Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2010/612 E. 2010/565 K. 10.11.2010 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2010/612
KARAR NO : 2010/565
KARAR TARİHİ : 10.11.2010

MAHKEMESİ : Ankara 18.Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 08.07.2010
NUMARASI : 2010/154 E-2010/266 K.
Taraflar arasındaki alacak davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 18.Asliye Hukuk Mahkemesince yetkisizliğe dair verilen 15.07.2009 gün ve 2009/93-2009/291 sayılı kararın incelenmesi Davacılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin 15.02.2010 gün ve 2009/12338-2010/2090 sayılı ilamı ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle,yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davacılar vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, alacak istemlidir.
Mahkemece 15.07.2009 tarihli ilk kararda kısa hüküm fıkrasında “dava dilekçesinin yetki yönünden reddine, mahkememizin yetkisizliğine, karar kesinleştikten sonra dosyanın yetkili görevli Gaziantep A.H.M’ne gönderilmesine” karar verilmiş; gerekçeli kararda ise davalı vekilinin tavzih istemi de değerlendirilerek “dava dilekçesinin yetki yönünden reddine, mahkememizin yetkisizliğine, karar kesinleştikten sonra dosyanın yetkili görevli İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi’ne gönderilmesine” şeklinde hüküm oluşturulmuştur.
Bu karar davacılar vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde yer alan nedenlerle ve mahkemenin yetkili olduğundan bahisle bozulmuş; önceki kararda direnilmiştir.
Ne var ki, mahkemece oluşturulan kısa kararın hüküm fıkrasında “Mahkememizin eski kararında direnilmesine ve mahkememizin yetkisizliğine” şeklinde hüküm kurulmuş; yetkili mahkeme gösterilmemiştir. Bu karara uygun yazılması gereken gerekçeli kararın hüküm fıkrasında ise “davalı vekilinin yetki itirazının kabulü ile dava dilekçesinin yetki yönünden reddine, mahkememizin yetkisizliğine, davaya bakmaya İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi’nin yetkili olduğuna, karar kesinleştikten sonra talep halinde dosyanın yetkili görevli İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi’ne gönderilmesine” karar verilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu’nda işin esasının incelenmesine geçilmeden önce, yukarıda aynen içeriklerine yer verilen direnmeye ilişkin mahkemece oluşturulan kısa ve gerekçeli kararların usulüne uygun olup olmadığı; kendi aralarında çelişki içerip içermedikleri; usulü sorunlar olarak öncelikle incelenip değerlendirilmiştir.
Durum bu olunca konuya ilişkin şu genel açıklamaların yapılmasında yarar görülmüştür:
Mahkeme kararlarında nelerin yazılacağı 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 388.maddesinde belirtilmiştir. Hüküm sonucu kısmında gerekçeye ait her hangi bir söz tekrar edilmeksizin isteklerin her biri hakkında verilen hükümle taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların mümkünse sıra numarası altında birer birer açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekir.
Aynı kural HUMK. nun 389.maddesinde tekrarlanmış; keza yine aynı Kanunun 381.maddesinde “kararın tefhimi en az 388.maddede belirtilen hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçilerek okunması suretiyle olur” hükmüne yer verilmiştir.
Bu biçim yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereğidir. Aksi hal, yeni tereddüt ve ihtilaflar yaratır. Hatta giderek denebilir ki, dava içinden davalar doğar. Hükmün hedefine ulaşmasını engeller, Kamu düzeni ve barışı oluşturulamaz. Ayrıca bozma kararı ile ilk hüküm hayatiyetini yitirdiğinden ona atıf suretiyle hüküm tesisi yukarıda açıklanan kurallara uygun düşmeyeceği gibi bozma kararı karşısında uyulup uyulmama yönünden varılacak sonucun ortaya konulması dolayısıyla direnme ve uymaya yönelik hüküm fıkralarının da aynı unsurları taşıması gerektiği aşikardır.
Diğer taraftan, yasanın aradığı anlamda oluşturulacak kısa ve gerekçeli kararların hüküm fıkralarının açık, anlaşılır, çelişkisiz, uygulanabilir olmasının gerekliliği kadar; kararın gerekçesinin de, sonucu ile tam bir uyum içinde, o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak; kısaca, maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterecek nitelikte olması gerekir.
Zira tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için, ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş; hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması, zorunludur.
Bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılması gerektiğini öngören Anayasa’nın 141/3. maddesi ve ona koşut bir düzenleme içeren Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 388. maddesi, işte bu amacı gerçekleştirmeye yöneliktir.
Öte yandan, mahkeme kararlarının taraflar, bazen de ilgili olabilecekleri başka hukuki ihtilaflar yönünden etkili ve bağlayıcı kabul edilebilmeleri, bu kararların yukarıda açıklanan nitelikte bir gerekçeyi içermesiyle ve kısa karar ile gerekçeli karar arasında tereddüte yol açacak çelişkiler taşımaması ile mümkündür.
Önemle vurgulanmalıdır ki, direnme kararlarının hukuksal niteliklerinin doğal sonucu ve gereği olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun yapacağı inceleme ve değerlendirme sırasında gözeteceği temel unsurlardan birini, bozmaya karşı tarafların beyanlarının tespiti ile uyulup uyulmama konusunda verilen ara kararları ile sonuçta hüküm fıkrasını içeren kısa ve gerekçeli kararların birbiriyle tam uyumu ve buna bağlı olarak ta kararın ortaya konulan sonucuna uygun gerekçesi oluşturmaktadır. Bunlardan birisinde ortaya çıkacak farklılık ya da aksama çelişki doğuracaktır ki bunun açıkça usul ve yasaya aykırılık teşkil edeceği kuşkusuzdur.
Başka bir ifadeyle, mahkemece düzenlenecek kısa ve gerekçeli kararlara ilişkin hüküm fıkralarında, Özel Daire bozma ilamına hangi açılardan uyulup hangi açılardan uyulmadığının hüküm fıkrasını oluşturacak kalemler yönünden tek tek ve anlaşılır biçimde kaleme alınması, varsa hükmedilen miktarların doğru ve çelişki oluşturmayacak biçimde ortaya konulması; kararın gerekçe bölümünde de bunların nedenlerinin ne olduğu ve bozmanın niçin yerinde bulunmadığı ve dolayısıyla mahkemenin bozulan önceki kararının hangi yönleriyle hukuka uygun olduğunun açıklanması, kararın yargısal denetimi açısından aranan ön koşullardır.
Nihayet, direnme kararları, yapıları gereği, Yasa’nın hukuka uygunluk denetimi yapmakla görevli kıldığı bir Yargıtay dairesinin bu denetimi sonucunda hukuka aykırı bularak, gerekçesini açıklamak suretiyle bozduğu bir yerel mahkeme kararının aslında hukuka uygun bulunduğuna, dolayısıyla bozmanın yerinde olmadığına ilişkin iddiaları içerdiklerinden, o iddiayı yasal ve mantıksal gerekçeleriyle birlikte ortaya koymak zorunda olduğu gibi, direnilen ve uyulan kısımları da kalem kalem net ve birbirine uygun bir biçimde içermelidir.
Nitekim, aynı ilkeler Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 19.3.2008 gün ve 2008/15-278 E. 2008/254 sayılı kararında da vurgulanmıştır.
Bu genel açıklamaların ışığında somut olaya bakıldığında:
Mahkemece yukarıya aynen alınan kısa kararın hüküm fıkrası ile gerekçeli hüküm fıkraları çelişkili olup; kısa kararda yetkili mahkeme gösterilmemiştir. Aslolan kısa karar ve burada ortaya konulan hüküm fıkrasında olduğu gibi, direnme kararının kapsamını belirleyen kısa kararın da yasanın amacı doğrultusunda çelişki ve tereddüde meydan vermeyecek şekilde açık ve anlaşılır olması dolayısıyla da gerekçeli karara etkisi göz ardı edilmemeli; bu kararlar birbiriyle çelişik olmamalıdır.
Çelişkinin varlığı halinde hakim bu çelişkili kararların herhangi biriyle bağlı olmayıp, çelişkiyi ortadan kaldıracak nitelikte karar verebilir.
Mahkemenin, çelişki içeren ve birbiriyle de uyum içinde olmayan kısa ve gerekçeli hüküm fıkraları, usul ve yasaya uygun bulunmamıştır.
Yerel mahkeme kararının işin esasına yönelik temyiz itirazları incelenmeksizin salt bu usulü eksikliğe dayalı olarak bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Direnme kararının yukarıda açıklanan gerekçelerle H.U.M.K. nun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre işin esasına yönelik temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 10.11.2010 gününde oybirliği ile karar verildi.