Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2010/502 E. 2010/536 K. 20.10.2010 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2010/502
KARAR NO : 2010/536
KARAR TARİHİ : 20.10.2010

MAHKEMESİ : Bursa 1. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 09/02/2010
NUMARASI : 2009/607-2010/30
Taraflar arasındaki “Tapu İptali ve Tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Bursa 1.Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 22.10.2008 gün ve 2006/364 E., 2008/478 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 02.06.2009 gün ve 2009/2892-6366 K. sayılı ilamı ile;
(…Dava tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden toplanan delillerden 3195 ada 1 parseldeki kayden davacıya ait 883,872 nolu bağımsız bölümlerin 9.4.2004 tarihinde davalı Nuri Yıldırım’a satış suretiyle temlik edildiği ve davacının satış bedelinin kendisine ödenmediği iddiası ile eldeki davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Hemen belirtilmelidir ki, Borçlar Kanunun 217. md.de öngörüldüğü üzere menkul satımına dair hükümlerin kıyas yolu ile gayri menkul satımlarında da uygulanacağı öngörülmüş olup, aynı yasanın 211. md.gereğince de satış bedeli ödenmediği takdirde satışın fesh edileceği konusunda ihtirazi kayda bağlanmayan durumlarda tapunun iptalinin istenemeyeceği tartışmasızdır. Tabiki davacının satımdan kaynaklanan varsa bir alacağı ayrı bir davanın konusunu teşkil edeceği kuşkusuzdur. Oysa, dosya kapsamından satımla ilgili bir ihtirazi kayıt dermeyanında bulunulmadığı açıktır.
Öyle ise davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir…)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalı vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Davacı vekili; müvekkilinin, 1932 doğumlu olup, iki adet dükkanın davalıya satışı konusunda onunla anlaştığını, 09.04.2004 tarihinde tapuya gittiklerini, tapuya giderken davalının bir yerde durarak para almış gibi yaptığını, imza aşamasında, davalının paranın bankada olduğunu tapunun devrinden sonra bankadan çekip ödeyebileceğini söylediğini, maddi olarak zor durumda olan müvekkilinin uzun süredir tanıdığı Hüseyin’in de yanlarında olmasına güvenerek, hiçbir bedel almadan taşınmazları davalıya devrettiğini, daha sonra davalının müvekkili ile birlikte bankaya gidip, bankacılarla biraz konuştuktan sonra müvekkiline 40 günlük vadesinin olduğunu, vade bitiminde 40 Milyar TL. faiz alacağını, bu faiz alacağının da 20 Milyar TL.sini satış parasına ek olarak müvekkiline vereceğini söylediğini, davalı ve arkadaşlarının müvekkilini uzun süre bugün yarın şeklinde oyaladıklarını ancak davalının taşınmazların bedelini ödemediği gibi taşınmazları da iade etmediğini belirterek, hile hukuksal nedeniyle 7221 Ada 1 parsel, C-3 BL. 2.Kat 883 ve 872 nolu bağımsız bölümün davalı adına olan tapu kaydının İptaline ve müvekkil adına tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı, davanın zamanaşımı bakımından reddi gerektiğini, Borçlar Kanunu’nda hata yahut hilenin öğrenildiği tarihten itibaren 1 yıllık süre içinde işlemin iptalinin istenebileceğini, taşınmazın bedelini ödediğini, tapuda bu hususun davacıya ikaz olunduğunu, parasını aldığını beyan ettiğini, resmi senede karşı ancak resmi senetle karşı delil ileri sürülebileceğini belirterek, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davanın salt ödenmeyen satış bedeline yönelik olmayıp, hile hukuksal nedenine dayanıldığı, bu iddianın ise her türlü delille ispat edilebileceği gerekçesiyle deliller değerlendirilerek davanın kabulüne karar verilmiştir.
Hükmü davalı vekili temyiz etmekle Özel Dairece, hile hukuksal nedeni konusunda bir değerlendirme yapılmaksızın dava salt bedel istemi olarak nitelendirilerek yukarıda yazılı gerekçeyle karar bozulmuş; Yerel Mahkemece, önceki kararda direnilmiştir. Direnmeyi davalı vekili temyize getirmektedir.
Açıklanan maddi olgu, bozma ve direnme kararlarının kapsamları itibariyle Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davanın hukuksal dayanağının ne olduğu; buna göre Özel Dairece inceleme ve değerlendirme yapılıp yapılmadığı, noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle, konuyla ilgili kavram ve kurumların açıklanmasında yarar vardır:
İnsanlar çeşitli saiklerin etkisi altında hukuki muameleler yaparlar. Hukuki muamelelerin yapılmasında rol oynayan iki saiki hukuk düzeni eskiden beri göz önünde tutmuştur. Bunlar aldatma (hile) ve korkutma (ikrah)tır. Çünkü bu iki saik altında yapılmış bulunan hukuki işlemlerin sahiplerini bağlamaması tabii ve lüzumludur.
Kanunumuz hileyi tanımlamamıştır. YHGK’nun 03.04.1963 gün ve 1963/4-76-40 sayılı kararında hile; “…gerçek durumu bilmesi halinde bir kimsenin kabul etmeyecek olduğu bir şeyi kabul etmesine diğer bir kimse tarafından yol açılmış olması demektir.” şeklinde tanımlanmıştır.
Hilenin varlığının kabulü için şu şartların gerçekleşmesine ihtiyaç vardır:
Birinci şart “yanıltma”dır. Aldatan şahıs diğerini yanıltmış (hataya düşürmüş) olmalıdır. Fakat karşı tarafın düştüğü bu yanılmanın esaslı olması gerekmez. (BK. md.28) Çünkü aldatan hiçbir surette korunmaya layık değildir.
İkinci şart; “aldatma kastının bulunması”dır. Yalan söyleyen, sözlerinin yalan olduğunu bilerek söylemiş olmalıdır. Başka bir deyişle, yalan söyleyende karşı tarafı aldatmak ve onun gerçeği bilmesi halinde yapmayacak olduğu bir sözleşmeyi yapmağa sevk etmek niyeti bulunmalıdır. Eğer, bir kimse, bilmemesi ağır bir kusur teşkil etmesine rağmen, durumu bilmeden bir beyanda bulunmuş ise, aldatma kastı yoktur.
Üçüncü şart “İlliyet bağı”dır. Aldatma karşı tarafı bir hukuki işlem yapmağa sevk etmiş olmalıdır. Eğer hukuki işlem bu aldatma olmadan da yapılacak idiyse, o zaman aranılan illiyet bağı yok demektir.
(Dr.Kenan Tunçomağ, Borçlar Hukuku, sh.229-233)
818 sayılı Borçlar Kanunu’nun “Hile” başlıklı 28. maddesinde;
“Diğer tarafın hilesiyle akit icrasına mecbur olan tarafın hatası esaslı olmasa bile, o akit ile ilzam olunmaz.
Üçüncü bir şahsın hilesine düçar olan tarafın yaptığı akit lüzum ifade eder. Şu kadar ki diğer taraf bu hileye vakıf bulunur veya vakıf olması lazım gelirse, o akit lazım olmaz.”
Hükmü yer almaktadır.
Maddenin birinci fıkrasında açıklandığı üzere taraflardan biri diğer tarafı hileyle sözleşme yapmaya yöneltilmişse hata esaslı olmasa bile aldatılan taraf için sözleşme bağlayıcı sayılamaz. Değinilen koşulların varlığı halinde aldatılan taraf hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili (makable şamil) olarak ortadan kaldırılabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir.
Öte yandan, hile her türlü delille ispat edilebileceği gibi iptale ilişkin hakkın kullanılması hiçbir şekle bağlı değildir. Karşı tarafa yöneltilecek bir irade açıklaması, defi yahut dava yoluyla da kullanılabilir. Sözleşme iptal edilmekle yapıldığı andan itibaren ortadan kalkacağı için yerine getirilen edim, ayni bir istihkak davası (tapulu taşınmazlarda iptal ve tescil davası), bunun mümkün olmadığı hallerde de sebepsiz zenginleşmeye dayalı alacak davası yoluyla geri istenebilir.
Hile’ye ilişkin bu açıklamalar ışığında somut olay ele alındığında:
Davacı, davalı ile davalının akrabası dava dışı H…. D…. adlı kişinin, önce güvenini kazanıp, bir takım hareketlerle bu güveni güçlendirdikleri sonra da yaşlı ve madden zor durumda olmasından da yararlanarak kandırmak suretiyle dava konusu taşınmazların tapuda devrini sağladıkları buna karşılık sözleştikleri bedeli de ödemediklerini beyan ederek, hile hukuki nedeniyle dava konusu taşınmazların davalı adına olan tapu kaydının iptali ile kendi üzerine kayıt ve tescilini istemiştir.
Taraflar arasındaki uyuşmazlık görünürde bedelin ödenip ödenmediği noktasında düğümlenmişse de temelinde davacının, davalı tarafça hile ile kandırılıp, hemen ödeme yapılacağı yönünde oluşturulan güvenin etkisiyle bedeli henüz almadığı halde tapu sicil görevlileri önünde aldığını ifade ettiği ve bu bedelin halen ödenmediği, iddiasına dayanmakta; açıklanan bu özellikleri itibariyle davanın hukuksal dayanağını “hile” oluşturmaktadır.
Nitekim, mahkemece de bu niteleme yapılarak, davanın hileye dayalı olduğu, bu tür davaların her türlü delille ispatlanabileceği kabul edilmiş ve sonuca varılmıştır.
Hal böyle olunca, mahkemenin davanın hukuksal nitelikçe hileye dayalı olduğuna ilişkin tespit ve buna göre inceleme yapmış olmasında usul ve yasaya aykırılık bulunmayıp, direnme kararı bu yönüyle yerindedir.
Ne var ki, mahkemenin davanın hileye dayalı olduğuna ilişkin nitelemesi özel daire tarafından incelenip, değerlendirilmemiş; uyuşmazlık salt bedelin ödenip ödenmemesi olarak ele alınmış; bozma bu temele dayandırılmıştır.
O halde, davanın hukuksal nedeninin hile olduğu yönündeki direnme uygun olduğundan, “hile” yönünden inceleme ve değerlendirme yapılmak üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.
S O N U Ç : Yukarıda açıklanan nedenlerle, mahkemenin davanın hukuksal dayanağının hile olduğuna ilişkin direnme kararı uygun bulunduğundan, daha önce incelenmemiş olan hile hukuksal nedeni çerçevesinde temyiz incelemesi yapılmak üzere dosyanın 1. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 20.10.2010 gününde oybirliği ile karar verildi.