Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2011/187 E. 2011/284 K. 04.05.2011 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2011/187
KARAR NO : 2011/284
KARAR TARİHİ : 04.05.2011

MAHKEMESİ : Muğla 2. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 23/02/2010
NUMARASI : 2009/727-2010/61
Taraflar arasındaki “vakfın şerhinin terkini” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Muğla 2. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 31.03.2009 gün ve 2008/460 E- 2009/243 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 14.Hukuk Dairesinin 29.06.2009 gün ve 2009/7442-8071 sayılı ilamı ile;
(…Dava, …ve ..parsellerin tapu kaydındaki “M…V.S.. Vakfı” şerhinin terkini istemi ile açılmıştır.
Davalı, davanın reddini savunmuştur..
Mahkemece, taşınmazlara vakıf şerhinin kadastro tespitlerinin kesinleşmesinden on yıl geçtikten sonra konulduğundan, 5841 sayılı Kanunda öngörülen hak düşürücü sürenin geçtiği gerekçesiyle dava kabul edilmiştir.
Hükmü, davalı idare temyiz etmiştir.
5737 sayılı Vakıflar Kanunu 27.02.2008 tarihli Resmi Gazetede yayınlanmış ve aynı tarihte yürürlüğe girmiştir. Yasanın geçici 5.maddesi hükmüne göre vakıf şerhleri ile ilgili devam etmekte olan davalarda diğer kanunlarda yer alan zaman aşımı ve hak düşürücü sürelere ilişkin hükümlerin bu kanun açısından uygulanmayacağı kuralı getirildiğinden, burada 5841 sayılı Kanunun 2.maddesinden öngörülen kadastro tutanaklarının kesinleşmesi ve hak düşürücü süreyi düzenleyen 3402 sayılı Kadastro Kanununun değişik 12.maddesinin uygulanma olanağı yoktur.
Mahkemece yapılması gereken iş, çekişmenin esasına ilişkin taraf delillerini toplamak, toplanacak delillerin sonucuna uygun hüküm kurmak olmalıdır. Bu yön gözardı edilerek isteğin yazılı olduğu şekilde kabulü doğru olmadığından karar bozulmalıdır…)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN : Davalı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, tapulu taşınmaz üzerine Vakıflar İdaresinin talebi ile sonradan konulan vakıf şerhinin silinmesi istemine ilişkindir.
Davacı , maliki olduğu taşınmazları satış suretiyle edindiği tarihte kayıtlar üzerinde vakıf şerhinin mevcut olmadığını, daha sonra davalı idarenin tek taraflı olarak re’sen vakıf şerhi koydurduğunu, kadastro tespitlerinin yaklaşık elli yıl önce yapıldığını, tutanaklarda vakfa ilişkin bir şerhin de bulunmadığını ileri sürüp taşınmazları üzerinde bulunan vakıf şerhinin terkinine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı Vakıflar Genel Müdürlüğü vekili, tapu kaydına işlenen vakıf şerhinin taşınmazın geldi kayıtlarında mevcut olup, vakfın ivaz alacağının gayrımenkul mükellefiyeti niteliğinde olduğunu, 5737 sayılı yasa ile yeni düzenlemenin getirildiğini, M.K.849 .maddesine göre önceki kayıt ve belgelerden aslının vakıf taşınmaz olduğunun anlaşılması halinde vakıf şerhinin gitti kayıtlarına sonradan işaret bulunmasının yeni maliki taviz bedeli ödemekten kurtaramayacağı, yeni malikin iyiniyet savunmasına da itibar edilemeyeceği cevaben bildirmiştir.
Mahkemenin, “tespitin kesinleşmesinden itibaren 10 yıllık hak düşürücü sürenin fazlası ile geçmiş olduğu, tapuya işlendiği tarihte hak düşürücü süre nedeni ile geçerliliği bulunmayan vakıf şerhinin tapu kaydından silinmesini istemekte davacının hukuksal yararının bulunduğu ve diğer yandan edinme tarihi itibarı ile tapu kaydının aleniliği ve tapu kaydına güven ilkesinden yararlanan davacı yararına korunulması gerekli kazanılmış hakkın da mevcut olduğu ” gerekçesiyle davanın kabulüne dair verdiği karar, Özel Dairece yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuştur. .
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında beliren uyuşmazlık; vakıf şerhinin terkinine ilişkin eldeki davada şerhin konuluş tarihi itibariyle hak düşürücü sürenin geçtiğini kabule olanak bulunup bulunmadığı, bu tür şerhler için hak düşürücü sürenin söz konusu olup olmayacağı, noktasında toplanmaktadır.
Dosyadaki kayıt ve belgelerden,. parsel ve ..parsel sayılı taşınmazların satış suretiyle davacı adına 06.01.1992 tarihinde sicil kaydının oluştuğu, kayıtlardaki vakıf şerhinin 02.08.1995 tarihinde konulduğu, geldisi olan …parsele ait Tapulama tutanağı incelendiğinde ise dava dışı şahıs adına 19.10.1957 tarihinde tespit edildiği ve tespitin 10.07.1958 tarihinde kesinleştiği, dayanağı olan 14.03.1947 tarih 51 nolu dayanak tapunun dosya içerisinde olmadığı, tapulama tutanağında da vakıf şerhinin olmadığı, Aydın Vakıflar Bölge Müdürlüğünce Muğla Tapu Sicil Müdürlüğü’ne gönderilen yazı üzerine, taşınmazın tapu kaydına davalı idarenin tek taraflı işlemiyle , mahkeme kararı olmaksızın vakıf şerhinin konulduğu, dosya kapsamından anlaşılmaktadır.
Bu noktada, öncelikle konuya ilişkin kanuni düzenlemelerin irdelenmesinde yarar vardır:
21.06.1987 günlü ve 3402 Sayılı Kadastro Kanunu’nun 12.maddesinin;
Birinci fıkrası “30 günlük ilan süresi geçtikten sonra, dava açılmayan kadastro tutanaklarına ait sınırlandırma ve tespitler kesinleşir.”;
Üçüncü fıkrası da “Bu tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz.”
hükmünü taşımaktadır.
Vakıf şerhinin tapu sicilinden silinmesi ya da tapu siciline yazılmasına ilişkin istemleri içeren davalarda da, 3402 Sayılı Kadastro Kanunu’nun 12.maddesinde öngörülen on yıllık hak düşürücü sürenin uygulama alanı bulduğu, 02.04.2004 tarih ve Esas: 2003/1; karar:2004/1 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararıyla kabul edilmiştir.
Ne var ki, anılan İçtihadı Birleştirme Kararından sonra 03.03.2005 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak aynı gün yürürlüğe giren 22.02.2005 gün ve 5304 sayılı Kadastro Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 11. maddesiyle 3402 sayılı Kanuna eklenen Ek madde 1’de açıkça ; “…Tapu kayıtlarında icareteyn veya mukataalı olduğuna dair vakıf şerhi bulunan taşınmazlarda 12 nci maddenin 3 üncü fıkra hükümleri uygulanmaz.” hükmüne yer verilmiştir.
Bilindiği üzere; kanunların zaman bakımından yürürlüğü konusundaki kural, geleceğe etkililiktir. Eş söyleyişle, kural olarak kanunlar geçmişe etkili olarak uygulanmazlar. Bu kuralın istisnalarından biri, geçmişe etkililik konusunda ilgili kanunda açık bir hükmün bulunması; başka bir ifadeyle, kanunun geçmişe etkili olarak uygulanacağına dair açık bir hükmü bizzat içermesidir.
Öğreti ve uygulamada, kamu düzeni ve genel ahlaka ilişkin kurallar ile yargılama hukukunu düzenleyen kanunların da geçmişe etkili olacakları, dolayısıyla, anılan kuralın istisnaları arasında bulundukları kabul edilmektedir.
Yargıtay’ın konuya ilişkin kararlılık kazanmış uygulamasında, yukarıda açıklanan kuraldan ve istisnalarından hareketle; 5304 Sayılı Kanun’un geçmişe yürürlülük konusunda açık bir hüküm taşımaması ve belirtilen diğer istisnalardan her hangi birinin de söz konusu olmaması karşısında, 5304 sayılı Kanunun 11. maddesiyle 3402 S.K.na eklenen ek 1. maddenin geçmişe etkili olmayacağı kabul edilmiştir (Hukuk Genel Kurulu’nun 14.3.2007 gün ve 2007/3-121-128; 05.12.2007 gün ve 2007/3-921-939; 6.2.2008 gün ve 2008-3-60-94 sayılı kararları).
Hal böyle iken; 20.2.2008 gün ve 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 18. maddesinde konuyla ilgili olarak farklı bir düzenleme getirilmiş ve bu yeni düzenlemenin devam etmekte olan davaları da kapsayacak şekilde geçmişe etkili olacağı geçici 5. maddede belirtilmiştir.
Anılan Kanun’un 18. maddesi;
“Tapu kayıtlarında, icareteyn ve mukataalı vakıf şerhi bulunan gerçek ve tüzel kişilerin mülkiyetinde veya tasarrufundaki taşınmazlar, işlem tarihindeki emlak vergisi değerinin yüzde onu oranında taviz bedeli alınarak serbest tasarrufa terk edilir. Ancak miri arazilerden mukataalı hayrata tahsis edilmeyenler ile aşar ve rüsumu vakfedilen taşınmazlar tavize tâbi değildir.
Taviz bedelinin hesaplanmasında; ortaklığın giderilmesi veya cebri icra yoluyla satılanlarda satış bedeli, kamulaştırmalarda ise kamulaştırma bedeli esas alınır.
Bu Kanun hükümleri gereğince taviz bedelinin tamamı vakfı adına ödenmedikçe, taşınmaz üzerindeki temliki tasarruflar tapu dairelerince tescil olunmaz.
Vakıf şerhleri ile ilgili olarak, diğer kanunlarda yer alan zamanaşımı ve hak düşürücü sürelere ilişkin hükümler uygulanmaz.”
Hükmünü amirdir.
Kanunun Geçici 5. Maddesi ise;
“Vakıf şerhleri ile ilgili devam etmekte olan davalarda; diğer kanunlarda yer alan zamanaşımı ve hak düşürücü sürelere ilişkin hükümler bu Kanun açısından uygulanmaz.”
hükmünü taşımaktadır.
Görüldüğü üzere, 20.2.2008 gün ve 5737 sayılı Vakıflar Kanunu, hem, 18. maddesiyle dava konusu uyuşmazlığın da özünü oluşturan taviz bedeli konusunda yürürlükten kaldırdığı 2762 sayılı Vakıflar Kanunu’ndakinden farklı ve yeni bir düzenleme getirmiş; hem de, vakıf şerhleri ile ilgili olarak, diğer kanunlarda yer alan zamanaşımı ve hak düşürücü sürelere ilişkin hükümlerin uygulanmayacağını öngörmüştür. Dahası, geçici 5. maddeyle, bu düzenleme devam etmekte olan davalarda da uygulanacak şekilde geçmişe yürütülmüştür.
Belirtilmelidir ki; geçici 5. maddede yer alan ‘Vakıf şerhleri ile ilgili devam etmekte olan davalar’ ifadesi, sadece vakıf şerhinin konulması veya silinmesi talebiyle açılan davaları değil; somut olayda olduğu gibi, taviz bedelinin alınmasına dayanak oluşturan vakıf şerhinin hukuka aykırı şekilde konulduğu iddiasına dayalı olarak açılmış olan ve ödenen taviz bedelinin istirdadı istemini içeren davaları da kapsamaktadır.
Somut olaya gelince;
Dosya içersinde bulunan Kadastro tutanaklarının incelenmesinden, dava konusu taşınmazın dayanak tapu kayıtlarının bulunduğu ve bu tapu kayıtlarına istinaden malikleri adına tespit edildiği anlaşılmış, ne var ki; mahkemece, bu dayanak tapu kayıtları getirtilmemiştir.
Davalı idare, dava konusu taşınmazın geldi kayıtlarında vakıf şerhi bulunduğunu, ileri sürmektedir.
Belirtilen tüm bu yasa hükümleri ve ilkelerin ışığı altında mahkemece öncelikle; dava konusu taşınmazın kadastro sırasında tespitine esas alınan tapu kayıtları ilk tesisinden itibaren bütün intikalleri ile birlikte şahsiyet ve vakfiyet durumlarını gösterir kayıt ve öteki belgeler ilgili mercilerden getirtilmeli; Tapu Kadastro Genel Müdürlüğünden ve Vakıflar Genel Müdürlüğünden kayda işaret edilmiş vakfın türü hakkında bilgi alınmalı, vakfın niteliği, dava konusu taşınmazın vakıf malı olup olmadığı araştırılmalı; ayrıca, yukarıda açıklanan maddi ve yasal olgular gözetildiğinde, davalı idarenin mahkeme kararı olmaksızın ve tek taraflı irade ile vakıf şerhi koydurma yetkisi bulunmadığı da göz önüne alınarak, tüm bu hususlar birlikte değerlendirilmek suretiyle varılacak uygun sonuç çerçevesinde bir karar verilmelidir.
Mahkeme açıklanan şekilde inceleme yapmaksızın; hak düşürücü sürenin geçtiğinden bahisle, eksik incelemeye dayanarak karar vermiş olmakla bu karar usul ve yasaya aykırıdır.
O halde, yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerle direnme kararının bozulması gerekir.
SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda gösterilen değişik nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 04.05.2011 tarihinde oybirliği ile karar verildi.