Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2010/80 E. 2010/80 K. 17.02.2010 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2010/80
KARAR NO : 2010/80
KARAR TARİHİ : 17.02.2010

MAHKEMESİ : Horasan Sulh Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 06/07/2009
NUMARASI : 2009/114-2009/146
Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Horasan Sulh Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 22.09.2008 gün ve 2006/ 374 E., 2008/229 K. sayılı kararın incelenmesinin gerçek kişi davalılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 04.05.2009 gün ve 2009/109 E., 2009/2197 K. sayılı ilamı ile,
“…Davacı Behçet Karasu vekili tarafından davalılar Hazine, E…. köyü tüzel kişiliği, R… E…. ve müşterekleri aleyhine açılan …ada … Ve … ada …. parsellerin tapu kayıtlarının iptaliyle adlarına ve tescili davasının yapılan yargılaması sonunda davanın …. Ada … Parsel yönünden kabulüne ve … ada …. parsel yönünden reddine karar verilmesi üzerine hüküm gerçek kişi davalılar vekili tarafından …. ada ..parsel yönünden temyiz edilmiştir.
Dava konusu …. Ada …. Parsel, 15.3.2006 tarihinde yapılan kadastro çalışmalarında, 25.5.1976 tarih …. Sıra numaralı tapu kaydı uygulanarak M…. Çocukları R… E…., S… E… ve M.Ş… E….. adlarına 1/3’er paylı olarak tesbit edilmiş,tutanak 14.6.2006 tarihinde kesinleşmiştir. Davacı 80 yılı aşkın zilyetlik nedeni ile dayanak 25.5.1976 tarih 153 sıra numaralı tapu kaydındaki intikalden önce kazanma süresi ve koşullarının oluştuğunu açıkladığına göre 3402 s.k.nun 13/B-c maddesine göre iptal ve tescil isteğinde bulunduğu anlaşılmaktadır.
Mahkemece 12.7.2007 ve 2.7.2008 tarihlerinde yapılan keşiflerde dinlenen yerel bilirkişi ve taraf tanıkları dava konusu taşınmazın 40-50 yıldır davacı, babası ve dedesi tarafından ekilip biçildiğini, davalıların bir zilyetliklerinin bulunmadığını ifade etmişlerdir. 3402 sayılı Kadastro Kanununun 13/B-c maddesine göre tapulu taşınmazın zilyetlik yolu ile kazanılabilmesi için diğer koşullar yanında intikal tarihine kadar 20 yıllık kazanma süresinin de geçmesi gerekmektedir. Somut olayda keşiflerde dinlenen yerel bilirkişi ve tanıklar davacı tarafın zilyetliğinin 40-50 yıl olduğunu ifade ettiklerine, keşif tarihi itibariyle bu tarihin 1957-1967 yıllarına tekabül etmesine, bu tarihten 25.5.1976 intikal tarihine kadar kazanma için gereken 20 yıllık iktisap süresi dolmadığına göre taşınmazın bu maddeye göre kazanılması mümkün değildir. Mahkemece açıklanan nedenle 101 ada 11 parsel yönünden de davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile kabulüne karar verilmiş olması doğru olmamıştır.
Yukarıda açıklanan nedenlerle gerçek kişi davalılar vekilinin temyiz itirazları yerinde görüldüğü…” gerekçesiyle oyçokluğuyla bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalılar R… E…. , M. Ş….E…. ve M. S…El….vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, olağanüstü zamanaşımı nedeniyle kazanmayı sağlayan zilyetliğe dayalı tapu iptal ve tescil istemine ilişkindir.
Davacı; dava konusu taşınmazların murisleri dedesi ve babasından intikal ettiğini, yetmiş yıldan uzun süredir zilyetliklerinde olduğunu ve davalılara ait tapu kaydının yirmi yıldan uzun süre intikal görmemesi nedeniyle değerini kaybettiğini ileri sürerek, taşınmazların tapusunun iptali ile adlarına tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Mahkemece davanın kısmen kabulüne karar verilmiş; gerçek kişi davalılar vekilinin temyizi üzerine özel dairece, yukarıda başlık bölümüne aynen alınan gerekçeyle kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği süresinin dolmaması nedeniyle davanın reddi gerektiğinden bahisle bozulmuştur.
Mahkemenin, dava konusu 101 ada 11 nolu parsel yönünden direnmeye ilişkin kararını davalı gerçek kişiler vekili temyize getirmiştir.
Davanın yasal dayanağını, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 713 ve devamı maddeler oluşturmakta; 713. maddenin birinci fıkrasında “Tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir.” denilmekte; üçüncü fıkrasında ise “Tescil davası, Hazineye ve ilgili kamu tüzel kişilerine veya varsa tapuda malik gözüken kişinin mirasçılarına karşı açılır.” hükmü yer almaktadır.
Bilindiği üzere taraf ehliyeti davada taraf olabilme yeteneği olup, dava şartlarındandır. Dava şartları mahkemece resen göz önünde tutulur.
Bu nedenle, direnmeye yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlığın çözümünde öncelikle bir mirasçı tarafından, terekeye konu taşınmaza ilişkin olarak açılan tapu iptali ve tescil davasında, yargılama aşamasında taraf teşkili sağlanarak yargılamaya devam edilip edilemeyeceği hususu incelenmelidir.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “Miras Ortaklığı” başlıklı 640 maddesi:
“Birden çok mirasçı bulunması halinde, mirasın geçmesiyle birlikte paylaşmaya kadar, mirasçılar arasında terekedeki bütün hak ve borçları kapsayan bir ortaklık meydana gelir.
Mirasçılar terekeye elbirliğiyle sahip olurlar ve sözleşme veya kanundan doğan temsil ya da yönetim yetkisi saklı kalmak üzere, terekeye ait bütün haklar üzerinde birlikte tasarruf ederler.
Mirasçılardan birinin istemi üzerine sulh mahkemesi, miras ortaklığına paylaşmaya kadar bir temsilci atayabilir.
Mirasçılardan her biri, terekedeki hakların korunmasını isteyebilir. Sağlanan korumadan mirasçıların hepsi yararlanır….”
hükmünü içermektedir.
Aynı Kanunun 701 ve devam eden maddelerine göre tereke elbirliği (iştirak) mülkiyetine tabidir.
Elbirliği (iştirak) halinde mülkiyet, yasa veya yasada gösterilen sözleşmeler uyarınca, aralarında ortaklık bağı bulunan kişilerin, bu ortaklık nedeniyle bir mala veya hakka birlikte malik olma durumudur.
Medeni Kanunun 701-703. maddelerinde düzenlenen bu tür mülkiyetin (ortaklığın) tüzel kişiliği olmadığı gibi ortaklardan her birinin doğrudan doğruya bir hakkı da bulunmamaktadır. Mülkiyet, bir bütün olarak ortakların hepsine aittir. Başka bir deyişle, ortaklık tasfiye ile sona erinceye kadar ortaklardan her birinin ayrı bir mal veya hakkı olmayıp, hak sahibi ortaklıktır. Elbirliği (iştirak) halinde mülkiyet türünde malikler, mülkiyet payları ayrılmadığından paydaş değil, ortaktır. Bu ilke Medeni Kanunun 701. maddesinde “…Kanun ve kanunda öngörülen sözleşmeler uyarınca oluşan topluluk dolayısıyla mallara birlikte malik olanların mülkiyeti, elbirliği mülkiyetidir.
Elbirliği mülkiyetinde ortakların belirlenmiş payları olmayıp her birinin hakkı, ortaklığa giren malların tamamına yaygındır…” biçiminde yer almıştır.
Bu itibarla elbirliği (iştirak) halinde mülkiyette, ortaklar arasında zorunlu dava arkadaşlığı bulunmaktadır. Yasada veya elbirliği (iştirak) halinde mülkiyeti oluşturan anlaşmada ortaklık adına hareket etme yetkisinin kime ait olacağı belirtilmemişse ortaklığın tasfiyesini isteme hakkı dışındaki tüm işlemlerde ortakların (iştirakçilerin) oybirliği ile karar almaları ve birlikte hareket etmeleri zorunludur.
Medeni Kanunun 702/2. maddesi “…Kanunda veya sözleşmede aksine bir hüküm bulunmadıkça, gerek yönetim, gerek tasarruf işlemleri için ortakların oybirliğiyle karar vermeleri gerekir…” hükmünü getirmiştir.
Ne var ki bu kural, uygulamada yumuşatılarak, 11.10.1982 tarih, 1982/3-2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararıyla bir ortağın tek başına dava açabileceği; ancak, davaya devam edebilmesi için öteki ortakların olurlarının alınması veya miras şirketine atanacak temsilci aracılığıyla davanın sürdürülmesi gerektiği kabul edilmiştir.
Medeni Kanunun 702/4. maddesinde “…ortaklardan her biri, topluluğa giren hakların korunmasını sağlayabilir. Bu korumadan bütün ortaklar yararlanır…” hükmü öngörülmüştür.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu yürürlüğe girmeden önce elbirliği ile (iştirak halinde) mülkiyet 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi’nin 581. maddesinde düzenlenmişti. Ancak uygulamada karşılaşılan bazı güçlüklerin giderilmesi için yeni düzenlemede Medeni Kanunun 640. maddesine “Mirasçılardan her biri, terekedeki hakların korunmasını isteyebilir. Sağlanan korumadan mirasçıların hepsi yararlanır” hükmünü içeren dördüncü fıkra eklenmiştir. Maddenin gerekçesinde de belirtildiği gibi, mirasta terekenin tabi olduğu elbirliği mülkiyetine yöneltilen en güçlü eleştiri, birlikte hareket etme zorunda olmaları nedeniyle mirasçıların bireysel olarak terekedeki hakların korunması amacıyla hareket edememeleriydi. Maddeye eklenen dördüncü fıkra, bu eksikliği giderme amacına yönelik olarak getirilmiştir.
Buna göre; olağan koruma eylemleri ve buna bağlı olarak onarımlar, mahsullerin toplanması bozulacak olanların satılması, acele olarak yapılması zorunlu bulunan işlemin yerine getirilmesi ile istihkak, elatmanın önlenmesi, tapu sicilinde hak sahipliğinin saptanması gibi taksimi mümkün olmayan talepler, ortaklardan her biri tarafından dava yoluyla ileri sürülebilir.
Terekeye ait haklar üzerinde tasarruf söz konusu ise ortakların oybirliği ile karar vermeleri Medeni Kanunun 702/2. maddesinin açık hükmü gereği olduğuna göre, tasarruf işlemi niteliğindeki zilyetliğe dayalı tescil davasında da tüm mirasçıların birlikte hareket etmeleri suretiyle birlikte dava açmaları veya terekeye temsilci atanması ve bu yolla davanın yürütülmesi gerekir. Ancak bir mirasçı özellikle acele hallerde; miras şirketinin menfaatini korumak için, bütün mirasçılar adına, yalnız başına dava açarsa, mirasçı kendi açtığı böyle bir davayı yalnız başına yürütemez. Davayı bütün mirasçıların birlikte yürütmesi gerekir. Bu halde, mahkeme bir mirasçının açtığı davayı hemen reddedemez, diğer mirasçıların davaya katılımlarının sağlanması, muvafakatının alınması veya terekeye temsilci tayin ettirilmesi için davacıya uygun süre vermelidir.
Ancak dava halefiyet esasına göre tereke adına değil de kendi miras payı için açılmış ise tüm mirasçıların onayının alınmasına gerek bulunmamaktadır. Bir ya da bir kısım mirasçı terekeye ait bir mal veya alacaktan yalnız kendi payına düşen kısım için yalnız kendi adına dava açarsa, böyle bir dava reddedilir. Çünkü, bir veya bir kısım mirasçının iştirak halindeki pay üzerinde tasarrufta bulunma yetkisi yoktur. Böyle bir dava diğer mirasçıların paylarını kapsamadığından ve aynı zamanda onlar adına da açılmadığından, davaya diğer mirasçıların katılmasına (icazet vermesine) imkan yoktur. Diğer bir anlatımla, öteki mirasçıların davaya katılmalarının sağlanması veya yöntemine uygun biçimde muvafakatlarının alınması, yada miras ortaklığına bir mümessil tayin edilerek onun huzuru ile davaya devam edilmesi mümkün değildir ve davanın reddi gerekir.
Aynı nedenle, tereke temsilcisi de, bir mirasçının yalnız kendi payı için açmış olduğu davaya icazet verip davayı devam ettiremez. (Prof.Dr.Baki Kuru Hukuk Muhakemeleri Usulü Altıncı Baskı 2001, Cilt 1. sh.984 vd.)
Nitekim, Hukuk Genel Kurulu’nun 1.11.1972 gün 1972/2-869 E., 891 K. Sayılı kararında da; “iştirak halindeki taşınmazlarda her paydaşın hakkı, o şeyin tamamına sari ve şamil olup, pay sahibinin muayyen bir yeri yoktur. Onun için mirasçılardan birinin veraset senedini esas alıp, kendini belli bir payın sahibi olarak kabul etmesi ve buna dayanarak dava açması caiz olmaz. Çünkü dava, tasarruf kapsamına girer. Şayi cüzde tasarruf geçersizdir. (MK.m.630) Olayda davacı, veraset belgesine göre, taşınmazdaki mefruz payı bakımından ve sırf kendi yararını koruma amacı ile dava açmış olup, MK.nun 630 maddesi karşısında bu dava mesmu değildir. Hal böyle olunca MK.nun 581 maddesinden yararlanarak ve özellikle miras şirketine mümessil tayini yoluyla, esasen mesmu olmayan bir davanın görülebilir hale getirilmesi düşünülemez” gerekçesine yer verilmiştir. Yargıtay’ın yerleşik uygulaması ve öğretinin görüşü de bu yöndedir.
Hemen belirtelim ki, doktrinde ve Yargıtay uygulamasında kararlılık kazanan görüşe göre, asıl olan terekenin paylaşılmamış olmasıdır. Paylaşmaya dayanan taraf bu hukuksal olguyu kanıtlamakla yükümlüdür.
Yukarıda anlatılan ilkeler dikkate alındığında somut olayda, davacı miras bırakanlarından bu yana devam edegelen zilyetliğe dayanarak ve özellikle dava dilekçesinde “zilyetliğimizde olan taşınmazın adımıza tesciline” ibaresine yer vererek ortaklık adına tapu iptal ve tescil davası açmıştır. İnşaî dava niteliğini taşıyan zilyetliğe dayalı tescil davasında, elbirliği (iştirak) halinde mülkiyet söz konusu olduğunda; davaya katılmayan ortakların olurlarının alınması ya da miras şirketine atanacak temsili aracılığıyla davanın sürdürülmesi; bu yolla davanın görülebilirlik koşulu yerine getirildikten sonra esası hakkında hüküm kurulması gerekir.
Mahkemece yapılması gereken; davacı ile murisleri arasındaki ırsi ilişkiyi saptayan veraset ilamlarının celbedilmesi, davada yer almayan diğer mirasçıların davaya dahil edilmeleri veya olurlarının alınması ya da terekeye temsilci tayin edilmesi suretiyle taraf teşkilinin sağlanmasından sonra işin esasına girilmesidir.
Mahkemece, davada taraf olabilme yeteneğinin dava şartlarından olduğu, bu hususun mahkemece resen göz önünde tutulacağı göz ardı edilerek; yukarıda ayrıntısı ile açıklanan eksikler tamamlanmadan işin esasına girilerek hüküm kurulması doğru olmayıp, usul ve yasaya da aykırıdır.
Direnme kararı, açıklanan bu değişik gerekçeyle bozulmalıdır.
SONUÇ: Davalılar R…E…. , M. Ş…E…ve M. S…E…vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda gösterilen değişik nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, 17.02.2010 günü yapılan ikinci görüşmede oybirliğiyle karar verildi.