Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2010/61 E. 2010/84 K. 17.02.2010 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2010/61
KARAR NO : 2010/84
KARAR TARİHİ : 17.02.2010

MAHKEMESİ : İzmir(Kapanan) 3. Tüketici Mahkemesi
TARİHİ : 27/08/2009
NUMARASI : 2009/296-2009/327
Taraflar arasındaki “menfi tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir 3. Tüketici Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 02.12.2008 gün ve 2008/18 E.-2008/442 K. sayılı kararın incelenmesi taraf vekillerince istenilmesi üzerine, Yargıtay 4.Hukuk Dairesinin 30.03.2009 gün ve 2009/2369 E.-2009/4648 K. sayılı ilamı ile;( Dava, menfi tespit istemine ilişkindir. Mahkemece, istemin bir bölümü kabul edilmiş; karar, davacı ve davalı tarafından temyiz olunmuştur.
Davacı, kaybettiği kimlik belgesi kullanılarak davalı bankadan kredi kartı temin edildiğini ve harcamalarda bulunulduğunu; kredi kartı borcunun ödenmemesi üzerine de davalı banka tarafından hakkında takip yapıldığını belirterek, borçlu olmadığının tespitini istemiştir.
Dava konusu yapılan ve mahkemece de aynı şekilde kabul edilen olguların, 4077 sayılı Yasa’nın 2. maddesi gereğince “tüketici işlemi” ve 3/h maddesi kapsamında “hukuki işlem” olarak kabul edilmesi olanağı bulunmamaktadır. Taraflar arasında 4077 sayılı Yasa’dan kaynaklanan bir uyuşmazlık söz konusu değildir. Şu durumda uyuşmazlığın, genel hükümler uyarınca ve asliye hukuk mahkemesi tarafından çözümlenmesi gerekir. Mahkemenin görevsizliği nedeniyle dava dilekçesinin reddine karar verilmesi gerekirken işin esasının incelenmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir….) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, menfi tespit ve istirdat istemine ilişkindir.
Davacı, kaybettiği kimlik belgesinin 3. kişiler tarafından kullanılarak, davalı bankadan kredi kartı temin edildiğini ve kredi kartı borcunun ödenmemesi üzerine de davalı banka tarafından hakkında takip yapıldığını belirterek, 21.330.59 YTL borçlu olmadığının tespitine, aylığından kesilen 691,00 YTL nin ve bu arada kesilecek paranın ticari faizi ile birlikte iadesine, icra takibinin iptaline, % 40 kötü niyet tazminatının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı, ödeme emrinin davacının kendisine tebliğ edildiğini, icra takibine itirazda bulunmadığını, böyle bir dava açmanın iyi niyetli olmadığını belirterek, davanın reddine karar verilmesini cevaben bildirmiştir.
Mahkemece; bilirkişi raporuna itibar edilerek, davalı banka ile imzalanan kredi kartı sözleşmesindeki imzaların davacıya ait olmadığı gerekçesiyle, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Özel Dairece, yukarıda belirtilen gerekçelerle karar bozulmuştur.
Yerel Mahkemece; dava konusu uyuşmazlığın 4077 Sayılı Kanun kapsamında kaldığı, bu nedenle davaya bakmaya Tüketici Mahkemenin görevli olduğu gerekçesiyle ve ayrıca önceki gerekçeler tekrarlanarak direnme kararı verilmiştir.
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, Mahkemenin görevi noktasında olup; taraflar arasındaki ilişkinin hukuksal niteliğinin ne olduğu, eldeki davaya genel hükümlere göre Asliye Hukuk Mahkemesinde mi, yoksa 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun hükümlerine göre Tüketici Mahkemesinde mi bakılması gerektiği noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümüne geçilmeden önce, taraflar arasındaki hukuki bağın niteliğinin irdelenmesinde yarar vardır.
Bilindiği gibi; iki veya daha fazla kimseler arasında mevcut olan ve bunlardan birisini diğerine karşı edimde bulunmakla yükümlü kılan hukuki bağa, borç bağı denir. Borç bağı, alacaklı bakımından bir alacak, borçlu bakımından bir borç veya yükümlülüktür (Andreas Von Tuhr. Borçlar Hukukunun Umumi Kısmı, Cevat Edege çevirisi. 1.cilt. Ankara 1983 s:9).
818 sayılı Borçlar Kanunu’nda, “Borçların Teşekkülü” başlığı altında, sözleşmeden doğan borçlar (md.1–40) ve haksız fiilden doğan borçlar (md.41–60) düzenlenmiş; yine aynı başlık altında, borçların üçüncü genel kaynağı olarak, haksız (sebepsiz) iktisap (md.61–66) öngörülmüştür.
Bunların dışında, ne hukuki bir işlemde açıklanan bir iradeye, ne de hukuka aykırı bir iradeye dayanmayan, diğer bir ifadeyle, kanundan doğan borçlar bulunmaktadır. Kısaca belirtmek gerekirse, borçların kaynağı; sözleşme, haksız fiil, sebepsiz iktisap ya da bir kanun hükmüdür.
Hemen belirtilmelidir ki sözleşme, tek taraflı hukuki işlemden farklı olarak, en az iki irade beyanını içerir, bu irade beyanlarının birbirine uygun ve karşılıklı olması gerekir.
Borçlar Kanunu’nda sorumluluk nedenleri arasında düzenlenen haksız fiil ise hukuka aykırı bir eylemle başkasına zarar verilmesidir.
Borçlar Kanunu’nda, sorumluluğun üçüncü genel kaynağı olarak öngörülen sebepsiz zenginleşmeden söz edilebilmesi için; bir taraf zenginleşirken diğerinin fakirleşmesi, zenginleşme ve fakirleşme arasında uygun nedensellik bağının bulunması ve zenginleşmenin hukuken geçerli bir nedene dayalı olmaması gerekir.
Görülmekte olan davada davacı, kaybettiği kimlik belgesinin 3. kişiler tarafından kullanılarak, davalı bankadan kredi kartı temin edildiğini ve kredi kartı borcunun ödenmemesi üzerine de davalı banka tarafından hakkında takip yapıldığını belirterek, borçlu olmadığının tespitine, aylığından kesilen paranın iadesine karar verilmesini talep etmiştir. Bu haliyle, uyuşmazlığı doğuran asıl hukuki ilişki, “haksız fiil”den kaynaklanmaktadır.
Davalı banka ile kredi kartı sözleşmesini akdedenin davacı değil, davacının kimliğini bulan dava dışı üçüncü kişiler olduğunun anlaşılması karşısında, taraflar arasında bir sözleşme ilişkisinin varlığından söz edilemeyeceği açıktır. Bunun yanı sıra davacının zararı; davalının, hukuka aykırı ve kusurlu eylemi sonucu doğmamıştır.
Yine davalı bankanın, alacağını tahsil için icra takibine girişmesinin bir sebepsiz zenginleşme oluşturmadığı duraksamadan uzaktır.
Şu da eklenmelidir ki, somut olgunun kendine özgü yapısı itibariyle, davalının sorumluluğunu öngören bir kanun hükmü bulunmamaktadır.
Hal böyle olunca; taraflar arasında sözleşme ilişkisi bulunmadığından ve uyuşmazlığı doğuran asıl hukuki ilişki, “haksız fiil”den kaynaklandığından, eldeki davaya genel hükümlere göre Asliye Hukuk Mahkemesinde bakılması gerekir.
Yukarıda belirtilen maddi ve yasal olgular dikkate alınmadan, yerel mahkemenin direnme kararı vermesi doğru olmamıştır.
O halde, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK. un 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine 17.02.2010 gününde, oybirliği ile karar verildi.