Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2013/2338 E. 2015/1499 K. 05.06.2015 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2013/2338
KARAR NO : 2015/1499
KARAR TARİHİ : 05.06.2015

Taraflar arasındaki “menfi tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir 11. (Devreden 2.) Asliye Ticaret Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 30.09.2010 gün ve E:2009/406, K:2010/513 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 13.Hukuk Dairesinin 24.05.2012 gün ve E:2011/11627, K:2012/13405 sayılı ilamıyla;
(…Davacı, davalının eski şirket ortağı olup, 24.665,87 TL cari hesap borcunun tahsili için yapılan takibe itiraz edildiğini belirterek itirazın iptali ile inkar tazminatına hükmedilmesini istemiştir.
Davalı, şirket ortağı iken 31.01.2007 tarihinde şirket hisselerini S.. N.. isimli şirket ortağı ve müdürüne devredip ortaklıktan ayrıldığını, devir bedelinin bir kısmının da hesaba 100.000 TL olarak yatırıldığını, şirket tarafından yapılan ödemenin buna istinaden olduğunu kaldı ki takipten önce ihtarname ile 100.000.TL’nin haksız olarak yatırıldığı bildirilip bu miktarın istendiğini, davacının kötüniyetli olduğunu savunarak davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı, davalı aleyhine cari hesap alacağına dayalı olarak eldeki davayı açmış; davalı ise bu iddiaya karşı koyarak, davacıdan ödünç almadığını, yapılan ödemenin şirket hisse devri ödemesine ilişkin olduğunu belirterek vasıflı ikrar bir başka deyişle gerekçeli inkârda bulunmuştur. Bu ikrar bölünemez ve ikrar edenin aleyhine delil de teşkil etmez. Hal böyle olunca TMK.’nun 6. maddesi ve HUMK. hükümleri gereğince, yapılan ödemenin cari hesap borcuna ilişkin olarak yapıldığını ispat yükü davacıya ait olup, davacı ödünç ilişkisini yasal delillerle kanıtlamakla yükümlüdür. Usulüne uygun tutulan ticari defterler ancak karşı taraf için delil teşkil eder. Müddeabihin miktarı itibariyle HUMK.’ nun 288. ve devamı maddeleri uyarınca olayda tanık da dinlenemez. Ne var ki, davacı, delil listesinde yemin deliline de dayandığından, mahkemece; davacıya, yemin teklif etme hakkı hatırlatılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde davanın kısmen kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir…)
gerekçesiyle karar bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava; genel haciz yoluyla girişilen icra takibine vaki itirazın iptali istemine ilişkindir.
Mahkemenin, davanın kısmen kabulüne dair verdiği karar davalı vekilinin temyizi üzerine, Özel Daire’ce, yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuş; yerel mahkemece, önceki kararda direnilmiştir.
Direnme kararını, davalı vekili temyiz etmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalı P.. Y..’nın savunmasının, usul hukuku bakımından mevsuf-vasıflı- ikrar (gerekçeli inkar) mı, yoksa, bağlantısız bileşik ikrar mı olduğu; buna bağlı olarak, ikrarın bölünüp bölünemeyeceği; varılacak sonuca göre, ispat yükünün kime ait olacağı noktasında toplanmaktadır.
Bu noktada “ikrar” kavramı hakkında şu açıklamaların yapılmasında yarar vardır:
Somut uyuşmazlıkta uygulanması gereken mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK)’nun 236. maddesinde, taraflardan birinin ikrarının geçerli olduğu ve o taraf aleyhine delil teşkil edeceği belirtilmiş, ancak ikrarın tanımı yapılmamıştır (6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu m.188).
Öğretideki tanımlamalara göre ise, ikrar (dar anlamda ikrar), görülmekte olan bir davada, taraflardan birinin, diğer tarafça ileri sürülen ve kendisi aleyhine hukuki sonuç doğurabilecek nitelik taşıyan maddi vakıanın doğruluğunu kabul etmesidir. Yargıtay uygulamasında da, ikrara bu anlam yüklenmektedir. (İkrar kavramının tanımı ve aşağıda ikrarın türlerine ilişkin olarak yapılan açıklamalar bakımından ayrıntılı bilgi için bakınız. Prof.Dr.Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6.Baskı Cilt:2, Ankara 2001, sayfa:2037 ve devamı; Prof.Dr.Saim Üstündağ, Medeni Yargılama Hukuku, Cilt: 1-2, 3. Bası, Formül Matbaası, İstanbul 1984, Sayfa:549 ve devamı; Prof.Dr.Necip Bilge, Medeni Yargılama Hukuku Dersleri, 3.Baskı, Sevinç Matbaası, Ankara 1978, sayfa: 510 ve devamı; Dr.Süha Tanrıver, Türk Medeni Yargılama Hukukunda İkrarın Bölünüp Bölünemeyeceği Sorunu, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, 1993/2, sayfa: 212 ve devamı.).
İkrardan söz edilebilmesi için, bir tarafın bir vakıa ileri sürmüş olması, diğer tarafın da bu vakıanın doğru olduğunu bildirmesi gerekir. İkrarın konusu, ancak karşı tarafın ileri sürdüğü vakıalar olabilir. Bir tarafın, kendisinin ileri sürdüğü bir vakıanın doğruluğunu bildirmesi ikrar niteliği taşımayacağı gibi, karşı tarafın ileri sürdüğü hukuki sebepler de ikrara konu olamazlar.
Öğretide ve uygulamada ikrar, yapıldığı yere, kapsamına ve içeriğine göre türlere ayrılmaktadır.
Yapıldığı yere göre mahkeme dışı veya mahkeme içi ikrardan söz edilir. Mahkeme dışı ikrar takdiri, mahkeme içi ikrar ise kesin delil niteliğindedir.
Kapsam yönünden, ikrar, çekişmeli olan maddi vakıanın tamamını veya belli bir kesimini kapsayabilir. İlkinde tam, ikincisinde ise kısmi ikrar söz konusudur.
İçeriği itibariyle ikrar ya basit (adi), ya vasıflı (mevsuf) ya da bileşik (mürekkep) nitelikte olabilir. Vasıflı ikrara, gerekçeli inkar da denilmektedir.
Basit (adi) ikrar, karşı tarafça ileri sürülen bir vakıanın doğru olduğunun, herhangi bir kayıt veya şart bildirilmeksizin kabul edilmesidir. Basit ikrarda, onun konusunu oluşturan vakıalar artık tartışmalı olmaktan çıkarlar; dolayısıyla bunların ayrıca kanıtlanmasına gerek kalmaz.
Vasıflı ikrarda, (ki buna gerekçeli inkar da denilmektedir) karşı tarafın ileri sürdüğü maddi vakıanın varlığı kabul edilmekle birlikte, onun hukuki niteliğinin (vasfının) ileri sürülenden başka olduğu bildirilir. Örneğin; davalı, davacıdan 1000 TL aldığını ikrar eder, fakat bu parayı ödünç olarak değil, hibe olarak aldığını bildirmesi halinde olduğu gibi, vasıflı ikrar bölünemeyeceğinden, davacı iddiasını, yani parayı ödünç verdiğini kanıtlamalıdır.
Bileşik (mürekkep) ikrarda ise, bir tarafın ileri sürdüğü vakıa karşı tarafça bütünüyle kabul edilmekle; eş söyleyişle, vakıanın doğru olduğu ve bildirilen vasıfta bulunduğu kabul edilmekle birlikte, ikrara öyle bir vakıa eklenir ki, eklenen bu vakıa, ya ikrar edilen vakıanın hukuksal sonuçlarının doğmasını engeller ya da onu hükümsüz kılar. Bileşik ikrar, ikrara konu olan vakıa ile, ona eklenen vakıa arasında bir bağlantı bulunup bulunmamasına göre, bağlantılı bileşik ikrar ve bağlantısız bileşik ikrar olarak ikiye ayrılır.
Öğreti ve uygulamada, ağırlıklı olarak, bağlantısız bileşik ikrar dışındaki ikrar türlerinin bölünemeyeceği, dolayısıyla, böyle durumlarda, ikrar edenin ispat yükü altında olmadığı kabul edilmekte, iddiasını ispatlama yükümlülüğünün, karşı tarafa ait olduğu benimsenmektedir.
Nitekim aynı ilkeler, Hukuk Genel Kurulu’nun 12.3.2003 gün ve E:2003/3-118, K:2003/158; 28.4.2010 gün ve E:2010/14-222, K:2010/234; 10.10.2012 gün ve E:2012/13-264, K:2012/700 sayılı ilamlarında da benimsenmiştir.
Somut olay bu ilke ve kavramlar ışığında değerlendirildiğinde:
Davacının, gönderilme nedeni belirtilmeyen havaleyi, borç olarak verilmek üzere davalı P.. Y..’ya gönderdiğine ilişkin iddiası davalıca kabul edilmemiş, tersine, bu paraların, şirket hisse devri karşılığı yapılan ödeme olduğu savunulmuştur. Böylece davalı P.. Y.., davaya konu paranın kendisine gönderildiğini (maddi vakıayı) ikrar etmiş, ancak, bunun davacı tarafından ileri sürülen nedenle (borç olarak alınması) değil, başka bir nedenle (şirket hisse devri karşılığı yapılan ödeme amacıyla) gönderildiğini savunmak suretiyle, vakıanın hukuksal niteliğinin ileri sürülenden farklı olduğunu bildirmiştir.
Davalı P.. Y..’nın, ikrar ettiği maddi vakıanın hukuki vasfının ileri sürülenden farklı bulunduğunu bildirmesi karşısında, somut olayda, basit (adi) veya bileşik ikrarın söz konusu olamayacağı çok açıktır. Zira, her ikisinin de temel koşulu, ileri sürülen maddi vakıanın ve onun hukuki vasfının birlikte kabul edilmiş olmasıdır. Bu nedenle, yerel mahkeme kararındaki, davalı P.. Y..’nın savunmasının değerlendirilmesinde belirtilen gerekçe ve kabulde isabet görülmemiştir.
Vakıa kabul edilmekle birlikte, onun farklı bir hukuki vasıfta olduğunun ileri sürülmesi durumunda, vasıflı ikrardan söz edilmesi gerektiği ve vasıflı ikrarın bölünemeyeceği yukarıda açıklanmıştır.
O halde, somut olayda davalı P.. Y..’nın savunması, vasıflı ikrar (gerekçeli inkar) niteliğindedir ve bu ikrar bölünemez. Buna göre, vasıflı ikrarda kanıtlama yükümlülüğü, ikrar eden tarafa (davalı P.. Y..’ya) değil, vakıayı ileri süren tarafa (davacıya) aittir.
Bu durumda, davacı, davaya konu paraların borç olarak gönderildiği yolundaki iddiasını kanıtlamakla yükümlüdür; buna bağlı olarak, davalı P.. Y..’nın ödünç ilişkisini kanıtlama yükümlülüğü bulunmamaktadır.
Öte yandan, 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 457 ve ardından gelen maddelerinde düzenlenmiş olan havale, hukuksal nitelikçe (tıpkı onun özel biçimlerinden biri niteliğindeki çek gibi), bir ödeme vasıtasıdır. Eş söyleyişle, havalenin, mevcut bir borcun ödenmesi amacıyla yapıldığı yolunda yasal karine mevcuttur. Bu yasal karinenin tersini (havalenin borcun ödenmesinden başka bir amaçla yapıldığını) ileri süren havaleci (muhil), bu iddiasını kanıtlamakla yükümlüdür. (Havale kavramı hakkında geniş bilgi için bkz: Prof.Dr.Arif.B.Kocaman. Türk Borçlar Hukukunda Havale, Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü Yayını, Ankara 2001; Hukuk Genel Kurulu’nun 12.3.2003 gün ve E:2003/3-118, K:2003/158; 10.10.2012 gün ve E:2012/13-264, K:2012/700 sayılı ilamları).
Somut olayda, havaleci durumundaki davacı şirket, değinilen yasal karine karşısında, davalı P.. Y..’ya yaptığı dava konusu havalenin, bir borcun ödenmesinden başka bir amaca yönelik bulunduğunu kanıtlama yükümü altındadır. Başka bir ifadeyle, havale kavramından hareketle yapılacak değerlendirmeye göre de, somut olayda kanıtlama yükümlülüğü davacıya aittir.
Nihayet, bozma ilamında “usulüne uygun tutulan ticari defterler ancak karşı taraf için delil teşkil eder.” denilmekte ise de; usulüne uygun tutulmayan defterler sahibi aleyhine delil oluştururken (lehine delil olarak kullanılamazken), usulüne uygun tutulan defterler, sahibi lehine delil olarak kullanılabilir. Bozma ilamındaki bu ibarenin açıklanan şekilde anlaşılması gerekir.
Açıklanan bu gerekçe de gözetilerek, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ:Davalı P.. Y.. vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 05.06.2015 gününde oybirliği ile karar verildi.