı, tüketici parayı çekmek için vezneye gittiğinde masraflar kaynaktan kesilerek kalan paranın ödendiği, adeta tüketicinin kalan parayı almaya mecbur bırakıldığı, zira tüm imzaların atıldığı ve her şeyin bittiği, tüketicinin bu aşamadan sonra krediden vazgeçme imkanının ve seçiminin olmadığı anlaşılmıştır. Yine davacı, kullanmış olduğu krediyi erken ödemek için bankaya müracaat etmemiş olup, faizlerin düşmesi sebebiyle 02.11.2010 tarihinde yeniden yapılandırma talebinde bulunmuştur. Davalı banka yeniden yapılandırmayı kabul etmek zorunda değildir. Buna rağmen serbest iradesiyle yapılandırmayı kabul etmiştir. Zira son yıllarda bankalar arasında şiddetli bir rekabet mevcuttur ve kimse müşterisini kaybetmek istememektedir. Bu sebeple sık sık faiz indirimi yapılmakta, ancak müşteriler gerektiği gibi bilgilendirilip, aydınlatılmadan faiz dışı gelirler artırılarak, gizli faiz uygulanmaktadır. Davacının da yeterince bilgilendirilmediği, davacıdan 13.07.2010 tarihinde 500,00 Türk Lirası kredi tahsis ücreti ile 02.11.2010 tarihinde 2.551,00 Türk Lirası yapılandırma komisyonu kesildiği dekontlardan anlaşılmıştır. Dolayısıyla yapılan işlemin tamamen güçlü durumda bulunan bankanın kontrolü ve uygulamasında olduğu, tüketicinin sözleşme içeriğine müdahale edemediği, konut kredisi sözleşmesi ve yapılandırmanın müzakere edilmeksizin imzalandığı, tahsil edilecek ücretler konusunda mutabakat sağlanmadığı, bu durumun da iyiniyet kuralına aykırı olup, tüketici aleyhine dengesizliğe yol açtığı ve haksız şart teşkil ettiği, 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 6. maddesinde ve Tüketici Sözleşmelerindeki Haksız Şartlar Hakkında Yönetmelik 5-6-7 maddelerinde yapılan düzenlemelerle tüketiciden sözleşmede yer almayan hiçbir kesintinin yapılamayacağı, sözleşmede yer alan haksız şartların tüketici için bağlayıcı olmayacağının belirtildiği, kredi tahsis ücreti ve yapılandırma masrafının banka için zorunlu masraflardan olmadığı düşüncesiyle sonuca gidilerek tüketici aleyhine haksız şart teşkil eden kredi tahsis ücreti ve yapılandırma komisyonu olmak üzere toplam 3.051,00 Türk Lirasının davalıdan tahsiline hükmedilmiştir. 
Mahkemece bu sonuca, davacı tarafından dava açılırken sunulan ve davalının cevap dilekçesi ekinde verdiği bilgi ve belgelerden ulaşmış ve hüküm vermiştir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 320/1. madde hükmüne göre “Mahkeme, mümkün olan hâllerde tarafları duruşmaya davet etmeden dosya üzerinden karar verir.” Bu hükmün getiriliş amacı madde gerekçesinde “Yazılı yargılama usulünde, dilekçelerin verilmesi aşamasından sonra, önce ön inceleme, daha sonra tahkikat aşamasına yer verilmiştir. Basit yargılama usulünde de temelde bu aşamalar yer almakla birlikte, yargılamanın daha kısa sürede tamamlanabilmesi için bunlar birbiriyle bağlantılı olarak birlikte düzenlenmiş, işlemler basitleştirilmiş ve süreler daha kısa tutulmuştur.
Birinci fıkra ile, bazı, basit yargılama usulüne tâbi dava ve işlere dosya üzerinden de karar verilmesi mümkün hâle getirilmiştir. Hatta basit yargılama usulüne tâbi dava ve işler sayılırken bu durum ayrıca bir bentte düzenlenmiştir. Bu sebeple, dilekçelerin verilmesi aşamasından sonra, dilekçeler ve dosyada yer alan deliller yeterli görülüyorsa, ayrıca ön inceleme yapmadan ve duruşma açmadan da karar verilebilir. Bir tereddüt olmaması için, bu husus birinci fıkrada açıkça belirtilmiştir.” biçiminde açıklanmıştır.
Burada dilekçeler aşamasının tamamlanmasından sonra tarafların dilekçelerine ekledikleri ya da ilgili yerlerden getirtilmesini istedikleri deliller toplandıktan sonra değerlendirme yapılmaktadır. Bu durumun 6100 sayılı Kanun’un 30. maddesinde düzenlenen “Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.”  kuralına da uygun olduğu, dayanağının Kanunun 320/1. maddesinde açıkça düzenlenmiş olması karşısında Anayasanın 36. maddesinde yer alan adil yargılanma hakkını ve 6100 sayılı Kanun’un 27. maddesindeki hukuki dinlenilme hakkını da ihlal etmeyeceği, adil kararın, en kısa sürede, en az masrafla verilmesini de sağlayacağından mahkeme uygulamasının yerinde olduğu görüşündeyim. Bu sebeplerle sayın çoğunluk görüşüne katılmıyorum. İlk derece mahkemesi kararının onanması gerektiği düşüncesindeyim.