Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2011/331 E. 2011/308 K. 11.05.2011 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2011/331
KARAR NO : 2011/308
KARAR TARİHİ : 11.05.2011

MAHKEMESİ : Trabzon 3. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 03/03/2011
NUMARASI : 2011/17-2011/61

Taraflar Arasındaki “tapu iptal- terkin ve yıkım” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Trabzon 3. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 25.03.2010 gün, 2008/16E-2010/78K sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1.Hukuk Dairesinin 10.11.2010 gün ve 2010/10830 E- 11896 K. sayılı ilamı ile;
“..Dava, 3621 Sayılı Yasadan kaynaklanan tapu kaydının iptali, sicilden terkini ve muhtesatın yıkım isteklerine ilişkindir.
Mahkemece, hak düşürücü süre nedeni ile davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davalıya ait çekişme konusu 122 ada 42 parsel sayılı taşınmazın geldisi olan 862 nolu kadastral parselin kadastro tespitinin 09.09.1980 tarihinde kesinleştiği, eldeki davanın ise, 08.01.2008 tarihinde açıldığı anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere, 14 Mart 2009 tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 5841 Sayılı Yasa’nın 2. maddesi ile 3402 Sayılı Kadastro Yasası’nın 12. maddesinin üçüncü fıkrasına “Bu hüküm, iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet veya diğer kamu tüzel kişileri dâhil, tarafların sıfatına bakılmaksızın uygulanır.” cümlesi ve aynı Yasa’nın 3. maddesi ile de 3402 Sayılı Yasa’ya “Bu Kanunun 12 nci maddesinin üçüncü fıkrası hükmü, Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiası ile yürürlük tarihinden önce açılmış ve henüz kesin hükme bağlanmamış olan davalarda dahi uygulanır.” şeklindeki geçici 10. madde eklenmiştir.
Somut olayda, kadastro tespitinin kesinleşmesinden itibaren dava tarihine kadar 10 yıllık sürenin geçtiği açıktır. 3402 Sayılı Yasanın 12/3. maddesinde öngörülen süre hak düşürücü süre olup, kamu düzeni ile ilgilidir ve mahkemece davanın her aşamasında res’en gözetilmesi gerekli olumsuz dava şartlarındandır.
Özellikle, bu hususlar gözetilerek davanın reddedilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığına göre davacı hazine vekilinin diğer temyiz itirazı yerinde değildir, reddine,
Ancak hemen belirtilmelidir ki, bir taraf, dava açıldığı andaki mevzuata ve içtihat durumuna göre davasında haklı olup da, dava açıldıktan sonra yürürlüğe giren (geçmişe etkili) yeni bir yasa hükmü yada yeni bir İnançları Birleştirme Kararı gereğince davayı kaybederse, davada haksız çıkmış olmasına rağmen, yargılama giderlerinden sorumlu tutulamaz.
Anılan bu kural yasal ve yargısal uygulamada kararlılık kazanmıştır.(B.. K.., Hukuk Usulü Muhakemeleri 5. cilt, sayfa 5338, dipnot 159; 10. H.D. 21/12/1976, 8770/8739 ve dipnot 160: 5. HD 12/09/1977, 5445/5655 dipnot 161: 10.HD 24/02/1976, 6296/1297) Ayrıca, her dava açıldığı tarihteki koşullara bağlıdır. Öte yandan avukatlık ücreti 04.09.1957 tarih ve 4/16 sayılı İnançları Birleştirme Kararı uyarınca yargılama giderlerinden sayılır. Davacı hazine temyiz dilekçesinde sair nedenlerden söz etmek suretiyle bu hususa değinmiştir.
Taşınmazın kıyı kenar çizgisi kapsamında kalması halinde davacı hazinenin dava tarihinde dava açmakta haklı olacağı dikkate alındığında ve yargılama sırasında yürürlüğe giren 5841 Sayılı Yasa gereğince dava reddedildiğine göre davalının tüm yargılama giderlerinden ve avukatlık ücretinden sorumlu tutulması gerekeceğinde kuşku yoktur. Hal böyle olunca, yerinde uzman bilirkişi kurulu aracılığı ile keşif yapılarak taşınmazın kıyı kenar çizgisi içinde kalıp kalmadığının saptanması ve oluşacak duruma göre yargılama giderlerinin hüküm altına alınması gerekirken, değinilen husus göz ardı edilerek yazılı şekilde hüküm kurulması doğru değildir..”)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN : Davacı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava,3621 sayılı yasadan kaynaklanan tapu kaydının iptali, sicilden terkini ve muhtesatın yıkımı istemine ilişkindir.
Davacı Hazine; 08.01.2008 tarihinde açtığı davada, davalı adına kayıtlı ..ada.. parsel sayılı taşınmazın bir kısmının kıyıda kaldığını ileri sürüp, kıyıda kalan bölümün tapusunun iptali ile taşınmaz üzerindeki binanın yıkımına karar verilmesini istemiştir.
Davalı davanın reddini savunmuştur.
Yerel mahkemece; hak düşürücü sürenin geçtiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş; davacı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece; davanın reddedilmesinde bir isabetsizlik olmadığı, ancak yerinde uzman bilirkişiler aracılığı ile keşif yapılarak taşınmazın kıyı kenar çizgisi içinde kalıp kalmadığının saptanması ve oluşacak duruma göre yargılama giderlerinin hüküm altına alınmasının gerektiği gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Yerel Mahkemece, önceki gerekçelerle ve ayrıca davanın açıldığı tarihteki haklılık durumunun veya sonradan yürürlüğe giren yasanın, HUMK 417 maddesinde belirtilen ve yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilene yükleneceğine ilişkin genel usul kuralının istisnalarından olmadığı gerekçesiyle önceki kararda direnilmiştir.
Hükmü davacı vekili temyiz etmiştir.
Yerel mahkeme ile özel daire arasındaki uyuşmazlık; davacı tarafın davanın açıldığı tarihte dava açmakta haklı olup olmadığının belirlenmesi ve varılacak sonuca göre de lehine masraf ve vekalet ücretine hükmedilmesinin gerekip gerekmeyeceği noktasında toplanmaktadır.
Dosya içerisinden ve toplanan delillerden:
Dava konusu taşınmazın tapuya dayalı olarak, dava dışı şahıs adına tespit görüp, 09.09.1980 tarihinde kesinleştiği, davalının taşınmazı 01.06.1989 tarihinde satış suretiyle edindiği; davacı Hazine tarafından 8.1.2008 tarihinde açılan eldeki dava ile, çekişmeli taşınmazın 3621 sayılı Kıyı Kanunu’nun 4.maddesi uyarınca kıyıda kaldığının ileri sürüldüğü; yargılama sırasında 25.2.2009 tarihinde kabul edilen 5841 sayılı yasa ile 3402 sayılı Kadastro Yasası’nın 12/3.maddesi hükmünün değiştirilerek; “…Bu tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz. Bu hüküm, iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet veya diğer kamu tüzel kişileri dahil, tarafların sıfatına bakılmaksızın uygulanır.” hükmünün getirilmesi üzerine, Yerel Mahkemece 25.3.2010 tarihinde hak düşürücü süreden davanın reddine karar verildiği, anlaşılmaktadır.
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 76.maddesinde “Hakim re’sen Türk kanunları mucibince hüküm verir….” şeklinde ifadesini bulan yasal ilke gözetildiğinde; Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararlarının bu gibi kesin hüküm halini almamış derdest dosyalar yönünden uygulanmasının zorunluluğu ortadadır. İptal kararının Resmi Gazetede yayınlandığı tarihten sonra, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 76.maddesi uyarınca, yürürlükteki yasaları uygulamakla yükümlü bulunan mahkemelerin ve giderek Yargıtay’ın , iptal kararı ile yürürlükten kalkan bir yasa maddesine dayanarak inceleme yapma ve karar verme yetkisi bulunmadığından, davanın açıldığı tarihteki mevzuat ve içtihatlara uygun olarak açılan davanın, anılan iptal hükmü nedeniyle reddi halinde,tarafların sorumluluğu bulunmadığından, davada haksız çıkan taraf olarak nitelendirilip vekalet ücretiyle sorumluluklarına hükmetme olanağının bulunmadığı yönü de gözetilmelidir.
Diğer taraftan, dava devam ederken çıkan yasa nedeniyle davanın reddine karar verilmesinde haklılık haksızlık söz konusu edilemez. Yasa; eldeki davalara da bu kanun hükmünün uygulanacağını hüküm altına almakla geriye dönük uygulamayı kabul etmiştir. Bu durumlara dava tarihi itibariyle ve geriye dönük uygulama nedeniyle davanın açıldığı tarihte hak düşürücü sürenin dolmuş olacağı kabul edildiğinden artık haklılık ve haksızlığın araştırılması söz konusu olamaz.
Her ne kadar , görüşme sırasında direnme kararından sonra 18.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren ve mahkemece üzerinde inceleme ve değerlendirme yapılmamış olan 6099 Sayılı Kanunun hükümlerinin uygulanması yönünde tartışma açılmış ise de; bu yasanın eldeki davalara uygulanma olanağı bulunmamaktadır. 18.01.2011 tarihinde 6099 Sayılı Kanunun 16. maddesi yürürlüğe girmiş ve anılan madde ile 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanununa 36 ncı maddeden sonra gelmek üzere “Kamu tarafından açılan davalarda yargılama giderleri” başlığı altında 36/A maddesi ile; “ Kadastro işlemi ile oluşan tespit ve kayıtların iptali için Devlet veya diğer kamu kurum ve kuruluşları tarafından kayıt lehtarına karşı kadastro mahkemeleri ile genel mahkemelerde açılan davalarda davalı aleyhine vekâlet ücreti dâhil, yargılama giderine hükmolunmaz.” hükmü getirilmiştir. Bu hükmün getiriliş amacı farklıdır. Belirtmek gerekir ki bu yasanın uygulanabilmesi için öncelikle, görülen davada haklılık ve haksızlık oranlarına göre yargılama giderine hükmedilmesi koşullarının bulunnması gerekir. Direnmeye konu edilen olayda olduğu gibi tarafların leh veya aleyhine yargılama giderine karar verilemeyecek durumlarda 6099 sayılı yasanın uygulanma imkanı yoktur. 6099 sayılı yasanın uygulanabilmesi için ikinci koşul, Devlet veya kamu kurum ve kuruluşları tarafnıdan, kadastro işlemin ile oluşan tespit ve kayıtların iptali için açılan davanın kazanılmış olması yani kayıt ve işlemih iptaline karar verilmiş olması, böylece davacı yararına yargılama giderine hükmedilmesi şartının oluşmuş olmasıdır. Aksine dava reddedilip de, davalı yararına yargılama giderine hükmedilmesi gerekiyorsa 6099 sayılı yasanın uygulanması mümkün olmayacağından, davalı için yargılama giderlerine hükmedilecektir.
Bu yasanın amacı; Devletin Kadastroda kendisinin oluşturduğu tespit ve kayıtların yine kendisi tarafından iptali istendiğinde, kişiyi yargılama giderlerinden sorumlu tutmamaktadır. Sonuç olarak hak düşürücü süreden davanın reddi halinde 6099 sayılı yasanın uygulanma olanağı bulunmamaktadır.
Bu nedenle, aynı hususlara işaret eden direnme kararı usul ve yasaya uygun olup, onanması gerekir.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, temyiz ilam harcı peşin alındığından başkaca harç alınmasına mahal olmadığını, 11.05.2011 tarihinde oy çokluğu ile karar verilmiştir.