YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2010/560
KARAR NO : 2010/589
KARAR TARİHİ : 10.11.2010
MAHKEMESİ : Çerkezköy 2. Asliye Hukuk(Tüketici) Mahkemesi
TARİHİ : 31/07/2009
NUMARASI : 2009/623-2009/823
Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Çerkezköy 2. Asliye Hukuk (Tüketici) Mahkemesince davanın reddine dair verilen 05.11.2008 gün ve 2007/579 E.-2008/551 K. sayılı kararın incelenmesi davacılar vekilince istenilmesi üzerine, Yargıtay 15. Hukuk Dairesinin 13.05.2009 gün ve 2009/2806 E.-2828 K.sayılı ilamı ile;
(…Dava, eser sözleşmesinden dolayı oluşan alacağın tahsiline ilişkindir.
4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun’un 3/e maddesinde tüketici, “bir mal veya hizmeti ticari veya mesleki olmayan amaçlarla edinen, kullanan veya yararlanan gerçek ya da tüzel kişi” olarak tanımlanmıştır. Bu tanımlamaya göre yasa, hazır bir malı veya hizmeti satın alarak onu günlük yaşamında kullanan veya tüketen kişiyi korumaktadır. Bir başka deyişle yasa kapsamına, dar kapsamlı mal ve hizmet ilişkileri olağan tüketim işleri alınmıştır. Aksi bir yorumun kabulü, üst düzey teknoloji ile gerçekleştirilen eser sözleşmesi ilişkilerinin dahi 4077 sayılı yasa kapsamında kalmasını ve bunlardan kaynaklanan uyuşmazlıklara da Tüketici Mahkemelerinde bakılmasını gerektirir ki, bunun yasanın amacına aykırı olduğu açıktır. Buna göre istisna sözleşmesinden doğan ilişkileri de 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun hükümlerinin uygulanması hukuken olanaklı değildir. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 26.2.2003 gün ve 2003/15-127 E., 2003/102 K. sayılı kararında bu husus belirtilmiştir. Somut olayda taraflar arasındaki hukuki ilişki eser sözleşmesinden kaynaklandığından, davada Asliye Hukuk Mahkemesi’nin görevli olması nedeniyle yerel mahkemece görevsizlik kararı yerine esas hakkında karar verilmesi yerinde görülmemiş kararın bozulması gerekmiştir.”)
gerekçesiyle bozularak, bu bozma nedenine göre diğer temyiz itirazları incelenmeksizin dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davacılar vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Davalı yüklenici H.. A… .ile dava dışı arsa sahibi N… K…. arasında düzenleme şeklinde 15.04.1998 tarihli “Arsa Payı Devri Karşılığı İnşaat Yapım Sözleşmesi” imzalanmış, anılan sözleşmede; yüklenicinin, 10 bağımsız bölümlü inşaat yapması, 4 bağımsız bölümün davacı arsa sahibine, 6 bağımsız bölümün davalı yükleniciye verilmesi kararlaştırılmıştır. Söz konusu inşaat yapılarak, yükleniciye ait bağımsız bölümler devredilmiş, kat irtifakı kurulmuştur.
Eldeki davadan önce, arsa sahibi N… , davalı yüklenicinin inşaat sözleşmesine aykırı hareket ettiğini ileri sürerek, binanın ortak alanlarındaki ve kendisine ait bağımsız bölümlerdeki eksik ve ayıplı işler bedeli, kira kaybı ve belediyeye ödenen ceza dahil olmak üzere toplam 30.117,00 YTL zararının tazmini talep ve dava etmiştir.
Anılan davanın yargılaması sırasında bağımsız bölüm satın alan diğer kat malikleri, davaya davacı arsa sahibinin yanında müdahil olarak katılmışlardır. Müdahil davacılar vekili de 28.02.2007 tarihli oturumda, müdahil davacıların, arsa payı sahibi olmadıklarını, yükleniciden ikamet amacı ile daire satın aldıklarını beyan etmiştir. Bunun üzerine mahkemece, ara kararı ile; müdahil davacılar tarafından açılan davada mahkemenin görevli olmadığı, tüketici mahkemesinin görevli olduğu gerekçesi ile müdahil davacılar yönünden, davalarının tefrikine, davacı arsa sahibi N… ’nin davası yönünden ise yargılamaya devam edilerek, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Müdahil davacılar yönünden tefrik edilen dava; eldeki dava olup, Çerkezköy 2. Asliye Hukuk (Tüketici) Mahkemesi’nin esasına kaydedildikten sonra yargılamaya devam edilmiştir.
Davacılar vekili eldeki dava dilekçesinde; davalı yüklenici tarafından yapılan inşaatın, natamam olması nedeni ile bağımsız bölüm satın alan müdahil davacıların mağdur olduklarını belirterek, ortak alanlardaki eksik ve kusurlu işlerin bedeli olan 16.682,65 YTL’nin, arsa payı oranı gözetilerek daire başına 1.686,26 YTL olmak üzere (arsa sahibi Nazmiye dışındaki) 6 müvekkili için 10.117,59 YTL olacak şekilde davalı yükleniciden tahsil edilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Ne var ki, gerek davacılar vekili tarafından ibraz edilen eldeki dava dilekçesinin başlığında, gerekse Yerel Mahkemenin karar başlığında yer alan davacılar yanında dava dışı arsa sahibi Nazmiye de gösterilmiştir.
Oysa yukarıda belirtildiği gibi, önceki davanın yargılaması aşamasında mahkemece verilen tefrik ara kararında, arsa sahibinin taraf olarak yer almadığı ve tefrik edilen kısmın eldeki dava dosyası olduğu, müdahil davacıların, eldeki davayı yükleniciye karşı açtıkları açıktır.
Bu noktada 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK)’nun 459.maddesinde yer alan maddi hata kavramının incelenmesi gerekmektedir.
Hemen belirtilmelidir ki, maddi hata (hukuki yanılma), maddi veya hukuki bir olayın olup olmadığında veya koşul veya niteliklerinde yanılmayı ifade eder (Dr. Ejder Yılmaz, Hukuk Sözlüğü, Doruk Yayınları, Birinci Baskı 1976, sayfa:208).
HUMK. un 459.maddesi uyarınca, hüküm verildikten sonraki dönemde, hükümde iki tarafın isim, sıfat ve neticei taleplerine ilişkin maddi hatalar ve esas hükümde hesap hataları yapılmış ise mahkeme bu hataları düzeltebilir. Belirtilen madde kapsamındaki yanlışlıklar her zaman düzeltilmesi mümkün maddi hata niteliğindedir.
Bu açıklamaların ışığında, direnme kararında, davacılar arasında yanlışlıkla arsa sahibi Nazmiye’nin de göstermesi, maddi hata niteliğinde olduğundan ve bu yanlışlık HUMK. un 459. maddesi uyarınca Yerel Mahkemece yerinde düzeltilebileceğinden bu husus bozma nedeni yapılmamış, hataya işaret olunmakla yetinilmiştir.
Eldeki davada Asliye Hukuk Mahkemesi, “Tüketici Mahkemesi” sıfatıyla; davacıların, arsa sahibi ile davalı yüklenici arasında akdedilmiş olan sözleşmenin tarafı olmadıkları, uyuşmazlığın ortaya çıktığı dönemde de dava konusu bağımsız bölüm maliklerinin arsa sahibi ile davalı yüklenici olduğu, davacıların daireleri bulunduğu hal üzere satın alırlarken, ortak alanlardaki eksikliklerin giderilmesi konusunda ihtirazı kayıt ileri sürmedikleri için ortak alanlardaki eksik işlerin bedelini davalıdan isteme hakları bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir.
Özel Dairece; taraflar arasındaki hukuki ilişkinin, eser sözleşmesinden kaynaklanması nedeniyle davaya bakma görevinin asliye hukuk mahkemesine ait olduğu gerekçesiyle hüküm, görev noktasından bozulmuştur.
Yerel Mahkemece; önceki gerekçelerle ve ayrıca taraflar arasındaki ilişkinin, eser sözleşmesi olarak nitelendirilmesinin yerinde olmadığı, 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun kapsamında değerlendirilmesi gerektiği ve bu nedenle davaya bakmanın tüketici mahkemesinin görev alanında olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Yerel mahkeme ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlık; mahkemenin görevi noktasında olup; taraflar arasındaki ilişkinin hukuksal niteliğinin ne olduğu ve bundan hareketle eldeki davaya genel hükümlere göre Asliye Kukuk Mahkemesinde mi, yoksa 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun hükümlerine göre Tüketici Mahkemesinde mi bakılması gerektiği noktasında toplanmaktadır.
4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 3.maddesinde 4822 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle “konut ve tatil amaçlı taşınmaz mallar” da açıkça mal kavramı içine alınarak Kanunun koruma kapsamına dahil edilmiştir.
4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un “Amaç” başlıklı 1.maddesinde; bu kanunun amacının, kamu yararına uygun olarak tüketicinin sağlık ve güvenliği ile ekonomik çıkarlarını koruyucu, aydınlatıcı, eğitici, zararlarını tazmin edici, çevresel tehlikelerden korunmasını sağlayıcı önlemleri almak ve tüketicilerin kendilerini koruyucu girişimlerini özendirmek ve bu konudaki politikaların oluşturulmasında gönüllü örgütlenmeleri teşvik etmek olduğu, açıklanmış; “ Kapsam” başlıklı 2. maddesinde de aynen; “Bu Kanun, 1 inci maddede belirtilen amaçlarla mal ve hizmet piyasalarında tüketicinin taraflardan birini oluşturduğu her türlü tüketici işlemini kapsar.” hükmüne yer verilmiştir.
Yine aynı Kanunun “Tanımlar” başlıklı 4822 sayılı Kanunla değişik 3. maddesinin (e ) bendinde tüketicinin, “bir mal veya hizmeti ticari ve mesleki olmayan amaçlarla edinen, kullanan ve yararlanan gerçek ve tüzel kişiyi” ; (h) bendinde Tüketici işleminin, “mal veya hizmet piyasalarında tüketici ile satıcı-sağlayıcı arasında yapılan her türlü hukuki işlemi”, (f) bendinde satıcının, “kamu tüzel kişileri de dahil olmak üzere ticari veya mesleki faaliyetleri kapsamında tüketiciye mal sunan gerçek ve tüzel kişileri”; (c) bendinde ise malın, “Alış-verişe konu olan taşınır eşyayı, konut ve tatil amaçlı taşınmaz malları ve elektronik ortamda kullanılmak üzere hazırlanan yazılım, ses, görüntü ve benzeri gayri maddi malları” ifade edeceği belirtilmiştir.
Görülmektedir ki, 4077 sayılı Kanun, ticari dağıtım zincirinin nihai halkasını oluşturan ve ekonominin nihai hedefi olan tüketicinin, satıcı karşısında daha etkin olarak korunması gereğinden hareketle düzenlenmiş ve bu koruma anlayışı tüketici hukukunun temelini oluşturmuştur.
Tüketici, üretilip piyasaya sürülen ve üretim sürecinin hiçbir aşamasında bilgi sahibi olmadığı ürün veya sunulan hizmeti satın aldığı bir ilişkide zayıf olan taraf olarak kabul edilmiş; yasa koyucu, bu kabulden yola çıkarak iradesini tüketiciyi korumak şeklinde ortaya koymuştur.
Giderek 4077 sayılı Kanun ile de bu koruma olgusunu yasal düzenleme altına alıp; üretim aşamasında bilgi sahibi olmadığı malları veya sunulan hizmetleri satın alan ve sözleşmede satıcıya karşı zayıf durumda olduğu kabul edilen tüketicinin, sonradan bu mal veya hizmetlerin ayıplı çıkması sonucu uğradığı zararın tazminini sağlama yoluna gitmiştir.
Az yukarıda açıklandığı üzere 4077 sayılı Kanunun 3.maddesinin ilk şeklinde “mal” kavramı “ticaret konusu taşınır eşya” olarak tanımlanmışken 4822 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikle bu tanım genişletilmiş; diğer unsurlar yanında “ alış-verişe konu olan konut ve tatil amaçlı taşınmaz mallar” da mal kavramına dahil edilerek, bunlar da tüketici hukukunun kapsam ve koruması altına alınmıştır.
Eş söyleyişle, 4822 sayılı Kanunla, tüketicinin korunacağı alanlar genişletilerek; konut ve tatil amaçlı taşınmazlar da bu Kanun uygulamasında mal olarak kabul edilmiştir.
Anılan kanunun uygulanabilmesi için bu taşınmazların satıcısının ticari veya mesleki faaliyeti kapsamında bu malı sunuyor olması ve alıcının da bunları konut amacıyla satın alması gerekli ve yeterlidir. Kanunda konutun tamamlanmış olup olmadığı yönünden bir ayırıma gidilmemiş; konut amaçlı taşınmaz mal ifadesiyle kullanım amacının konut olması yeterli bulunmuştur.
O halde, 4822 sayılı Kanunla konut ve tatil amaçlı taşınmaz mallar da 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 3/c maddesinin kapsamına alındığına göre, tüketici hukuku hükümleri kapsamında ve onun koruması altında olduğu kabul edilmelidir.
Kısacası, yasa koyucunun koruma iradesinin inşaatı tamamlanmadan veya kat mülkiyeti oluşturulmadan satışa sunulmuş olan konut ve yazlıkları satın alan tüketicileri de kapsadığı kuşkusuzdur. Böylesi bir satım sözleşmesinde tüketicinin, aynı zamanda imalatçı durumundaki satıcıya karşı güçsüz durumda olduğu, bilgi edinme ve ekonomik çıkarlarının korunması haklarını kullanamadığı duraksamadan uzaktır. Bu nedenle de tüketici, satışa konu konutta açık veya gizli ayıpların ortaya çıkması halinde 4077 sayılı Kanunun himayesine sığınabilecektir.
Önemle vurgulanmalıdır ki, konut alım satımına dair uyuşmazlıkların 4077 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilmesi için mutlaka yapılmış veya kat mülkiyeti oluşturulmuş bir konutun alım-satıma konu olması gerekmediği gibi, bir an gerektiğinin kabul edilmesi halinde dahi bu husus 4077 sayılı Kanunun amacına da aykırıdır.
Nitekim açıklanan ilkeler Hukuk Genel Kurulu’nun 05.10.2005 gün ve 2005/14-490 E. 563 K., 14.12.2005 gün ve 2005/13-637 E. 731 K., 15.11.2006 gün ve 2006/13-644 E. 2006/707, 31.01.2007 gün ve 2007/13-60 E. 45 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
Somut olaya gelince; davalı yüklenici ile dava dışı arsa maliki arasındaki sözleşme, eser sözleşmesi olup; imal edilecek konutlar henüz tamamlanmadan satış sözleşmeleri ile davacılara satılmıştır.
Şu durumda davacılar ile davalı arasındaki sözleşme hukuki nitelikçe satış sözleşmesi olup, eser sözleşmesi değildir.
Dava konusu inşaat tamamlanmadan veya kat mülkiyeti oluşturulmadan konut olarak kullanılmak üzere ticari ve mesleki olmayan amaçla bağımsız bölümleri satın alan davacıların, yukarıda ayrıntısıyla açıklanan yasal hükümler karşısında tüketici; davalının da satıcı sıfatını taşıdığı açıktır. Dolayısıyla tüketici ile satıcı arasındaki hukuki işlem de tüketici hukuku işlemidir. Tüketici hukuku; tüketicinin taraflardan birisini oluşturduğu her türlü tüketici işlemini kapsadığına göre; davacının bu sıfatla yaptığı işlem de tüketici hukuku kapsamında ve onun koruması altındadır.
Diğer yandan eldeki davanın, eser sözleşmesinin tarafları olan arsa sahibi ile yüklenici arasında görülen bir dava olmadığı da belirgindir.
Bu nedenle uyuşmazlığın, 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun kapsamında olduğu ve bu Kanuna göre çözümü gerektiği her türlü duraksamadan uzaktır.
Anılan Kanunun 23. maddesinde; bu Kanunun uygulanmasıyla ilgili olarak çıkacak her türlü uyuşmazlıklara Tüketici Mahkemelerinde bakılacağı, hükme bağlanmıştır.
O halde, taraflar arasındaki ilişkinin, 4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun kapsamında değerlendirilmesi gerektiği ve bu nedenle davaya bakmanın tüketici mahkemesinin görev alanında olduğu gerekçesiyle verilen direnme kararı usul ve yasaya uygun ve yerindedir.
Ne var ki, işin esasına yönelik temyiz itirazları Özel Dairece incelenmediğinden, dosyanın Dairesine gönderilmesi gerekir.
S O N U Ç : Yukarıda açıklanan nedenlerle, göreve ilişkin direnme yerinde olup, işin esasına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için DOSYANIN 15. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 10.11.2010 gününde oybirliği ile karar verildi.