Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2010/519 E. 2010/553 K. 03.11.2010 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2010/519
KARAR NO : 2010/553
KARAR TARİHİ : 03.11.2010

MAHKEMESİ : Mersin 1. İş Mahkemesi
TARİHİ : 15/07/2008
NUMARASI : 2008/242-2008/387
Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Mersin 1. İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 17.11.2006 gün ve 2006/449 E.-951 K. sayılı kararın incelenmesi davalı Kurum vekilince istenilmesi üzerine, Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 31.01.2008 gün ve 2008/5680 E.-802 K. sayılı ilamı ile;
(…Dava, sigortalının bakmakla yükümlü olduğu oğlu için yapılan 2005 yılının tüm ayları ile 2006 yılının 1., 2. ve 3. aylarına ilişkin tedavi, eğitim ve rehabilitasyon giderlerinin yasal faizleriyle birlikte tahsili ile, dava tarihinden sonraki eğitim-rehabilitasyon giderlerinin ödenmesi gereken aylardan itibaren işleyecek yasal faizleriyle birlikte davalı kurum tarafından ödenmesi istemine yöneliktir.
Yargılamanın devamı sırasında taraflar ortak beyanlarında, 27.09.2006 tarihinde 5.616,00 YTL. anapara ödemesi yapıldığını beyan ettiklerinden mahkemece “Anapara olan 5.616,00 YTL. ödenmiş olduğundan, davanın anapara açısından karar verilmesine yer olmadığına, ödenen paranın ödendiği tarihe kadar ödenmesi gereken tarihlerden itibaren yalnızca yasal faizinin davalı kurumdan alınarak davacıya verilmesine,” hükmü kurulmuştur.
Mahkemece tesis edilen kararın, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 388 ve 389. Maddelerinde tanımlanan unsurları taşıması, “iki tarafa tahmil ve bahşedilen haklar şüphe ve tereddüdü mucip olmayacak surette gayet sarih ve açık yazılması” yönündeki hükümlerinin kararın yazımında dikkate alınması ve tüm unsurlarıyla infazı kabil bir karar olması gereği gözetilmelidir. Bu bağlamda, hükmün faiz istemine ilişkin olduğu gözetilerek, davacının hangi tarihlerde tedavi, eğitim ve rehabilitasyon merkezine ödeme yaptığını belirlemek, bu yapılan ödemelerin davalı kurumdan hangi tarihlerde talep edildiğini tespit etmek ve ödeme tarihleri ile talep de nazara alınarak, kurumun belirtilen şekilde temerrüde düştüğü her bir tarih üzerinden başlatılarak taraflarca kabul edilen 27.09.2006 tarihli ödeme tarihine kadar yasal faize hükmetmek gerekmektedir…)
Açıklanan bu esaslar gözetilmeden yazılı biçimde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O halde, davalı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, tedavi, eğitim ve rehabilitasyon giderlerinin tahsili istemine ilişkindir.
Davacı vekili; bakmakla yükümlü olduğu oğluna ait birikmiş 4.897,80 TL. tedavi, eğitim ve rehabilitasyon giderlerinin ödenmesi gereken tarihlerden itibaren yasal faizi ile birlikte davalı Kurumdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, yargılama aşamasında 5.616.00 YTL. ana paranın davacıya ödendiğini, davanın konusu kalmadığını belirterek, davanın reddine karar verilmesini cevaben bildirmiştir.
Davacı vekili duruşmada; anapara olan 5.616.00 YTL.nin yargılama aşamasında ödendiğini beyan etmiştir.
Mahkemece; tarafların, 5.616,00 YTL. ana para ödemesinin yargılamanın devamı sırasında (27.09.2006 tarihinde) yapıldığını beyan ettikleri gerekçesiyle, davanın ana para açısından konusu kalmadığından karar verilmesine yer olmadığına, bu paranın ödenmesi gereken tarihlerden itibaren ödendiği tarihe kadar yalnızca yasal faizinin davalı kurumdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiştir.
Özel Dairece, yukarıda belirtilen nedenlerle karar bozulmuştur.
Yerel Mahkemece; önceki gerekçelerle ve ayrıca faiz alacağı konusunda bir anlaşmazlık olur ise yine mahkemeye başvurulabileceği, bu davadan önce 6 dosyada aynı nitelikte karar verildiği ve onandığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Mahkemenin direnmeye ilişkin kararını, davalı Kurum vekili temyiz etmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; faiz ile ilgili kurulan hükmün yeterli ve yasal unsurları taşır nitelikte, diğer bir ifade ile infazı kabil bir karar olup olmadığı, dolayısıyla bu hususta yeniden hüküm kurulmasına gerek olup olmadığı noktalarında toplanmaktadır.
1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 388.maddesinde aynen;
“Karar aşağıdaki hususları kapsar:
1. Kararı veren mahkeme ile hakim veya hakimlerin ve tutanak katibinin ad ve soyadları ve sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa kararın hangi sıfatla verildiği,
2. Tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adresleri,
3. İki tarafın iddia ve savunmalarının özeti, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususlar, ihtilaflı konular hakkında toplanan deliller, delillerin tartışması ret ve üstün tutma sebepleri, sabit görülen vakıalarda bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebep,
4 . Hüküm sonucu ile varsa kanun yolları,
5. Kararın verildiği tarih ve hakim veya hakimlerin ve tutanak katibinin imzaları,
Hüküm sonucu kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, istek sonuçlarından her biri hakkında verilen hükümle taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, mümkünse sıra numarası altında birer birer, açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.”
İfadelerine yer verilmiştir.
Aynı Kanunun 389.maddesinde ise;
”Verilen karar ile iki tarafa tahmil ve bahşedilen vazife ve haklar şüphe ve tereddüdü mucip olmıyacak surette gayet sarih ve açık yazılmalıdır.”
Hükmü yer almaktadır.
Açıklanan hükümlerle getirilen bu biçim koşulları yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereğidir. Eş söyleyişle, kanunun amacı hükmün açıklığı ve anlaşılırlığı kadar infaz kabiliyetini de sağlamaktır. Aksi hal, yeni tereddüt ve ihtilaflar yaratır. Hatta giderek denebilir ki,dava içinden davalar doğar.Hükmün hedefine ulaşmasını engeller, Kamu düzeni ve barışı oluşturulamaz.
Görülmektedir ki, uyuşmazlıkların çözümünde yargıya düşen en önemli görevlerden birisi de açık ve net çözümler bulmak; anlaşılabilir, tutarlı kararlarla kamu düzen ve barışını sağlanmasına hizmet etmek olmalıdır. Tarafların çözüm aramak için geldikleri yargısal makamların açık ve net hükümlerle üzerine düşen görevleri yerine getirmesi gerekir. 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile getirilen ve yukarıda açıklanan yasal düzenlemelerin nihai amacı da budur.
Nitekim, anılan maddelerin Hükümet gerekçesinde; 388. maddenin son fıkrası ile kararın hüküm sonucu kısmının neyi ifade ettiği açıklanmak suretiyle, hükmün gerekçesiyle birlikte açıklanmaması halinde, tefhim konusu olacak hususların neler olduğunun tereddüte yer vermeyecek biçimde açıklanmasına, çalışıldığı belirtilmiştir.
Bu itibarla hükmün sonuç kısmının özetlenerek açıklanmasına; karar ile taraflara yükletilen borç ve tanınan hakların bir kesiminin belirtilmemiş bulunmasına; bunun yanında, tefhim edilen karara sonradan eklentiler yapılmasına ya da gerekçedeki ifadelerin tekrarı suretiyle hüküm sonucu gösterilmeden karar oluşturulmasına yasal olanak bulunmamaktadır.
Sonuç olarak; mahkemece verilen kısa kararın hüküm sonucunu içermesi , hüküm sonucunda ise gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, istek sonuçlarından her biri hakkında verilen hükümle taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, mümkünse sıra numarası altında birer birer, açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi, yasanın açıkça aradığı hususlardır.
Bu kadar açık düzenlemeye karşın hüküm sonucunu içermeyen , gerekçe ve hüküm sonuçlarına ayrı ayrı yer vermeyen mahkeme kararlarının usul ve yasaya aykırılığı yanında, infazında da tereddüte düşüleceğinde hiç kuşku yoktur.
Somut olayda hüküm fıkrasında; “anapara olan 5.616,00 YTL. ödenmiş olduğundan, davanın anapara açısından karar verilmesine yer olmadığına, ödenen paranın ödendiği tarihe kadar ödenmesi gereken tarihlerden itibaren yalnızca yasal faizinin davalı kurumdan alınarak davacıya verilmesine,” şeklinde karar verilmiştir. Hüküm fıkrasında davalı Kurum’un temerrüde düştüğü tarihler açıkça belirtilmediğinden, kararın yasanın aradığı anlamda hükmün unsurlarını taşımadığı belirgindir.
Mahkemece, HUMK.un 388 ve 389. maddelerinin açık hükmü gözetilmeksizin yazılı biçimde infazda terettüt yaratacak şekilde karar verilmesi doğru olmamıştır.
O halde Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
S O N U Ç : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda ve Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK. un 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, 03.11.2010 gününde oybirliği ile karar verildi.