Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2013/1553 E. 2015/11 K. 14.01.2015 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2013/1553
KARAR NO : 2015/11
KARAR TARİHİ : 14.01.2015

Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 22. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 21.09.2009 gün ve 2008/208 esas, 2009/178 karar sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 02.11.2010 gün ve 2009/11648 esas, 2010/11256 karar sayılı ilamı ile;
(…Dava, yargı kararının uygulanmaması nedeniyle kişilik haklarına saldırıdan dolayı uğranılan manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Yerel mahkemece istem reddedilmiş; karar, davacı tarafından temyiz olunmuştur.
Davacı, idare mahkemesince verilen yürütmenin durdurulması kararını gerçek anlamda ve kalıcı olarak uygulamayan davalıların, kendisini başka bir görevde görevlendirdiklerini ve iptal kararını da eylemsel olarak ancak 38. günde uyguladıklarını belirterek, kişilik haklarına saldırıdan dolayı davalıların manevi tazminat ile sorumlu tutulmalarını istemiştir.
Davalılar ise, haksız olan davanın reddedilmesi gerektiğini savunmuşlardır.
Yerel mahkemece, ilk işlemin 30 günlük süre içerisinde gerçekleştiği, davacının 38. günde göreve başladığı, davalıların idari yargı kararının uygulanmaması yönünde kişisel kusurlarına dayalı eylemlerinin bulunmadığı gerekçesiyle istemin tümden reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden; Giresun İl Milli Eğitim Müdürü olan davacının 11.11.2004 günü Araştırma, Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı’na uzman olarak atandığı, işlemin iptali ve yürütmenin durdurulması istemiyle açılan Ankara 3. İdare Mahkemesi’nin 2005/36 Esas sayılı dava dosyasında verilen 17.03.2005 günlü yürütülmesinin durdurulmasına ilişkin kararın idare tarafından uygulandığı; işlemin iptaline ilişkin 30.09.2005 günlü kararının idareye tebliğ edildiği 15.02.2006 gününden önce, 16.01.2006 gününde, davacının bu kez Personel Genel Müdürlüğü’nde oluşturulan komisyonda 6 ay süreyle görevlendirildiği, 03.03.2006 günlü dilekçeyle idareye başvuran davacının, iptal kararı ile asıl görevine başlatılması gerekirken, keyfi tutum ve uygulama ile geçici olarak görevlendirilip zarara uğratıldığını belirterek, yargı kararının süresi içerisinde uygulanmasını istediğini; davalıların 14.03.2006 günü aldığı karar ile 16.01.2006 günlü görevlendirmenin sona erdirildiği ve davacının önceki görevine eylemli olarak 27.3.2006 günü başladığı anlaşılmaktadır.
Davacı iddiasını yürütmenin durdurulma kararının geçici olarak görevlendirme nedeniyle uygulanmasının engellenmesine ve iptal kararına rağmen yasal sürede eylemli olarak göreve başlatılmamasına dayandırmıştır.
Anayasa’nın 138/4. maddesi gereğince; yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasası’nın 28/1. maddesi gereğince de; idare, idare mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının gereklerine göre gecikmeksizin işlem yapmak veya eylemde bulunmak zorunda olup bu süre hiçbir biçimde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez. aynı maddenin 4. fıkrası gereğince ise; mahkeme kararlarının otuz gün içinde kamu görevlilerince yerine getirilmemesi durumunda ilgili, kararı yerine getirmeyen kamu görevlisi hakkında tazminat davası açılabilir.
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 24.9.1979 gün ve 7/2 sayılı kararında da, yargı kararını yerine getirmeyen kamu görevlisinin hukuki sorumluluğunun bulunduğu belirtilerek, yürütmenin durdurulması veya iptal kararlarının yalnızca uygulanmamasının bu kararları uygulamayan kamu görevlilerinin, zararın gerçekleşmesi halinde tazminatla sorumlu tutulması için yeterli olduğu, sorumluluk için ayrıca kin, garaz, husumet ve benzeri duyguların etkisi altında hareket ettiklerinin araştırılmasına gerek bulunmadığı kabul edilmiştir.
Diğer bir anlatımla zarar gören, yargı kararını davalının kasten uygulamadığını kanıtlamakla yükümlü olmadığı gibi davalıda kastının bulunmadığını kanıtlamakla sorumluluktan kurtulmaz.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasası’nın 28. maddesinde düzenlenen 30 günlük sürenin ilgilinin eylemli olarak göreve başlatılması için öngörülen en fazla süre olduğu anlaşılmaktadır. Bu süre içerisinde ilgilinin göreve başlatmasına yönelik işlemlerin başlatılmış olması yargı kararı gereğinin yerine getirildiği biçiminde yorumlanamaz.
Dava konusu olayda, hakkında verilen yürütmenin durdurulması kararı biçimsel olarak uygulanan davacı, bunun hemen arkasından başka yerde görevlendirilerek idare mahkemesince verilen yürütmenin durdurulması kararı etkisiz hale getirilmiştir. Ayrıca, iptal kararına yönelik ilk işlem 30 gün dolmadan gerçekleştirilmiş olmasına karşın, davacının yasada öngörülen 30 günlük sürede eylemli olarak göreve başlaması sağlanmamıştır.
Yerel mahkemece açıklanan olgular ve yasal düzenlemeler ile İçtihadı Birleştirme Kararı gözetilerek, davalıların eylemlerinin hukuka aykırı olduğu sonucuna varılıp davacı yararına uygun bir tutarda manevi tazminat takdir edilmesi gerekirken, dosya içeriğine uymayan gerekçeyle istemin tümden reddedilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN : Davacı vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, yargı kararının uygulanmaması nedeniyle kişilik haklarına saldırıdan dolayı uğranılan manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir.
Yerel mahkemece, davanın reddine dair verilen karar davacı vekilinin temyizi üzerine, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde yazılı gerekçeyle bozulmuş; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Direnme kararını, davacı vekili temyize getirmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; yargı kararının uygulanmaması nedeniyle kişilik haklarına saldırıdan dolayı uğranılan manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkin davada yargı kararını uygulamadığı ileri sürülen kamu görevlilerinin kişisel kusurlarının aranıp aranmayacağı, burada varılacak sonuca göre davalıların manevi tazminat ile sorumlu tutulmalarının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
Bilindiği üzere, Anayasa’nın 2. maddesine göre, Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir Hukuk Devleti’dir. Bu noktada Hukuk Devleti, insan hak ve özgürlüklerini ön planda tutan, bu hakları koruyucu, adaletli bir hukuk düzeni kuran ve bunu sürdürmekle kendini yükümlü sayan, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan Anayasa ve Hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yönetenlerin her türlü işlem ve eylemleri yargı denetimine tabi olan bir devlettir.
Gerçekte de bireylerin devlete karşı güven duyabilmeleri, maddi ve manevi varlıklarını serbestçe, korkusuzca geliştirebilmeleri, ancak hukuk güvenliğinin sağlandığı bir sistem içinde olanaklıdır.
Şu durum karşısında Hukuk Devleti ilkelerinin yaşamda tutulması, amacının sağlanması için bağımsız yargı kararlarına uymak kaçınılmaz bir zorunluluktur.

İşte bu nedenledir ki, yasa koyucu idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunu açık tutmuş, yasama ve yürütme organları ile idarenin, mahkeme kararlarına uyma zorunluluğunu hükme bağlamıştır (Anayasa m. 125, 138).
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu (İYUK)’nun 28. maddesinde; Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idarenin, kararın tebliği tarihinden itibaren 30 gün içinde işlem tesis etmek veya eylemde bulunmak zorunda bulunduğu, olay tarihinde yürürlükte bulunan aynı maddenin 4. fıkrasında, mahkeme kararlarını 30 gün içinde yerine getirmeyen kamu görevlisi hakkında tazminat davası açılabileceği hükme bağlanmıştır. Her ne kadar olay ve dava tarihinden sonra 21.02.2014 tarih ve 6526 sayılı Kanunun 18. maddesi ile İYUK’nun 28. maddesinin 4. fıkrası “Mahkeme kararlarının süresi içinde kamu görevlilerince yerine getirilmemesi hâlinde tazminat davası ancak ilgili idare aleyhine açılabilir.” şeklinde değiştirilmiş ise de, sözkonusu değişikliğin geçmişteki olaylara uygulanacağına ilişkin bir düzenlenme de adı geçen Kanun’da öngörülmemiştir.
Uygulamada, yargı kararlarını yerine getirmeyenlerin tazminatla sorumlu tutulacakları kabul edilmekte, kararın otuz gün içinde uygulanmamış olması kişisel sorumluluk için yeterli sayılmaktadır. Yargı kararını uygulamak durumunda bulunanların, kararın eksikliğini veya yanlışlığını tartışma yetkileri bulunmadığı gibi bu kararları eksik uygulamaları, uygulamış gibi davranarak işleme yapay bir görüntü vermeleri de kararın uygulandığı sonucunu doğurmaz. Kararın 30 gün içinde uygulanmamış olması kişisel sorumluluk için yeterli sayılmaktadır (Aynı yönde Hukuk Genel Kurulu’nun 02.07.2008 gün ve 2008/4-464 esas, 2008/465 karar sayılı ilamı).
Gerek öğretide, gerekse sapma göstermeyen yargısal içtihatlarda yargı kararlarını uygulamamanın, salt kişisel kusuru oluşturacağı benimsenmiştir.
Hemen belirtilmelidir ki, yürütmenin durdurulması kararları da nihai kararlar gibi bir mahkeme kararı olduğundan, anılan kararlara yürütme ve idarenin uyma zorunluluğunun bulunduğu kuşkusuzdur.
Öte yandan, idari yargı ve Danıştay tarafından verilen yürütmenin durdurulması veya iptal kararlarının salt uygulanmaması, bu kararları uygulamayan kamu görevlilerinin, zararın gerçekleşmesi halinde tazminatla sorumlu tutulmasını gerektirici bir olgudur (Hukuk Genel Kurulu’nun 07.06.2006 gün ve 2006/4-309 esas, 2006/359 karar sayılı ilamı).
Diğer anlatımla sorumluluk için idarenin ve kamu görevlisinin ayrıca kin, garez, husumet ve benzeri duyguların etkisi altında hareket ettiklerinin araştırılmasına gerek yoktur. Salt yargı kararlarının yerine getirilmemesi sorumluluk için yeterli bir unsurdur (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun 22.10.1979 gün ve 7/2 sayılı kararı).
Ayrıca Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)’nin 6. maddesinin 1. fıkrasına göre, herkes medeni hak ve yükümlülüklerinin karara bağlanmasını bir yargı yerinden isteme hakkına sahiptir. Şüphesiz bu hak yargı kararlarının uygulanmasını da kapsamaktadır. Bunun aksini düşünmek yasaların bağlayıcılığı ve hukukun üstünlüğü üzerine kurulmuş olan hukuk devleti ilkesine de uymaz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Tunç/Türkiye (başvuru no: 54040/00, 24 Mayıs 2005), Okyay ve diğerleri/Türkiye (başvuru no: 36220/97, 12 Temmuz 2005), S.. ve E.. Holding A.Ş./Türkiye (başvuru no: 6334/05, 23 Ekim 2012) başvurularında idare tarafından yargı kararlarının yerine getirilmemesinin AİHS’nin 6/1. maddesini ihlal ettiği sonucuna varmıştır.
Yapılan bu açıklamalardan sonra somut olaya gelince; Giresun İl Milli Eğitim Müdürü olarak görev yapan davacının 11.11.2004 günü Araştırma, Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı’na uzman olarak atandığı, işlemin iptali ve yürütmenin durdurulması istemiyle açılan Ankara 3. İdare Mahkemesi’nin 2005/36 esas sayılı dava dosyasında verilen 17.03.2005 günlü yürütülmesinin durdurulmasına ilişkin kararın idare tarafından uygulandığı; işlemin iptaline ilişkin 30.09.2005 günlü kararının idareye tebliğ edildiği 15.02.2006 gününden önce, 16.01.2006 gününde, davacının bu kez Personel Genel Müdürlüğü’nde oluşturulan komisyonda 6 ay süreyle görevlendirildiği, davacının 03.03.2006 günlü dilekçeyle idareye başvurarak iptal kararının süresi içerisinde uygulanmasını talep ettiği, davalıların 14.03.2006 günü aldığı karar ile 16.01.2006 günlü görevlendirmenin sona erdirildiği ve bu kararın davacıya 23.03.2006 tarihinde tebliğ edilerek davacının geçici görevlendirmeden ayrılışının 24.03.2006 tarihinde yapıldığı ve davacının önceki görevine eylemli olarak 27.03.2006 günü başladığı anlaşılmaktadır.
Davacı iddiasını yürütmenin durdurulma kararının geçici olarak görevlendirme nedeniyle uygulanmasının engellenmesine ve iptal kararına rağmen yasal sürede eylemli olarak göreve başlatılmamasına dayandırmıştır.
Anayasa’nın 138/4. maddesi gereğince; yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez. 2577 sayılı İYUK’nun 28/1. maddesi gereğince de; idare, idare mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının gereklerine göre gecikmeksizin işlem yapmak veya eylemde bulunmak zorunda olup, bu süre hiçbir biçimde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez.
2577 sayılı İYUK’nun 28/1. maddesinde düzenlenen 30 günlük sürenin ilgilinin eylemli olarak göreve başlatılması için öngörülen en fazla süre olduğu anlaşılmaktadır. Bu süre içerisinde ilgilinin göreve başlatmasına yönelik işlemlerin başlatılmış olması yargı kararı gereğinin yerine getirildiği biçiminde yorumlanamaz.
Dava konusu olayda, hakkında verilen yürütmenin durdurulması kararı biçimsel olarak uygulanan davacı, bunun hemen arkasından başka yerde görevlendirilerek idare mahkemesince verilen yürütmenin durdurulması kararı etkisiz hale getirilmiştir. Ayrıca, iptal kararına yönelik ilk işlem 30 gün dolmadan gerçekleştirilmiş olmasına karşın, davacının yasada öngörülen 30 günlük sürede eylemli olarak göreve başlaması sağlanmamıştır.
Açıklanan olgular ve yasal düzenlemeler ile İçtihadı Birleştirme Kararı gözetilerek, davalıların eylemlerinin hukuka aykırı olduğu sonucuna varılıp, davacı yararına uygun bir tutarda manevi tazminat takdir edilmesi gerekmektedir.
Kaldı ki, davacı lehine verilen yargı kararlarının uygulanmasını sağlamak için ayrıca uğraşı göstermiş, ancak tüm bunlara rağmen istediği sonuca ulaşamamıştır. Böyle bir durum hukukun üstünlüğü ile yönetilen devletin temel ilkelerinin ihlal edilmesi anlamına geldiğinden, davacının medeni hakları kapsamındaki sosyal kişilik değerlerine zarar verildiği kabul edilmeli ve olayın gösterdiği tüm özellikler değerlendirilmek suretiyle uygun miktarda manevi tazminat verilmelidir.
Bu itibarla, davalıların imza ve katkılarıyla yapılan işlemlerle, yürütmeyi durdurma kararı gerçek ve kalıcı nitelikte uygulanmadığı gibi, iptal kararı da süresi içerisinde yerine getirilmediğinden; davacının zararının varlığının kabulü ile, davalıların manevi tazminatla sorumlu tutulmaları gerektiği kuşku ve duraksamadan uzaktır.
Görüşmeler sırasında bir kısım üyeler tarafından, davalıların sorumluluklarının bulunmadığına ilişkin yerel mahkeme kararının usul ve yasaya uygun olduğu belirtilerek onanması yönünde görüş ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından yukarıda belirtilen nedenlerle kabul edilmemiştir.
Hal böyle olunca; Yerel Mahkemece, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen ve davacı yararına manevi tazminat takdir edilmesi gereğine işaret eden Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, yanılgılı gerekçeyle davanın reddine dair önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda ve Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 14.01.2015 gününde oyçokluğu ile karar verildi.