Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2010/93 E. 2010/88 K. 17.02.2010 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2010/93
KARAR NO : 2010/88
KARAR TARİHİ : 17.02.2010

MAHKEMESİ : Antalya Tüketici Mahkemesi
TARİHİ : 11/06/2008
NUMARASI : 2008/192-2008/371
Taraflar arasındaki “İstirdat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Antalya Tüketici Mahkemesince “davanın kabulüne” dair verilen 25.04.2007 gün ve 2006/22-2007/162 sayılı kararın incelenmesi davalı vekilince istenilmesi üzerine, Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin 14.01.2008 gün ve 2007/10418 E.-2008/200 K. sayılı ilamıyla;
(…Davacı, 1997 yılında dava dışı G… Y…. İle davalı banka arasında düzenlenen kredi kartı üyelik sözleşmesini kefil sıfatı ile imzaladığını, borcun ödenmemesi nedeniyle davalı bankanın 4.1.2005 tarihli 4.529,52 YTL’lik borcun ödenmesi talebini içeren ihtarnamesi üzerine, borcun tamamını 11.1.2005 tarihinde ödediğini, ancak yapmış olduğu araştırmada kefalet limiti dışındaki borçtan sorumluluğu bulunmadığını, kefalet limitinin de 1.000.000.000 TL olduğunu öğrendiğini ileri sürerek, limit haricinde ödediği miktar nedeniyle fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere, şimdilik 1.000,00 YTL’nin ödeme tarihinden itibaren reeskont faizi ile birlikte iadesine karar verilmesini istemiş, ıslah dilekçesi ile de talebini 3.654,00 YTL’ye çıkarmıştır.
Davalı, ödemenin 11.1.2005 tarihinde yapılmasına rağmen davanın ise bir yıllık zamanaşımı süresinden sonra 27.1.2006 tarihinde açıldığını savunarak, davanın öncelikle zamanaşımı nedeniyle, kabul edilmediği takdirde ise esastan reddini dilemiştir.
Mahkemece, Davacının kefalet limiti ile sorumlu olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı, kefil sıfatıyla imzalamış olduğu, davalı ile dava dışı asıl borçlu arasındaki kredi sözleşmesine ilişkin borcun ödenmemesi nedeniyle, davalı banka tarafından borcun ödenmesi istemiyle gönderilen 4.1.2005 tarihli ihtar üzerine 11.1.2005 tarihinde borcu ödemiş, 27.1.2006 tarihinde de eldeki davayı açmıştır. Davanın hukuki niteliği, sebepsiz zenginleşmeye ilişkin olup, Borçlar Kanununun 60. maddesi gereğince davalının sebepsiz zenginleştiği ödeme tarihinden itibaren 1 yıl içerisinde bu davanın açılması gerekirken, 1 yıl geçirildikten sonra açılmış olması nedeniyle davada zamanaşımı süresi dolmuştur. O halde davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde kabulüne karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir…)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalı vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, kredi kartı sözleşmesine dayalı istirdat istemine ilişkindir.
Mahkemenin, davanın kabulüne dair verdiği karar, Özel Daire’ce yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuş; Yerel Mahkemece, “Davacının kefalet limitini ve borçlu olmadığı kısmı yargılama sırasında öğrendiği, zamanaşımı süresinin haksız ödeme tarihinde değil, öğrenmeden itibaren başlayacağı, bu nedenle davada bir yıllık zamanaşımı süresinin henüz dolmadığı” gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir. Hükmü temyize davalı vekili getirmektedir.
Dosyadaki mevcut belge ve delillerden anlaşıldığı üzere; davalı banka tarafından matbu olarak düzenlenen 14.02.2000 tarihli dava dışı G…. Y…. ve davalı banka arasındaki kredi kartı sözleşmesini davacı S…. K…. müşterek ve müteselsil borçlu(kefil) sıfatıyla imzalamıştır. Davalı banka tarafından Antalya 7.Noterliğinin 04.01.2005 tarih ve 380 yevmiye nolu ihtarnamesiyle kredi kartı sözleşmesi feshedilerek, 04.01.2005 tarihi itibariyle gecikme faizi ile birlikte 4.529,52 YTL’nin fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere bir(1) gün içerisinde ödenmesinin istenilmesi üzerine, davacı anılan ihtarnamenin tebliğ edildiği 11.01.2005 tarihinde 4.654,00YTL ödeme yapmak suretiyle borcu kapatmıştır.
Sözleşmede el yazısı ile kefalet limiti yazılı olmakla birlikte limitin “bir milyar” TL(Bin YTL) mi yoksa “beş milyar” TL(Beşbin YTL) mi olduğunun anlaşılamaması üzerine, yargılama sırasında yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu kefalet limitinin “bir milyar” TL(Bin YTL) olduğu anlaşılmıştır.
Yerel mahkeme ile Yüksek Özel Daire arasında, gerek maddi olgunun gerçekleşme biçimi ve gerekse davanın sebepsiz zenginleşme (haksız iktisap) hukuki sebebine dayanan bir geri alma davası olduğu konusunda, herhangi bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.
Yerel Mahkeme, gerek bozulan ilk kararında ve gerekse direnme kararında, davanın sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre çözümlenmesi gerektiğini kabul etmiş; bu kabul şeklini, Yüksek Özel Daire de benimsemiştir.
Ne var ki, Hukuk Genel Kurulu’ndaki görüşmeler sırasında bir kısım üyeler, yerel mahkeme ile Özel Daire arasında davanın sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre çözümlenmesi gerektiğini kabul etmeleri karşısında, artık bu kabul şeklinin dışına çıkılamayacağını ileri sürmüşler ise de, çoğunluk bu görüşe katılmamıştır.
Bu şekliyle uyuşmazlık; dava zamanaşımı süresinin sözleşme hukuku çerçevesinde mi, yoksa sebepsiz zenginleşme kurallarına göre mi belirleneceği, dava açma süresi ve bu sürenin başlangıç tarihinin ne olduğu; sonuçta eldeki davanın yasal sürede açılıp açılmadığı, noktalarında toplanmaktadır.
Öncelikle sebepsiz zenginleşme kavramı ve hukuki işlemlerden doğan borçlardan farkının açıklanması gerekmektedir.
Sebepsiz zenginleşmeden söz edilebilmesi için; bir taraf zenginleşirken diğerinin fakirleşmesi, zenginleşme ve fakirleşme arasında uygun nedensellik bağının bulunması ve zenginleşmenin hukuken geçerli bir nedene dayalı olmaması gerekir.
818 sayılı Borçlar Kanunu’nun konuya ilişkin 61 ve devamı maddelerindeki düzenlemelere göre, sebepsiz zenginleşme; geçerli olmayan veya tahakkuk etmemiş yahut varlığı sona ermiş bir nedene ya da borçlu olunmayan şeyin hataen verilmesine dayalı olarak gerçekleşebilir.
Sebepsiz zenginleşme bunlardan hangisi yoluyla gerçekleşmiş olursa olsun, sebepsiz zenginleşen, aleyhine zenginleştiği tarafa karşı, geri verme borcu altındadır.
Öte yandan, hukuki işlemin borç doğurmasının nedeni irade açıklamasıdır. Sebepsiz zenginleşmenin borç doğurmasının nedeni ise, tam aksine, kişinin iradesi dışında malvarlığında bir eksilmenin meydana gelmesidir.
Bunun sonucu olarak, taraflar arasında malvarlıkları arasındaki değişim bir sözleşmeye, yani tarafların açıkladıkları iradeye dayanırsa, sebepsizlikten ve dolayısıyla sebepsiz zenginleşmeden söz edilemez.
Hukuki işlemlerden ve bunun en yaygın türü olan sözleşmeden doğan borçlarda, borçlunun borcunu anlaşmaya uygun olarak yerine getirmesi gerekir. Borçlu anlaşmaya uygun hareket etmezse, alacaklı borca aykırılık hükümlerini işletir ve mümkün ise borcun aynen ifasını, değilse doğan zararının giderilmesini talep eder. Sebepsiz zenginleşmede ise, sadece mal varlığındaki eksilmenin giderilmesinin talep edilmesi söz konusudur.
Bütün bu açıklamalara göre, sebepsiz zenginleşme alacaklıya, ikinci derecede (tali nitelikte) bir dava hakkı temin eder. Malvarlığındaki azalmanın başka asli nitelikteki davalarla önlenmesi mümkün ise, sebepsiz zenginleşme davası gündeme gelemez.
Aynı ilkenin bir sonucu olarak, sözleşmeden doğan bir hukuki ilişkinin bulunduğu hallerde tarafların sebepsiz zenginleşmeye dayanan bir talepte bulunması olanaklı değildir.
Yukarıda değinilen ilkeler, Hukuk Genel Kurulu’nun 13.6.2007 gün ve 2007/18-330 E.-350 K. sayılı kararında da benimsenmiş olup, sözleşme niteliğindeki yüklenme senedinden kaynaklanan uyuşmazlıkta, fazla ödenen paranın geri alınmasının sözleşme hükümleri çerçevesinde çözümlenmesi gerektiği kabul edilmiştir.
Nitekim, Hukuk Genel Kurulu’nun 6.1.1968 gün ve E:1966/T-1728, K:6 sayılı kararında da, feshedildiği ileri sürülen bir sözleşmeden kaynaklanan uyuşmazlığın, sözleşme hükümleri çerçevesinde çözümlenmesi ve zamanaşımının da buna göre belirlenmesi gerektiği kabul edilmiştir.
Somut olayda; kefalet, taraflar arasında imzalanan ve feshedildiği ileri sürülen kredi kartı sözleşmesine dayalı olup, uyuşmazlık sözleşme ilişkisinden kaynaklanmaktadır. Bu itibarla, taraflar arasında imzalanan sözleşmeden sonra, sözleşmeden kaynaklanan uyuşmazlığın; sebepsiz zenginleşme kurallarına göre değil, sözleşme hukuku çerçevesinde çözümlenmesi gerektiği kuşkusuzdur.
Bu nedenle, eldeki davada 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 125.maddesinde öngörülen on yıllık zamanaşımı süresinin uygulanması gerekir.
Diğer taraftan, Hukuk Genel Kurulu’ndaki görüşmeler sırasında bir kısım üyeler, uyuşmazlıkta sebepsiz zenginleşme hükümlerinin uygulanması gerektiği, somut olayda davacının sözleşmedeki kefalet limitini bildiği, bu nedenle B.K. 66.maddesindeki zamanaşımı süresinin ödeme tarihinden itibaren başlayacağını ileri sürmüşler ise de, çoğunlukça, sebepsiz zenginleşme hükümlerinin uygulanması gereken durumlarda sürenin ödeme tarihinden itibaren değil, davacının sorumlu olduğu kefalet limitini yargılama sırasında öğrendiği, bu nedenle zamanaşımı süresinin kanunun sözüne daha uygun düşen öğrenme tarihinden itibaren başlayacağı dolayısıyla da , davanın yasal süresi içerisinde açıldığı benimsenmiştir.
Tüm bu açıklamalar ışığında; davanın kabulü sonucu itibariyle doğru ise de, yerel mahkemenin gerekçesi usul ve yasaya uygun olmadığından, direnme kararının yukarıda ayrıntısıyla açıklanan şekilde taraflar arasındaki uyuşmazlığın sözleşmeden kaynaklanması nedeniyle geri alma davasının B.K.125.maddesindeki on(10) yıllık zamanaşımına tabi olması karşısında, yasal süre içerisinde açılan davanın bu nedenle kabulü gerektiği yönündeki değişik gerekçe ile onanması gerekmiştir.
SONUÇ: Açıklanan gerekçeyle; davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile temyiz olunan direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçelerle ONANMASINA, 17.02.2010 gününde oyçokluğu ile karar verildi.