Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2012/683 E. 2013/165 K. 30.01.2013 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2012/683
KARAR NO : 2013/165
KARAR TARİHİ : 30.01.2013

Taraflar arasındaki “tapu iptali-terkin ” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Edremit 1. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine  dair verilen 16/04/2009 gün ve 2007/656 E. – 2009/243 K. sayılı kararın incelenmesi davacı hazine vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1.Hukuk Dairesinin 28.04.2010 gün ve 2010/4685 E. – 4935 K. sayılı ilamı ile;    
(…Dava 3621 Sayılı Yasadan kaynaklanan taşınmazın sicil kaydının kütükten terkini isteğine ilişkin olup, çekişme konusu taşınmazın sicil kaydının kadastroca tesis tarihinden itibaren dava tarihine kadar 3402 sayılı Kadastro Yasasının 12/3 maddesine ilave düzenlemeler getiren 14.3.2009 tarihinde yürürlüğe giren 5841 Sayılı Yasa hükümleri gözetilmek suretiyle davanın reddine karar verilmiş olmasında bir isabetsizlik yoktur. O halde bu yöne değinen karar düzeltme isteği yerinde değildir, reddine.
Ancak, her dava açıldığı tarihteki koşullara tabidir. Dava açıldıktan sonra yürürlüğe giren bir yasa hükmü veya İnançları Birleştirme Kararı uyarınca dava tarihi itibariyle haklı olduğu halde haksız duruma düşen tarafın yargılama giderleri ve bu giderlerden sayılan Avukatlık Ücretinden ve harçtan sorumlu tutulamayacağı tartışmasızdır.
Öyleyse, mahkemece 28–11–1997 tarih, 5/3 sayılı İnançları Birleştirme Kararı gözetilerek kıyı kenar çizgisinin belirlenmesi, taşınmazın veya bir bölümünün tanımı 3621 Sayılı Yasanın 4.maddesinde belirtilen kıyıda kalıp kalmadığının saptanması, buna göre yargılama giderlerinin hangi taraf üzerinde bırakılacağı konusunun belirlenmesi gerekirken, anılan bu husus göz ardı edilerek yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir…)  
gerekçesiyle hüküm açıklanan nedenlere oyçokluğu ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.  
 
           HUKUK GENEL KURULU KARARI  
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:  
Dava, çekişmeli taşınmazın kıyı-kenar çizgisine göre kıyıda kaldığı iddiasına dayalı tapu iptali ve sicilin kütükten terkini istemine ilişkindir.    
Eldeki dava 13.12.2007 tarihinde Hazine tarafından açılmıştır. Konusunu, kadastrosu 1979 yılında kesinleşen, mülkiyeti davalıya ait 111 parsel nolu arsa vasıflı 586 metrekarelik taşınmazın 255,76 metrekaresinin kıyı kenar çizgisi kapsamında kalması oluşturmaktadır.  
Yerel Mahkemece; davanın hak düşürücü süre nedeniyle reddine karar verilmiştir.  
Davacı vekilinin temyizi üzerine Özel Daire’ce;  yukarıda başlık bölümünde yer alan nedenlerle yargılama giderleri yönünden karar bozulmuştur.  

Mahkemece, önceki kararda direnilmiş; hükmü temyize davacı hazine vekili getirmiştir.  
Hemen belirtmelidir ki, mahkemenin esasa ilişkin 16.04.2009 tarihli ilk kararı, 5841 Sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği 14.3.2009 tarihinden sonra verilmiş olup; tümüyle bu Kanunun 2. ve 3.maddeleri ile getirilen yeni düzenlemelere dayanılarak oluşturulmuştur.  
14.3.2009 tarihinde yürürlüğe giren 25.02.2009 günlü 5841 Sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 2.maddesi ile 3402 Sayılı Kanunun 12.maddesinin
3.fıkrasına:  
 “Bu hüküm iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet ve diğer kamu tüzel kişileri dahil tarafların sıfatına bakılmaksızın “  
İbaresi eklenmiş;  
3. maddesi ile eklenen geçici 10.maddesinde de;  
“Bu Kanunun 12.maddesinin 3.fıkrası hükmü devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiası ile yürürlük tarihinden önce açılmış ve henüz kesin hükme bağlanmamış olan davalarda dahi uygulanır.”  
Hükmüne yer verilmiştir.  
Özel Dairece bu düzenlemeler gözetilerek kadastro tespitinden dava tarihine kadar 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçtiği belirlenerek davanın reddine dair verilen yerel mahkeme kararı bu yönden onanmış, yargılama giderlerinden kimin sorumlu olacağının belirlenmesi yönünden bozulmuş, mahkemece de bu bozmaya karşı direnilmiştir.  
Ne var ki,  bozma ve direnme kararlarının verilmesinden sonra, direnme kararının temyizi aşamasında Anayasa Mahkemesi’nin 12.05.2011 gün ve 2009/31 E. 2011/77 K. sayılı kararıyla; “25.02.2009 gün ve 5841 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 2. maddesiyle 21.6.1987 günlü 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12. maddesinin üçüncü fıkrasına eklenen cümlenin ve 3. maddesiyle 3402 sayılı Yasa’ya eklenen Geçici 10. maddenin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline” karar verilmiş ve bu iptal kararı 23.07.2011 tarih ve 28003 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.  
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmede, Özel Dairece bozmaya gerekçe yapılan 5841 sayılı Yasa ile değişik 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12/3. maddesinde düzenlenen “…iddia ve taşınmazın niteliğine bakılmaksızın…” hükmünün iptaline ilişkin bu Anayasa Mahkemesi kararının eldeki davaya etkisinin ne olacağı, öncelikle tartışılmıştır.  
Bu durumda üzerinde durulması gereken ilk husus; yerel mahkeme kararının bir bölümüne yönelik temyiz istemlerinin Yargıtay Özel Dairesince reddedilmiş olmasıyla (onanmasıyla) bozma kapsamı dışında bırakılan hususların, dayanağını teşkil eden hükmün Anayasa Mahkemesinin iptal kararına konu olması üzerine, derdest olan davada yeniden esastan inceleme konusu yapılıp yapılamayacağı meselesidir.  
Anayasa’nın 153.maddesi uyarınca, Anayasa Mahkemesinin iptal kararları gerekçesi yazılmadan açıklanamamakta; ancak Resmi Gazetede yayımlandıktan sonra yürürlüğe girmektedir.  
Yayınlanmakla yürürlüğe giren Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının; yasama, yürütme ve yargı organları ile idari makamlar, gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağı açıktır.  
Diğer taraftan, mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu(HUMK)’nun 76. maddesinde “Hakim re’sen Türk kanunları mucibince hüküm verir….” ; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu(HMK)’nun 33. maddesinde yer alan “Hakim, Türk hukukunu resen uygular” hükümleri ile ifadesini bulan yasal ilke gözetildiğinde; Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararlarının derdest dosyalar yönünden uygulanmasının zorunluluğu ortadadır.  
Bir başka yönüyle, Anayasa Mahkemesinin iptal kararları usuli kazanılmış hakların istisnasını teşkil ederler.  
Her ne kadar Özel Dairece 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçtiğinden bahisle Yerel Mahkemenin esasa ilişkin ilk hükmünün bozulmasına karar verilmiş ise de, bozma ilamının dayanağını oluşturan yasa metni Anayasa Mahkemesince-yukarıda değinildiği üzere- iptal edilmiş olmakla; artık taraflar yararına usuli kazanılmış hakkın gerçekleştiğinden söz edilemez.  
  Bu noktada, usuli kazanılmış hakka ilişkin açıklama yapılmasında yarar vardır:  
 Yargıtay’ca bir kararın bozulması ve mahkemece bu bozma kararına uyulması halinde, bozulan kararın bozma sebeplerinin kapsamı dışında kalmış cihetlerinin kesinleşmiş sayılması, usuli kazanılmış hak olup; bu hüküm davaların uzamasını önlemek maksadıyla kabul edilmiş çok önemli bir usul hükmüdür.  
Bir konunun bozma sebebi sayılmamış ve başka sebeplere dayanan bozma kararına mahkemece uyulmuş olması halinde, bu durum taraflardan birisi lehine usulü bir müktesep hak meydana getirir ki, bu hakkı ne mahkeme ne de Yargıtay halele uğratabilir.  
Ne var ki, davadaki taleplerden biri hakkındaki kararın, Yargıtay’ın bozma kararının kapsamı dışında kalması (kısmi onama) ile kesinleşmesi nedeniyle doğan usulü kazanılmış hakkı, maddi anlamda kesin hüküm ile karıştırmamak gerekir. Maddi anlamda kesin hükümde, mahkeme (ve Yargıtay) davadan elini tamamen çekmiş (dava bitmiş, kesin biçimde sonuçlanmış) durumdadır. Oysa, davadaki taleplerden biri hakkındaki kararın bozma kararının kapsamı dışında kalması nedeniyle kesinleşmesi halinde, mahkeme davadan elini henüz çekmiş durumda değildir ve mahkeme hakkındaki karar bozulan taleple ilgili olarak davaya devam etmektedir. Bu davada hakkındaki karar kesinleşmiş olan taleple ilgili olarak (maddi anlamda kesin hüküm nedeniyle değil) usulü kazanılmış hak nedeniyle inceleme yapılamamaktadır. Ancak usulü kazanılmış hakkın istisnalarından birinin varlığı halinde, hakkındaki karar bozmanın kapsamı dışında kalması nedeniyle kesinleşmiş olan talep yönünden de mahkemece inceleme yapılabilir ve yeni bir karar verilebilir (Prof. Dr. Baki Kuru Hukuk Muhakemeleri Usulü 6. Baskı, cilt 5, s: 4770).  
Bu husus, 28.06.1960 tarih ve 21/9 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nda da “…Sonradan çıkan içtihadı birleştirme kararının, Temyiz Mahkemesinin bozma kararına uyulmakla meydana gelen usule ait müktesep hak esasının istisnası olarak, henüz mahkemede veya Temyiz Mahkemesinde bulunan işlere tatbiki gereklidir…” şeklinde ifade edilmiştir.  Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarında da aynı ilke geçerlidir.  Zira, Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararları usulü kazanılmış hakların istisnasını teşkil ederler.
Eldeki dava sonuçlanıp kesinleşmeden bu davaya uygulanabilecek olan yasa metni Anayasa Mahkemesi’nce iptal edildiğine göre, iptal kararı sonucu oluşan durumun 28.06.1960 tarih, 21/9 sayılı YİBK’da da belirtildiği üzere maddi anlamda kesinleşmemiş ve derdest olan eldeki davaya da uygulanması zorunludur.
Hukuk Genel Kurulu’ndaki görüşmeler sırasında bir kısım üyelerce; Yerel Mahkemece davanın 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçtiğinden bahisle reddedildiğinden ve Özel Dairece bu husus bozma kapsamı dışında bırakılmış olduğundan direnme kararının doğru olduğu, Bu bakımdan, dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerektiği belirtilmişse de Hukuk Genel Kurulu’nun çoğunluğunca bu görüşe itibar edilmemiştir.
Hukuk Genel Kurulu’nun çoğunluğunca, Yerel Mahkemece eldeki davada 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçtiğinden bahisle davanın reddine karar verilmiş ve Özel Dairece bu husus bozma kapsamı dışında bırakılmışsa da, davanın reddine gerekçe yapılan yasa metni Anayasa Mahkemesi’nce iptal edilmiştir. Anayasa Mahkemesinin iptal kararı sonucu oluşan durumun eldeki maddi anlamda kesinleşmemiş ve derdest olan davaya da uygulanmasının zorunlu olduğu ve mahkemece, yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni yasal durum dikkate alınarak, inceleme yapılması gerektiği sonuca varılmıştır.
Diğer taraftan, yargılama giderleri yönünden 18.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6099 sayılı yasanın 16 ve 17. maddeleri gözetilerek karar verilmesi gerekmektedir.
O halde, yerel mahkemece, yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda, bozma ve direnme kararlarının kapsamları ile bağlı olmaksızın, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni yasal durum dikkate alınarak karar verilmek üzere ve – diğer hususlar bu aşamada incelenmeksizin- salt bu değişik neden ve gerekçe ile direnme kararının bozulması gerekir.  
 SONUÇ: Yukarıda açıklanan gerekçelerle; Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının, mahkemece oluşan yeni yasal durum nazara alınarak karar verilebilmesi için, yukarıda gösterilen değişik nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma kapsamına göre sair temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, aynı kanunun 440. maddesi uyarınca
hükmün tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 30.01.2013 gününde oyçokluğu ile karar verildi.