YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2012/542
KARAR NO : 2012/905
KARAR TARİHİ : 28.11.2012
MAHKEMESİ : İstanbul 2. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 07/09/2011
NUMARASI : 2011/201-2011/233
Taraflar arasındaki “Tapu iptali ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul 2.Asliye Hukuk Mahkemesi’nce davanın reddine dair verilen 29.09.2009 gün ve 2007/62 E. – 2009/206 K. sayılı kararın incelenmesi davacılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 01.11.2010 gün ve 2010/11628 E. – 11318 K. sayılı ilamı ile;
(..Dava, ehliyetsizlik ve muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal-tescil, olmazsa terekeye iade isteklerine ilişkindir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacıların, miras bırakanın temlik tarihindeki rahatsızlığından bahsederek murisin ehliyetsizliği iddiasında bulundukları ve aynı zamanda muvazaa olgusuna dayanarak eldeki davayı açtıkları, mahkemece ehliyetsizlik iddiası yönünden Adli Tıp Kurumundan rapor alınarak ve muvazaa olgusu yönünden araştırma ve değerlendirme yapılmak suretiyle davanın reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.
Mahkemece, Adli Tıp Kurumunun raporu ile miras bırakanın temlik tarihlerinde hukuki ehliyete haiz olduğu belirlenerek ehliyetsizlik iddiası yönünden davanın reddine karar verilmiş olmasında bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
Muris muvazaası hukuksal nedenine gelince, dosya kapsamına göre; miras bırakanın varlıklı bir kişi olduğu, gelirinin bulunduğu, tedavi sürecinde olmasına karşılık çekişmeli taşınmazı satmasını gerektirecek nedenlerinin bulunmadığı, bunun yanında miras bırakanın parasal katkıda bulunduğu davalı kardeşi Yusuf’un, taşınmazı alım gücünün olmadığı ve taşınmazın temlik tarihindeki gerçek değeriyle akitte gösterilen değer arasındaki oransızlık gözetildiğinde temlikin muvazaalı olduğu anlaşılmaktadır.
Ancak, ikinci el konumunda olan davalı Emine yönünden yeterli araştırma yapıldığı söylenemez.
Bilindiği üzere; hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla Medeni Kanunun 2.maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988 ve 989, tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023.maddesinin özel hükümleri getirilmiştir. Öte yandan bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş, bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarakta tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Belirtilen ilke M.K. nun 1023.maddesinde aynen “tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan 3 ncü kişinin bu kazanımı korunur” şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024.maddenin 1.fıkrasına göre “Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken 3 ncü kişi bu tescile dayanamaz” biçiminde öngörülmüştür.
Ne varki; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin, iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi, hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır. Bu nedenle yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta, şeklen iyi niyetli gözükeni değil, gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması, bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim bu görüşten hareketle “kötü niyet iddiasının def’i değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğin den (resen) nazara alınacağı ilkeleri 8.ll.l99l tarih l990/4 esas l99l/3 sayılı İnançları Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda gelişmiştir.
Hal böyle olunca, yukarıda yapılan açıklamalar ışığında üçüncü kişi konumundaki taşınmazı temlik alan davalı Emine’nin iyi niyetli olup olmadığının belirlenmesi yönünden tarafların bildirecekleri tanıkların dinlenmesi, davalı E..’nin ekonomik durumunun araştırılması ve tüm kanıtlar değinilen ilkeler ile birlikte değerlendirme yapılması, sonucuna göre karar verilmesi gerekirken eksik araştırma sonucunda yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir…)
gerekçesiyle hüküm bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davacılar vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava; ehliyetsizlik ve muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal-tescil, olmazsa terekeye iade isteğine ilişkindir.
Davacılar vekili, miras bırakanın temlik tarihindeki rahatsızlığından bahsederek murisin ehliyetsizliği iddiasında bulunmuş ve aynı zamanda muvazaa olgusuna dayanarak tapu iptali ve tescil istemi ile eldeki davayı açmıştır.
Mahkemece, ehliyetsizlik iddiası yönünden Adli Tıp Kurumundan rapor alınmış, miras bırakanın temlik tarihinde hukuki ehliyete sahip olduğu belirlenerek muvazaa olgusu yönünden araştırma ve değerlendirme yapılmak suretiyle davanın reddi yönünde karar verilmiştir.
Davacılar vekilinin temyizi üzerine, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde gösterilen nedenlerle karar bozulmuştur.
Yerel Mahkemece, önceki kararda direnilmiş; hükmü temyize davacılar vekili getirmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu’nun önüne gelen uyuşmazlık; miras bırakan tarafından davalı kardeşi Yusuf’a yapılan temliki işlemin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı muvazaalı işlem olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Uygulamada ve öğretide “muris muvazaası” olarak isimlendirilen muvazaa türünün Türk Hukukunda büyük yeri ve önemi vardır. Muvazaa davalarının büyük bölümü muris muvazaasına ilişkin bulunmaktadır.
Muris muvazaası da taraf muvazaası gibi pozitif hukukumuzda ayrıntılı biçimde düzenlenmemiş, sadece Borçlar Kanununun 18. maddesinde nispi (mevsuf-vasıflı) muvazaa olarak soyut bir şekilde hükme bağlanmıştır. Ancak bu yönde pek çok davaların bulunması, toplumun gereksinmeleri ve zorlamaları ile muris muvazaası gerek öğretide ve gerekse uygulamada geniş boyutları ile ele alınmış, bu yönde görüş ve kurallar geliştirilmiş ve 01.04.1974 tarih 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararı ile hukuki temeli oluşturulmuştur.
Söz konusu muvazaada, miras bırakan ile sözleşmenin karşı tarafı, aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini genellikle satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile gizlemektedirler. Başka bir anlatımla, miras bırakan ile karşı taraf malın gerçekten temliki hususunda anlaşmışlardır. Görünüşteki ve gizlenen sözleşmelerin her ikisinde de samimi olarak temlik istenmektedir. Ne var ki, miras bırakan mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için görünüşteki satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesinin vasfı (niteliği) muvazaalı sözleşme ile değiştirilmekte, ayrıca gizli bir bağış sözleşmesi düzenlenmektedir. Görünüşteki sözleşmenin vasfı (niteliği) tamamen değiştirildiğinden, muris muvazaası aynı zamanda “tam muvazaa” özelliği de taşınmaktadır.
Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve 0l.04.1974 tarih 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığı gibi gizli bağış sözleşmesi de şekil koşullarından yoksun bulunmaktadır.
Miras bırakanın saklı pay dışındaki mallarda dilediği gibi tasarruf etme hakkı varsa da, bu temliki yaparken kanunlarda öngörülen şekil koşuluna uymak zorundadır. Miras bırakan ivazlı bir sözleşme arkasına gizleyerek, mirasçının saklı payını da temlik etmektedir. Miras bırakanın bu kötü niyeti ve onunla işbirliği içerisindeki karşı tarafın kötü niyete dayanan hakkı kanun tarafından korunamaz.
Diğer taraftan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler. Dava açan mirasçı üçüncü kişi durumunda olduğundan, davasını her türlü delil ile ispat edebilir
Hemen belirtilmelidir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, için yapılan temlikin gerçek yönünün, eş söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılması önemlidir. Bunun için de, bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun içinde ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Bu açıklamalar ışığında somut olaya bakılınca; Miras bırakan M.C.’un varlıklı biri olduğu, hastalığının ortaya çıkmasından sonra kısa aralıklarla mal varlığının büyük çoğunluğunu temlik ettiği, bu temlikler nedeniyle davacı mirasçıların aynı nitelikte davalar açtıkları, bu davalardan Şişli 4.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2007/92 esas sayılı dosyasında, mahkemenin miras bırakan tarafından kız kardeşi K..’ye yapılan satışta muvazaa olgusunun kabulüne ilişkin kararı, Yargıtay 1.Hukuk Dairesi tarafından benimsenerek bu yönden onandığı, ayrıca miras bırakanın banka kayıtlarının tetkikinde davalı kardeşi Y.tarafından paralar çekildiği bu nedenle davacılar tarafından çekilen paranın tespiti ve terekeyi iadesi için de dava açıldığı, ayrıca davalı Y.’un miras bırakan tarafından dava konusu taşınmazın temlikine yakın tarihte Darüşşafaka’ya 2.500.000 TL değerinde üç adet taşınmaz bağışı yapıldığı yönündeki beyanı ve dava konusu taşınmazın satıştaki değeriyle gerçek değeri arasında fahiş fark bulunduğu hususları gözetildiğinde miras bırakanın davalı kardeşi Y.’a taşınmaz satmasını gerektiren bir durum bulunmadığı, gerçek iradesinin mirasçılardan mal kaçırma olduğu sonucuna varılmaktadır.
Diğer taraftan, muvazaa davaları saklı pay sahibi olsun veya olmasın, her miras hakkı sahibi tarafından açılabileceği gözetildiğinde bir kısım davacıların saklı pay sahibi olmamalarının dava açmalarına engel teşkil etmeyeceği gibi bu husus aleyhlerine de yorumlanamaz.
Hal böyle olunca, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyularak, ikinci el konumunda bulunan davalı E..bakımından iyi niyetli olup olmadığı yönünde araşıtırma ve değerlendirme yapılması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Dairenin bozma kararında açıklanan nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde peşin temyiz harcının yatırana iadesine, aynı kanunun 440/1 maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 28.11.2012 gününde oybirliği ile karar verildi.