YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2011/242
KARAR NO : 2011/307
KARAR TARİHİ : 11.05.2011
MAHKEMESİ : İstanbul 1.Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 27.05.2010
NUMARASI : 2010/73 E-2010/101 K.
Taraflar arasındaki “markanın sicilden terkini ve manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbu 1.Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 14.09.2007 gün ve 2006/607 E. 2007/187 K sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 11.Hukuk Dairesinin 29.09.2009 gün ve 2007/14928 Es.-2009/9762 K. sayılı kararı ile;
(“…Davacı vekili, müvekkilinin “P..C..” markası üzerindeki hakları devraldığını, davalının bu tanınmış marka ile iltibas oluşturan “P.. C..” markasını adına tescil ettirdiğini ileri sürerek, davalı markasının sicilden terkinine, davalının müvekkili markasına iltibas oluşturmak suretiyle müvekkili markasına vermiş olduğu zarar nedeniyle 50.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, davacının “P… C..” ibaresi üzerindeki hakkının tanınmış markadan farklı olarak tescil kapsamındaki emtialar ile sınırlı olduğunu, müvekkili adına “P.. C..+şekil” ibareli markanın müvekkili adına 2003/08576 numarasıyla 24, 25 ve 35.sınıflarda tescilli olduğu gibi “pierre cassi mens weart+şekil” ibareli markanın aynı sınıflarda tescil başvurusunun bulunduğunu, “P..” ibaresinin herkes tarafından kullanılan ve tescil edilebilen genel bir ibare olup, markalar arasında benzerlik bulunmadığını, müvekkilinin markasını kendi emek ve çabaları ile tanıttığını tescilli marka kullanımının davacı marka hakkına tecavüz teşkil edemeyeceğini belirterek, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, iddia, savunma ve dosyadaki kanıtlara göre, davacı markasını oluşturan “P.. C..” ibaresinin bir bütün olarak markanın ayırt edici unsurunu oluşturduğu, markanın ilk kelimesini oluşturan “PİERRE” kelimesinin özel isim olup, Frankofon toplumlarda çok yaygın olduğundan tek başına banal olduğu ve davacı markası yönünden bütün içinden ayrı bir ayırt ediciliğinin bulunmadığı, bütün içerisinde ayırt ediciliği yüksek olan “C..” ibaresinin daha ön planda olduğu, davalının markasının ikinci sözcüğünü oluşturan “C..” ile davacı markası arasında görsel, işitsel veya anlamsal olarak herhangi bir benzerlik bulunmadığından orta dikkatli tüketicinin her iki markayı karıştırma ihtimalinin bulunmadığı, diğer başvurusunun ise itiraz nedeniyle kesinleşmediğinden dava koşulunun da gerçekleşmediği gerekçeleriyle davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı vekilince temyiz edilmiştir.
Dava, 556 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 7/1 (b) maddesi ve 8/1-(b) madde hükmü uyarınca davalının markasının aynı kanunun 42/1-a ve b maddesine dayalı açılmış markanın iptali istemine ilişkindir.
Davacının “P..C..” tanınmış markası markası 13.11.1997 tarihinde 18, 24 ve 25.sınıf emtialar için tescil edilmiş, davalının “P..C..+Şekil” markası ise, 15.04.2003 tarihinde 24, 25.sınıf emtialar ve 35.sınıftaki hizmetler için tescil edilmiştir. Bir markayı oluşturan unsur, o markanın başka markalardan ayırt edilebilmesini sağlayan kelime, harf, sayı vs.den oluşan şekil olup, marka birden ziyade unsuru ihtiva ediyorsa, asıl unsuru markanın bütünü İtibariyle bıraktığı izlenim, tümüne hakim olan görünüş ve ayırıcılığını vurgulayan imajda aramak lazımdır. Bir markanın koruma kapsamı bir bütün olarak bıraktığı izlenime göre saptanmalıdır. 556 sayılı Markaların Korunması Hakkındaki Kanun Hükmünde Kararname’nin 7/1-b maddesine göre, aynı veya aynı türdeki mal ve hizmetle ilgili olarak tescil edilmiş veya daha önce tescili için başvurusu yapılmış bir marka ile aynı veya ayırt edilemeyecek kadar aynı olan markalar tescil edilemez. Yine, 8/1-b madde hükmü uyarınca, daha önce tescil edilmiş veya daha eski tarihte tescili için başvuruda bulunulmuş marka ile karıştırılma ihtimali bulunan marka tescil edilemez. Davalı tescilli markasının, davacının önceden tescilli tanınmış markası ile yazılış, okunuş, görsel ve fonetik yönlerden orta seviyedeki insanlar bakımından iltibasa meydana verecek derecede benzer olduğu, davalının, sırf davacının markasından istifadeye yönelik olarak bu sözcüğü tercih ettiği anlaşılmaktadır. Bu itibarla, yukarıda anlatılanlar karşısında mahkemece tescilli taraf markaları benzer kabul edilerek değerlendirme yapılması gerekirken, markalar kendi içerisinde bölünerek yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemekle kararın davacı yararına bozulması gerekmiştir…”)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN : Davacı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle, 2494 sayılı Yasa ile değişik HUMK’nun 438/II. maddesi hükmü gereğince duruşma isteğinin reddine karar verilip dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, markanın iptali ve tazminat istemlidir.
Mahkemece, davalıya ait 2003/08576 nolu marka yönünden, davacı markasını oluşturan “P.. C..” ibaresinin bir bütün olarak markanın ayırt edici unsurunu oluşturduğu, markanın ilk kelimesini oluşturan “PİERRE” kelimesinin özel isim olup, davacı markası yönünden bütün içinden ayrı bir ayırt ediciliğinin bulunmadığı, bütün içerisinde ayırt ediciliği yüksek olan “C..” ibaresinin daha ön planda olduğu, davalının markasının ikinci sözcüğünü oluşturan “C..” ile davacı markası arasında görsel, işitsel veya anlamsal olarak herhangi bir benzerlik bulunmadığından orta dikkatli tüketicinin her iki markayı karıştırma ihtimalinin bulunmadığı, dolayısıyla davacı markası ile benzerlik olmadığı; davalıya ait 2006/50700 nolu marka yönünden ise bu başvurunun henüz kesinleşmediği ve dava koşulu gerçekleşmediğinden iptal koşullarının da oluşmadığı; gerekçesiyle her iki marka yönünden de davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece karar yukarıda başlık bölümüne aynen alınan nedenlerle bozulmuştur.
Mahkeme, önceki kararında direnmiş; 2003/08576 nolu marka yönünden ilk kararında yer alan gerekçeler çerçevesinde karar vermişse de, 2006/50700 nolu marka yönünden direndiği ilk hükümden farklı olarak bu kez davalı markasının davacı markası ile benzerlik taşımadığı değerlendirmesini yaparak gerekçesini değiştirmiş ve sonuçta davanın reddine karar vermiştir.
Hükmü davacı vekili temyize getirmiştir.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşme sırasında direnme kararı, davaya konu 2003/08576 ve 2006/50700 nolu markalar yönünden ayrı ayrı tartışılmış ve öncelikle 2006/50700 nolu marka yönünden verilen kararın gerekçesinin ilk hükümden farklı olması üzerinde durulup, ayrıca tartışılıp, oylanmış; ardından 2003/08576 nolu markaya ilişkin değerlendirmeye geçilmiştir.
I-Davacı tarafından sicilden terkini istenilen davalıya ait (24.), (25.), (35.) sınıflarda 2006/50700 Marka No’lu ticaret-hizmet marka başvurusu bakımından verilen karara yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde;
Mahkemenin 14.09.2007 günlü ilk kararında 2006/50700 Marka yönünden “…50700 nolu başvurusu ise itiraz nedeniyle kesinleşmediğinden o marka yönünden zaten dava koşulu da gerçekleşmediğinden iptal koşulları oluşmadığından” gerekçesiyle “davanın reddine” karar verilmiş; bozma üzerine ilk kararda direnilmiş ve yine dava reddedilmişse de, bu kez direnme kararının gerekçesinde “…markalar arasında karıştırmaya yol açıcı yeterli görsel, işitsel, anlamsal benzerlik bulunmadığı, orta dikkatli bilgilenmiş ihtiyatlı tüketicinin markaları karıştırma ihtimali olmadığı kanaatine varıldığı” gerekçesine yer verilmiştir.
Hemen belirtilmelidir ki, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun, bozma sonrası mahkemece yapılacak işlemleri düzenleyen 429/2.maddesinde, “…Mahkeme, temyiz edenden 434’ncü madde uyarınca peşin alınmış olan gideri kullanmak suretiyle, kendiliğinden tarafları duruşmaya davet edip dinledikten sonra, Yargıtay’ın bozma kararına uyulup uyulmayacağına karar verir” hükmü öngörülmüştür.
Bu açık hüküm karşısında, mahkemece tarafların beyanlarının alınmasından sonra yapılacak iş; açıkça ve usulüne uygun olarak, bozma nedenlerine uyulması yada eski kararda direnilmesine dair ara kararı oluşturmak olmalıdır.
Bunun nedeni, yerel mahkemelerin direnme kararlarının (H.U.M.K m.429/II), bir davayı sona erdiren (niha-i) temyizi mümkün olan son kararlardan olması ve mahkemece bozmaya uyulması ya da direnilmesi yönünde karar verilmesi halinde, taraflar yararına usulü kazanılmış hakkın gerçekleşmesine neden olmasıdır.
Diğer taraftan, bir davanın taraflarının o dava yönünden, mahkemece hangi nedenle haklı veya haksız bulunduklarını anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için, ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, kuşkuya yer vermeyecek bir açıklık taşıyan ve usulünce verilmiş direnme ya da uyma kararının bulunması, zorunludur.
Yine, direnme kararlarının hukuksal niteliklerinin doğal sonucu ve gereği olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun yapacağı inceleme ve değerlendirme, bozma üzerine Yerel Mahkemelerce verilmiş direnme kararlarına ve direnilen noktaya münhasır olduğundan, yukarıdaki tüm gerekçelerin yanında, özel olarak bu bakımdan da mahkemenin açıkça ve usulünce direnme ya da uyma kararı vermesi, bir zorunluluktur.
Bu noktada; usulüne uygun bir direnme kararından söz edilebilmesi için, Özel dairenin bozma kararı ile mahkemenin bozulan ilk hükmü ortadan kalktığından ve geçerliliğini yitirdiğinden, direnme kararında, önceki bozulan hükmün yeniden yazılması ve özellikle önceki bozulmuş olan eski kararın tekrar edilmesi gerektiği kuşkusuzdur. Mahkeme, eski kararını aynen direnme kararına geçirdikten sonra, sadece eski kararının gerekçesini yasal sınırlarda genişletmek yetkisini haizdir (m.429/III). Sonucu itibariyle ilk hüküm gibi karar verilmiş; ancak gerekçe tamamen değiştirilmişse artık burada yasal anlamda genişletmenin varlığından söz edilemez.
Gerçek anlamda bir direnme kararının varlığını kabul için; mahkeme, bozma kararından sonra hiçbir inceleme yapmaksızın karar vermeli; sonuçta bozulan ilk kararındaki hükmü oluşturmalı; kararının gerekçesinde de temel olarak ilk kararının gerekçesindeki mantıktan ayrılmamalıdır.
Direnme kararlarının bir davayı sona erdiren ve bu niteliği itibariyle de temyiz olanağı bulunan kararlardan olması nedeniyle mahkeme, direnme kararı ile bağlıdır. Diğer bir ifadeyle, direnme kararı ile davadan elini çeken ve davayı yeniden sona erdirmiş bulunan mahkemenin, hangi yönüyle olursa olsun, sonradan direnme kararının yanlış olduğu kanısına varsa bile, artık direnme kararından dönmesi; sonucunu ya da gerekçesini tamamen değiştirmesi esasen olanaklı değildir.
Şu açıklamalardan anlaşıldığı üzere; hukuki mahiyeti itibariyle davaya son veren ve yerel mahkemenin işten el çekmesini gerektiren, ilk hükümle aynı olması gereken direnme kararının, usulen temyiz mercii olan Hukuk Genel Kurulunca bozulmadan, mahkemece ortadan kaldırılması ve yeni bir karar verilmesi usulen olanaklı olmadığı gibi; ilk hükümde direnildiğine karar verilmesine rağmen, bu karara aykırı ve taraflar yönünden gerçekleşen usuli kazanılmış haklar da gözetilmeden bozma konusu olan ilk hükmün sonucu ya da gerekçesi tümüyle değiştirilmek suretiyle oluşturulan kararın da, usulüne uygun bir direnme kararı olarak kabul edilemeyeceği, her türlü duraksamadan uzaktır.
Somut olayda; mahkeme önceki kararında direnmiş ve sonuçta ilk karar gibi davanın reddine karar vermiş ise de direnme kararının gerekçesini ilk kararındaki gerekçeden farklı ve iki karar arasında çelişki doğacak biçimde oluşturmuştur. Kararın bu haliyle usulüne uygun olduğunun kabulüne olanak bulunmamaktadır.
Mahkemece yapılacak iş; önceki kararında direnmekle oluşan usuli kazanılmış hakları da gözeterek 2006/50700 nolu marka yönünden kurduğu ilk hükmün gerekçesini değiştirmeden aynı çerçevede direnme gerekçesi oluşturmak olmalıdır.
O halde, direnme kararının 2006/50700 nolu markaya ilişkin bölümünün, yerel mahkemece açıklanan şekilde karar verilmek üzere ve bu değişik gerekçeyle usulden bozulması gerekir.
II-Davacı tarafından sicilden terkini istenilen davalıya ait (24.), (25.), (35.) sınıflarda 2003/08576 Marka No’lu hizmet-ticaret markası bakımından verilen karara yönelik temyiz itirazlarına gelince;
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, 2003/08576 nolu marka yönünden önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
S O N U Ç : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile;
1-Yukarıda (I.) maddede açıklanan nedenlerle, direnme kararının 2006/50700 nolu markaya ilişkin bölümünün, HUMK’ nun 429.maddesi gereğince usulden BOZULMASINA, oybirliği ile;
2-Yukarıda (II.) maddede açıklanan nedenlerle, direnme kararının 2003/08576 nolu markaya ilişkin bölümünün,Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK’ nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, oyçokluğu ile;
3-İstek halinde temyiz peşin harcının davacı tarafa geri verilmesine oybirliği ile;
11.05.2011 gününde karar verildi.