Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2010/75 E. 2010/121 K. 03.03.2010 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2010/75
KARAR NO : 2010/121
KARAR TARİHİ : 03.03.2010

MAHKEMESİ : İstanbul 14. Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ : 07/10/2009
NUMARASI : 2009/472-2009/664
Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul Asliye 14. Ticaret Mahkemesince davanın reddine dair verilen 18.12.2006 gün ve 2006/138 E., 2006/740 K. sayılı kararın incelenmesinin davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 20.01.2009 gün ve 2007/5750 E., 2009/473 K. sayılı ilamı ile;
“…Davacı vekili, müvekkilinin Interbank Antalya Şubesi’ndeki parasını davalı bankanın Antalya Şubesi’ne aktararak bir ay vadeli hesap açılması talimatı verdiğini, Almanya’da ikamet eden müvekkiline yaklaşık 20 gün sonra “Egebank Off-Shore Ltd’e ait hesap cüzdanı gönderildiğini, müvekkilinin yapılan işlemi kabul etmediğini 23.12.1999 tarihinde hem Egebank Off-Shore Ltd’e hem de davalı banka personeli Hatice Kızıldağ’a faks yoluyla ihtar ettiğini, bir sonuç alamayan davacının davalı banka genel müdürlüğüne, Antalya Şubesi’ne ve off-shore bankasına faks yoluyla 05.01.2000, 03.02.2000, 07.02.2000 tarihli ihtarları göndererek parasının vadeli hesaba çevrilmesini istediğini, yine de sonuç alamayan davacının Antalya Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2001/60 E, 2001/118 K sayılı dosyasında alacak davası açtığını, ancak söz konusu davada yapılan yargılama sonucunda müvekkilinin işlemden haberdar olur olmaz derhal itiraz etmeyerek yapılan işlemi kabul etmiş sayıldığı ve Egebank Off-Shore’un ayrı bir tüzel kişiliği olduğu gerekçesiyle husumetten reddine karar verildiği, öncelikle off-shore bankaya müracaatla hukuki sürecin tüketilmesini şart koşan Yargıtay kararları üzerine alacağın bir kısmı olan 8875 USD’nın tahsili amacıyla Egebank Off-Shore Ltd. aleyhine girişilen icra takibi sonucunda müvekkiline 13.630,42 YTL meblağlı aciz vesikası verildiğini ve böylece off-shore bankası yönünden müracaat ve hukuki süreci tüketme şartının tahakkuk ettiğini, davacı müvekkiline açıkça garanti veren ve bu hususta süresinde off-shore işlemine itiraz etmesini engelleyen davalının zarardan sorumlu olduğunu belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla aciz belgesine bağlanan 13.630,42 YTL’nın faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, davacının daha önce açmış olduğu alacak davasının reddedilerek kesinleştiğini, somut olayda kesin hüküm bulunduğunu, davanın zamanaşımına uğradığını, davacının parasının onun talimatıyla off-shore bankasına havale edildiğini, dosyaya sunulu aciz belgesinin usulünce alınmadığını belirterek, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, iddia, savunma ve dosyadaki kanıtlara göre, Antalya Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2001/60 E, 2001/118 K sayılı kesinleşmiş ilamının iş bu davanın tarafları ve konusuyla aynı olmakla kesin hüküm teşkil ettiği gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı vekilince temyiz edilmiştir.
Dava, davacının rızası hilafına vadeli hesap açmayıp, gönderilen paranın davalı banka görevlilerince off-shore hesaba virman edilmesi ve sonrasında banka görevlilerince yapılan yönlendirme ve telkinlerle davacının yapılan işleme karşı koymasının geciktirildiği ve bu suretle doğan davacı alacağının davalının verdiği garantiler ve taahhütler sonucu oluştuğu iddiasına dayalı olarak açılmıştır.
Mahkemece, kesin hüküm oluşturduğu kabul edilen Antalya Asliye Ticaret Mahkemesinin 2001/60 E,2001/118 K sayılı ilamı ise davacıya off-shore bankasına ait hesap cüzdanı gönderilmesi üzerine, davacının bu duruma derhal karşı çıkmayarak yapılan uygulamayı benimsediği, bu suretle paranın off-shore bankası nezdinde olduğunun kabulünün gerektiği gerekçesiyle verilmiştir.
Yukarıda kısaca açıklanmaya çalışıldığı üzere, asıl davada dayanılan maddi vakıa paranın davalı uhdesinde olduğuna yönelik iken işbu davada davalının yönlendirmeleri sonucu paranın off-shore hesabına aktarıldığı iddiasına dayalı olarak açılmıştır. Kesin hükümden söz edilebilmesi için, tarafların ve müddeabihin aynı olmasının yanı sıra dava sebeplerinin de aynı olması gerekir, dava sebebinden maksadın ise hukuki sebepler değil, bilakis davanın dayanağı olan vakıalar olduğu yerleşmiş yargı kararları ve ağırlıklı doktrin görüşleriyle ortaya konulmuştur. Bu durumda, kesin hüküm bakımından davanın gerçek sebebi vakıalardır. Çünkü hakim, bu vakıalarla bağlı olduğu ve bunlar dışındaki vakıaları re’sen nazara alamadığı için (HUMK’nun 75,1 md.), birinci davada yalnız o vakıalar için inceleme yapmış ve yalnız o vakıalara dayanarak kararını vermiştir, şu halde kesin hüküm yalnızca o vakıalar bakımından oluşmuştur. Buna karşılık aynı taraflar arasında, aynı konuda açılan ikinci davanın dayandığı vakıalar, birinci davada ileri sürülen vakıalardan farklı ise, birinci dava sonucunda alınan hüküm ikinci davada kesin hüküm teşkil etmez ve ikinci dava mesmudur; çünkü iki dava arasında sebep birliği mevcut değildir. Somut olayda, ilk açılan davanın dayandığı maddi vakıa ile işbu temyize konu davanın dayanağı maddi vakıa arasında bir ayniyet bulunmadığından, mahkemece, işin esasına girilerek hasıl olacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde kesin hükmün varlığının kabulü ile davanın reddine karar verilmiş olması hatalı olmuş ve kararın açıklanan nedenle davacı yararına bozulmasına karar vermek gerekmiştir…”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN : Davacı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, alacak istemine ilişkindir.
Davacı, davalı bankada vadeli hesap açılması için gönderdiği parasının dava dışı Egebank Off-Shore Ltd.’e aktarıldığını, açtığı ilk davada işlemden haberi olur olmaz itiraz etmemesi nedeniyle işlemi benimsediğinin kabul edildiği ancak işlemi öğrendiğinde davalı banka ile yaptığı görüşmelerde hesabın açıldığı dava dışı banka için kendi bankalarının şahsi teminatı altında olduğu, yüksek getirisi ve vergi kolaylığı nedeniyle bu hesabın açıldığını beyan ettiklerini, buna rağmen kendisinin işlemi kabul etmeyerek düzeltilmesini istediğini belirterek aciz belgesine bağlanan alacağın tahsilini talep etmiş, yerel mahkemenin davanın reddine dair verdiği karar, yukarıda belirtilen nedenle Özel Dairece bozulmuş, yerel mahkemece; davacı tarafından her iki davada dayanılan maddi vakıaların aynı olduğu, davacının her iki davada da aslında davalı bankaya yatırdığı paranın dava dışı off-shore bankaya davalı banka tarafından bu yönde iradesi bulunmamasına rağmen aktarıldığı vakıalarına dayandığı, maddi vakıaların aynı olması nedeniyle kesin hüküm bulunduğu gerekçesiyle önceki kararda direnilmiştir.
Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle; yargılama hukuku açısından “dava şartı” ile “kesin hüküm” kurum ve kavramlarının temel hukuki esasları üzerinde durulmasında yarar vardır.
Dava şartları, mahkemenin davanın esası hakkında yargılamada bulunabilmesi için gerekli olan şartlardır. Diğer bir anlatımla; Dava şartları, dava açılabilmesi için değil mahkemenin davanın esasına girebilmesi için aranan kamu düzeni ile ilgili zorunlu koşullardır.
Mahkeme, hem davanın açıldığı günde, hem de yargılamanın her aşamasında dava şartlarının tamam olup olmadığını kendiliğinden araştırıp, inceler ve bu konuda tarafların istem ve beyanları ile bağlı değildir. Dava şartları dava açılmasından, hüküm verilmesine kadar varolmalıdır. Dava şartlarının davanın açıldığı günde bulunmaması ya da bu şartlardan birinin yargılama aşamasında ortadan kalktığının öğrenilmesi durumunda mahkemenin davayı mesmu (dinlenebilir) olmadığından reddetmesi gerekir.
Dava şartlarından bazıları olumlu (davanın açılması sırasında var olması gerekli); bazıları ise olumsuz (davanın açılması sırasında bulunmaması gereken) şartlardır.
Bu bağlamda, olayla sıkı bağlantısı nedeni ile hemen vurgulayalım ki, dava konusu uyuşmazlığın daha önce bir kesin hüküm ile çözümlenmemiş olması (olumsuz) dava şartıdır. Birinci dava ile ikinci davanın müddeabihlerinin (konusunun), dava sebeplerinin (vakıaların) ve taraflarının aynı olması maddi anlamda kesin hüküm oluşturur (H.U.M.K.m.237). Kesin hüküm, hem bireyler için hem de Devlet için hukuki durumda bir kararlılık ortaya koyar. Bununla, hukuki güvenlilik ve yargı erkine güven sağlandığından kamu yararı ile doğrudan ilgilidir.
Hemen belirtilmelidir ki, kesin hükmün amacı kişiler arasındaki uyuşmazlıkların kesin bir biçimde çözümlenmesidir. Bu amacın gerçekleşmesinde, hem kişilerin hem de Devletin yararı vardır. Çünkü kişiler, arasındaki uyuşmazlığın kesin bir biçimde sonuçlanması için dava sırasında bütün olanaklarını kullanırlar ve dava sonucunda verilecek kararla artık, bu uyuşmazlığın sona ermesini isterler. Bu açıdan, Devletin de menfaati söz konusudur. Çünkü Devlet, mahkemelerin sınırsız bir biçimde aynı uyuşmazlık (dava) ile, sürekli ve yinelenerek meşgul edilmesini istemez.
Dava konusu uyuşmazlık hakkında bir kesin hüküm bulunuyorsa, aynı konuda, aynı taraflar arasında ve aynı dava sebebine dayanılarak yeni bir dava açılamaz.
Kesin hüküm itirazı, davanın her aşamasında ileri sürülebilir ve mahkemede; (Yargıtay’da) davanın her aşamasında kesin hükmün varlığını kendiliğinden gözetip, varsa davayı kesin hükümden (dava şartı yokluğundan) reddetmesi gerekir. Yine kesin hüküm itirazı mahkemede ileri sürülmemiş olsa dahi, ilk defa Yargıtay’da (temyiz veya karar düzeltme aşamasında) da, dahası bozmadan sonrada ileri sürülebilir. Bu bakımdan usuli kazanılmış hakkın istisnasıdır ve tarafların iradesine de bağlı olmayan mutlak bir etkiye sahiptir. O nedenle kesin hükmün varlığı, yargılamanın bir kesiminde nazara alınmamış olması diğer bir kesiminde ele alınmasını engellemez.
Kesin hüküm ikiye ayrılır. Bunlar şekli anlamda kesin hüküm ve maddi anlamda kesin hükümdür.
Şekli anlamda kesin hüküm, sözü edilen karara karşı artık bütün olağan yasa yollarının kapandığı anlamına gelir. Bazı son kararlar verildikleri anda kesindirler (Örneğin HUMK.m.427).
Yasa yolu açık olan bir karar, yasa yoluna başvurma süresi geçmekle de kesinleşir. Öte yandan, temyiz yolu açık olan bir karar temyiz edilip sonuçta onanmış ve karar düzeltme süresi geçirilmişse, ya da karar düzeltme istemi de reddedilmişse, veyahut yasa yoluna başvurmaktan feragat edilmişse verilen hüküm şekli anlamda kesinleşir.
Bir hüküm bir kere şekli anlamda kesinleşirse, artık bu hükme karşı, olağan yasa yollarına başvurulamaz. Bir kararın maddi anlamda kesinleşmesi için öncelikle şekli anlamda kesinleşmesi gerekir.
Maddi anlamda kesin hükmün koşulları HUMK.m.237’de açıklanmıştır. Bunlar; dava konularının (müdeabihlerinin), dava nedenlerinin ve yanlarının aynı olmasıdır.
Somut olayda görülmekte olan dava ile, daha önce görülen davanın yanlarının aynı olduğu konusunda bir tereddüt bulunmamaktadır.
Kesin hükmün ikinci koşulu olan müddeabih, dava konusu yapılmış olan hak, yani dava ile elde edilmek istenilen sonuçtur. Önceki dava ile yeni davanın müddeabihlerinin (konularının) aynı olup olmadığını anlamak için hakimin eski davada verilen kararın hüküm fıkrası ile yeni davada ileri sürülen talep sonucunu karşılaştırması gerekir.
Eski ve yeni davanın konusu olan maddi şeyler fiziki bakımdan aynı olsa bile, bu şeyler üzerinde talep olunan haklar değişikse, müddeabihler aynı değil demektir
Kesin hükmün üçüncü koşulu ise dava sebebinin aynı olmasıdır. Dava sebebi, hukuki sebep olmayıp, davacının davasını dayandırdığı vakıalardır. Öyle ise; her iki davanın da dayandığı maddi vakıalar (olaylar) aynı ise, diğer iki koşulun da bulunması halinde kesin hükmün bulunduğundan söz edilebilir.
Somut olayın bu açıdan incelenmesinde; ilk davada davacı; davalı bankaya off-shore talimatı vermediğini, aksine davalı banka ile mevduat sözleşmesi yapmak istediği halde talimatı dışında off-shore hesabı açıldığını belirterek paranın iadesi talebi ile alacak talebinde bulunmuştur. Eldeki davada ise off-shore hesabı nedeniyle zarara uğradığı, bu zararın davalı bankanın taahhüt ve garantileri ile yönlendirmesi sonucu açılan off-shore hesabından kaynaklandığı olgusuna dayalı olarak tazminat talep edilmiştir.
Açıkça görüldüğü üzere iki dava açısından dayanılan maddi olgularda farklılık bulunmakta olup iki dava arasında sebep birliği mevcut olmadığından; ilk davanın eldeki dava yönünden kesin hüküm teşkil ettiğinden sözedilemez. Mahkemece işin esasına girilerek hüküm kurulmalıdır.
Yapılan bu açıklamaların ışığında Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
S O N U Ç : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcın geri verilmesine 03.03.2010 gününde oybirliği ile karar verildi.