Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2010/613 E. 2010/566 K. 10.11.2010 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2010/613
KARAR NO : 2010/566
KARAR TARİHİ : 10.11.2010

MAHKEMESİ : Pendik 2.Sulh Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 02.03.2010
NUMARASI : 2009/515 E-2010/237 K.
Taraflar arasındaki kira tespiti davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Pendik 2.Sulh Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 10.03.2009 gün ve 2007/529 E-2009/536 K. sayılı kararın incelenmesi taraf vekillerince istenilmesi üzerine, Yargıtay 3.Hukuk Dairesinin 01.10.2009 gün ve 2009/12435-14578 sayılı ilamı ile;
(“…Dava dilekçesinde 23.10.2002 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere kira parasının net: 2.684,28 Euro’ya yükseltilerek tesbiti istenilmiştir.
Mahkemece, kira parasının 23.10.2002 tarihinden itibaren 5.000 TL.olarak tesbitine karar verilmiş, hüküm davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, sair temyiz itirazları yerinde değildir.
Taraflar arasındaki kira sözleşmesi 01.09.1997 başlangıç tarihli olup süresi 10 yıldır. Kira parası aylık net: 6.000 DM olarak kararlaştırılmış, sözleşme koşullarına göre ikinci beş yılın kira parası, ilk beş yılın sonunda günün koşullarına göre belirlenecektir.
Kira sözleşmesi henüz sona ermeyip kira parasının tesbiti istenen dönem kira süresi içerisindedir. Bu bakımdan kira parasının yabancı para üzerinden kararlaştırıldığı da gözetilerek yabancı para olarak hükmedilmesi gerekir.
Bundan ayrı, taraflar kira sözleşmesinde 23.10.2002 tarihinden itibaren kira parasının tesbit edileceğini kararlaştırmış iseler de, dava 16.03.2007 tarihinde açılmış bulunmaktadır. Mahkemece, kira parasının 23.10.2002 tarihinin ekonomik koşulları gözetilerek yabancı para üzerinden tesbiti gerekir. Ne var ki, 23.10.2002 tarihi koşulları gözetilerek belirlenecek kira parasının dava tarihine kadar ödene geldiği nedeni ile dava tarihinden itibaren geçerli olmak üzere ve ödenen kira parasından az olmamak koşulu ile tesbiti gerekir.
Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir…”)
bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalı vekili ve Fer’i Müdahil vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, kira tespiti istemine ilişkindir.
Mahkemece ilk kararın hüküm fıkrasında “Davanın kısmen kabulü ile dava konusu taşınmazın aylık kira parasının 23.10.2002 tarihinden itibaren 5.000,00 TL olarak tespitine, fazla istemin reddine karar verilmiştir.
Taraf vekillerinin temyizi üzerine Özel Dairece hüküm yukarıda başlık bölümüne aynen alınan nedenlerle bozulmuştur.
Mahkemece bozmaya kısmen uyulmasına, tespite esas alınacak başlangıç tarihi yönünden ise direnilmesine karar verilmiş; oluşturulan kısa kararda 2.071.25 Euro olarak tespite karar verilmişken, gerekçeli kararda 3.071.25 Euro olarak tespiti şeklinde hüküm oluşturulmuştur.
Hukuk Genel Kurulu’nda işin esasının incelenmesine geçilmeden önce, yukarıda içeriklerine yer verilen direnmeye ilişkin kısa ve gerekçeli kararların usulüne uygun olup olmadığı; kendi aralarında çelişki içerip içermedikleri; usulü sorunlar olarak öncelikle incelenip değerlendirilmiştir.
Durum bu olunca konuya ilişkin şu genel açıklamaların yapılmasında yarar görülmüştür:
Mahkeme kararlarında nelerin yazılacağı 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 388.maddesinde belirtilmiştir. Hüküm sonucu kısmında gerekçeye ait her hangi bir söz tekrar edilmeksizin isteklerin her biri hakkında verilen hükümle taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların mümkünse sıra numarası altında birer birer açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekir.
Aynı kural HUMK. nun 389.maddesinde tekrarlanmış; keza yine aynı Kanunun 381.maddesinde “kararın tefhimi en az 388.maddede belirtilen hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçilerek okunması suretiyle olur” hükmüne yer verilmiştir.
Bu biçim yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereğidir. Aksi hal, yeni tereddüt ve ihtilaflar yaratır. Hatta giderek denebilir ki, dava içinden davalar doğar. Hükmün hedefine ulaşmasını engeller, Kamu düzeni ve barışı oluşturulamaz. Ayrıca bozma kararı ile ilk hüküm hayatiyetini yitirdiğinden ona atıf suretiyle hüküm tesisi yukarıda açıklanan kurallara uygun düşmeyeceği gibi bozma kararı karşısında uyulup uyulmama yönünden varılacak sonucun ortaya konulması dolayısıyla direnme ve uymaya yönelik hüküm fıkralarının da aynı unsurları taşıması gerektiği aşikardır.
Diğer taraftan, yasanın aradığı anlamda oluşturulacak kısa ve gerekçeli kararların hüküm fıkralarının açık, anlaşılır, çelişkisiz, uygulanabilir olmasının gerekliliği kadar; kararın gerekçesinin de, sonucu ile tam bir uyum içinde, o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak; kısaca, maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterecek nitelikte olması gerekir.
Zira tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için, ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş; hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması, zorunludur.
Bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılması gerektiğini öngören Anayasa’nın 141/3.maddesi ve ona koşut bir düzenleme içeren Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 388.maddesi, işte bu amacı gerçekleştirmeye yöneliktir.
Öte yandan, mahkeme kararlarının taraflar, bazen de ilgili olabilecekleri başka hukuki ihtilaflar yönünden etkili ve bağlayıcı kabul edilebilmeleri, bu kararların yukarıda açıklanan nitelikte bir gerekçeyi içermesiyle ve kısa karar ile gerekçeli karar arasında tereddüte yol açacak çelişkiler taşımaması ile mümkündür.
Önemle vurgulanmalıdır ki, direnme kararlarının hukuksal niteliklerinin doğal sonucu ve gereği olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun yapacağı inceleme ve değerlendirme sırasında gözeteceği temel unsurlardan birini, bozmaya karşı tarafların beyanlarının tespiti ile uyulup uyulmama konusunda verilen ara kararları ile sonuçta hüküm fıkrasını içeren kısa ve gerekçeli kararların birbiriyle tam uyumu ve buna bağlı olarak da kararın ortaya konulan sonucuna uygun gerekçesi oluşturmaktadır. Bunlardan birisinde ortaya çıkacak farklılık ya da aksama çelişki doğuracaktır ki bunun açıkça usul ve yasaya aykırılık teşkil edeceği kuşkusuzdur.
Başka bir ifadeyle, mahkemece düzenlenecek kısa ve gerekçeli kararlara ilişkin hüküm fıkralarında, Özel Daire bozma ilamına hangi açılardan uyulup hangi açılardan uyulmadığının hüküm fıkrasını oluşturacak kalemler yönünden tek tek ve anlaşılır biçimde kaleme alınması, varsa hükmedilen miktarların doğru ve çelişki oluşturmayacak biçimde ortaya konulması; kararın gerekçe bölümünde de bunların nedenlerinin ne olduğu ve bozmanın niçin yerinde bulunmadığı ve dolayısıyla mahkemenin bozulan önceki kararının hangi yönleriyle hukuka uygun olduğunun açıklanması, kararın yargısal denetimi açısından aranan ön koşullardır.
Nihayet, direnme kararları, yapıları gereği, Yasa’nın hukuka uygunluk denetimi yapmakla görevli kıldığı bir Yargıtay dairesinin bu denetimi sonucunda hukuka aykırı bularak, gerekçesini açıklamak suretiyle bozduğu bir yerel mahkeme kararının aslında hukuka uygun bulunduğuna, dolayısıyla bozmanın yerinde olmadığına ilişkin iddiaları içerdiklerinden, o iddiayı yasal ve mantıksal gerekçeleriyle birlikte ortaya koymak zorunda olduğu gibi, direnilen ve uyulan kısımları da kalem kalem net ve birbirine uygun bir biçimde içermelidir.
Nitekim, aynı ilkeler Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 19.3.2008 gün ve 2008/15-278 E. 2008/254 sayılı kararında da vurgulanmıştır.
Çelişkili karar verilmesi durumunda hakimin bu çelişkiyi giderecek şekilde, önceki kararıyla bağlı olmaksızın karar verebileceği açıktır.
Ayrıca, duruşma tutanaklarının silinti kazıntı içermemesi ve kurulan hükmün tereddüte yol açacak unsurlar taşımaması; varsa düzeltmelerin mutlaka onaylanarak okunaklı biçimde yapılması gerekir.
Bu genel açıklamaların ışığında somut olaya bakıldığında:
Mahkemece kısa kararda hüküm altına alınan miktar karalanmış; 2.071,25 Euro olarak tespite karar verilmiş; direnmeye ilişkin gerekçeli kararda ise hüküm altına alınan miktar kısa kararla çelişki oluşturacak şekilde 3.071,25 Euro olarak yer almıştır. Bu haliyle birbiriyle çelişik kararlar verildiği anlaşılmaktadır.
Aslolan kısa karar ve burada ortaya konulan hüküm fıkrası olmakla birlikte, direnme kararının kapsamını belirleyen kısa kararın da yasanın amacı doğrultusunda çelişki ve tereddüde meydan vermeyecek şekilde açık ve anlaşılır olması dolayısıyla da gerekçeli karara etkisi göz ardı edilmemeli; bu kararlar birbiriyle çelişik olmamalıdır.
Mahkemenin, çelişki içeren ve birbiriyle de uyum içinde olmayan kısa ve gerekçeli hüküm fıkraları, usul ve yasaya uygun bulunmamıştır.
Yerel mahkeme kararının işin esasına yönelik temyiz itirazları incelenmeksizin salt bu usulü eksikliğe dayalı olarak bozulması gerekmiştir.
S O N U Ç : Direnme kararının yukarıda açıklanan gerekçelerle H.U.M.K. nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre işin esasına yönelik temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 10.11.2010 gününde oybirliği ile karar verildi.