YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2010/47
KARAR NO : 2010/74
KARAR TARİHİ : 17.02.2010
MAHKEMESİ : Bandırma Asliye 2.Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 25/06/2009
NUMARASI : 2009/131-2009/132
Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Bandırma Asliye 2.Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 25.10.2007 gün ve 2006/422 E.-2007/262 K. sayılı kararın incelenmesi davacılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4.Hukuk Dairesinin 19.11.2008 gün ve 2008/4320-14359 sayılı ilamı ile ;
(….Dava, trafik kazası nedeniyle desteklerini kaybeden davacıların manevi tazminat istemlerine ilişkindir. Mahkemece, davacıların desteklerinin ağır kusurlu olduğu gerekçesiyle istemin reddine karar verilmiş; hüküm, davacılar tarafından temyiz edilmiştir.
Davacıların destekleri ana caddede karşıdan karşıya geçtikleri sırada, davalı sürücünün çarpması sonucu vefat etmişlerdir. Davalı sürücü ceza yargılaması sonucu kusurlu olduğu gerekçesiyle mahkum olmuş, ancak henüz bu karar kesinleşmemiştir. Davacıların destekleri birinci dereceden ağır kusurlu olsalar bile ceza davasında alınan bilirkişi raporuna göre davalı sürücünün de kusurlu olduğu anlaşıldığına göre BK’nun 47. maddesi uyarınca davacılar yararına manevi tazminatın takdiri gerekir. Anılan yön gözetilmeden yerinde olmayan gerekçeyle davanın reddedilmiş olması doğru değildir. Kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir….)
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davacılar vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, trafik kazası nedeniyle desteğin kaybından kaynaklanan manevi tazminat istemine ilişkin olup; ölenlerin mirasçıları tarafından açılmıştır.
Davalı sevk ve idaresindeki otomobil ile bölünmüş yolun bittiği kısımda yolun sol tarafından sağ tarafına geçmekte olan davacıların destekleri anneleri Mazez ve Şadiye’ye çarpmış ve bu çarpma sonucu Mazez Aydoğdu olay yerinde, Şadiye Tahan ise yaralı olarak kaldırıldığı hastanede ölmüşlerdir. Kazaya ölenlerin kontrolsüz yola çıkmaları yanında davalının da yüksek hızla ve dikkatsiz şekilde seyretmesinin neden olduğu, ceza yargılamasında hükme esas alınan adli tıp raporunda ölenlerin asli davalı sürücünün ise tali kusurlu kabul edildikleri belirgindir. Davacılar desteklerinin ölümü nedeniyle manevi tazminat istemişlerdir.
Mahkeme: ölenlerin asli kusurlu olduklarını vurgulamış; bunun yanında davalı yönünden de aynen; ..”her ne kadar ortada ceza hukuku açısından cezalandırmayı gerektirici nispette kusurun varlığı Ağır Ceza Mahkemesince değerlendirilip taktir edilmiş ise de bu taktir özellikle manevi tazminat açısından mahkememizi bağlayıcı nitelikte değildir. Kusurun derecesi tehlikeli neticeyi doğurmakta etkisi ve bunun hukuk davasında tazminatı haklı kılacak ölçüye ulaşması konularında mahkememizce taktir hakkı kullanılmıştır. …. Sürücünün süratli olduğuna dair kimi deliller tali kusuru için yeterli görülüp cezai yönden mahkumiyetine karar verilmiş olsa dahi bu nitelikte kusurunun manevi tazminatta haksız fiil ile zararlı netice arasında yeterli illiyet bağı oluşturmadığı değerlendirilmiştir. Zararlı neticeyi doğuran asıl hareket ölen şahıslara aittir…..” gerekçesiyle tali kusurun varlığının manevi tazminata hükmetmeyi gerektirmediğini ifadeyle davanın reddine karar vermiştir.
Özel Daire, davacılar vekilinin temyizi üzerine, yukarıya başlık bölümünde yer alan nedenlerle ve özetle davacılar desteklerinin asli kusurlu kabul edilseler bile ceza dosyasında yer alan adli tıp raporundan davalının da tali kusuru olduğu anlaşıldığından davacılar yararına BK’nun 47. maddesi uyarınca manevi tazminatın takdiri gerektiği, gerekçesiyle hükmü bozmuş; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hükmü temyize davacılar vekili getirmiştir.
Davacıların destekleri annelerinin, davalının kullandığı aracın çarpması sonucu öldükleri, ceza yargılamasında alınan rapor kapsamı ile ölenlerin de sürücü davalının da kusurlu olduklarının anlaşıldığı, ölenlerin asli kusurlu kabul edilmekle birlikte sürücüye tali kusuru nedeniyle ceza verildiği, bu kararın kesinleşmediği; eldeki olayda, gerek mahkeme gerek özel dairece ceza mahkemesinin bu kararına dayanak alınan raporun değerlendirilerek sonuca varıldığı, uyuşmazlık konusu değildir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık: davacıların desteklerinin birinci dereceden kusurlu olması yanında davalı sürücünün tali de olsa kusurunun bulunduğunun gerek yerel mahkeme gerek özel dairenin kabulünde bulunmasına ve davanın yasal dayanağının da 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 47.maddesi olmasına göre, davacılar lehine manevi tazminat takdirinin gerekip gerekmediği, noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle ifade etmek gerekir ki, Ceza Hukuku ve Medeni Hukuk arasındaki ilişki, 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK.) 53. maddesinde; “Hakim, kusur olup olmadığına yahut haksız fiilin faili temyiz kudretini haiz bulunup bulunmadığına karar vermek için ceza hukukunun mesuliyete dair ahkamiyle bağlı olmadığı gibi, ceza mahkemesinde verilen beraet karariyle de mukayyet değildir. Bundan başka ceza mahkemesi kararı, kusurun takdiri ve zararın miktarını tayin hususunda dahi hukuk hakimini takyit etmez.” şeklinde düzenlenmiş ve kural olarak bağımsızlık ilkesi benimsenmiştir.
Yasadaki açık düzenleme, yerleşen yargısal uygulama ve bilimsel görüşler karşısında; Kusurun ve zarar miktarının takdiri hususundaki kararın, diğer söyleyişle fiilin işlendiği sabit olduğu halde kusurluluğa ya da kusursuzluğa ilişkin saptamanın tek başına Hukuk Hakimini bağlayacağını kabule olanak bulunmamaktadır.
Eldeki davanın yasal dayanağını oluşturan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun “Manevi Tazminat” başlıklı 47. maddesi ise ;
“Hakim, hususi halleri nazara alarak cismani zarara düçar olan kimseye yahut adam öldüğü takdirde ölünün ailesine manevi zarar namiyle adalete muvafık tazminat verilmesine karar verebilir.”
Hükmünü içermektedir.
Bu hükümle, hakimin ölenin ailesine adalete uygun tazminat verilmesine karar verebileceği kabul edilmiştir.
BK.’nun 47.maddesinin yukarıya aynen alınan lafzından da anlaşılacağı üzere, bu madde uyarınca manevi tazminata hükmedebilmek için BK.’nun 49. maddesinin tam aksine, failin herhangi bir kusurunun varlığı şartı aranmamıştır.
Bu maddenin düzenleme alanına giren gerek ölüm gerek cismanî zarar halinde, hakim “özel şartları dikkate alarak” hakkaniyete uygun bir manevi tazminata hükmedecektir. Bu husus maddenin lafzından açıkça anlaşıldığı gibi, ayrıca koruma amacı güttüğü hayat ve vücut bütünlüğünün özü de bunu gerektirir.
Zira, BK.’nun 47. maddesinde kusur şartının aranmaması, BK.’nun 49.maddesinin “şahsi menfaatlere”, 47.maddesinin ise “hayat ve vücut bütünlüğüne” ilişkin bulunmasının, meydana getirdiği sonuçlara da uygun düşer.
BK. 47. madde, 41-53. maddelere tanzim edilen genel kurallar arasında yer almıştır. Bu itibarla, 47. maddenin tanzim tekniği bakımından kanunda işgal ettiği yer, bu madde hükmünün unsurları arasına kusuru da ithal etmeğe, hem kifayet etmez hem de elverişli değildir.
BK.’nun 47. maddesi gereğince manevi tazminata hükmolunabilmesi için, bu maddenin metninden doğan özel şartlara birlikte hatta daha önce genel şartların yani olayda maddi tazminata hükmedebilmenin tabi bulunduğu şartların tahakkuk etmiş olması lazımdır.
Buna ilişkin genel şartlar, kusur unsuru istisna edilirse, kusur sorumluluğu ile kusura dayanmayan sebebiyet ( illiyet ) sorumluluğunun bütün hallerinde aynıdır. Bunlar, bir eylem ( yahut imtina ), bir zarar, zarar ile eylem arasında iliyet bağı, eylemin hukuka aykırı olmasından ibarettir ( H. Becker, m. 41 şerhi, No. 1; Schönenberger, m. 41 şerhi, No. 2 )
Bu şartlardan en önemlisi, zarar ile eylem arasındaki illiyet bağıdır. Eğer olayda böyle bir illiyet bağı yoksa, sorumluluk da yok demektir.Genel şartların sorumluluğun nevine göre bazı özellikler arz edeceği tabiidir.
Ne var ki, BK.’nun 47.maddesinden doğan sorumluluk için kusur şartı aranmamakla birlikte, mağdurun kusurlu bulunması halinin, failin manevi tazminat sorumluluğuna etkili olup olmayacağı da irdelenmelidir.
Hemen burada manevi tazminatın amacı üzerinde durulmasında yarar vardır:
Manevi tazminatın amacı, faili bir cezaya çarptırmaktan ziyade, mağduru tatmindir.
Bu itibarla, kusur şartını taşımayan BK.’nun 47.maddesinde sayılan hallerde, daha az kusurlu olan kimseler dahi manevi tazminat ödemelidirler. Zira, bu gibi hallerde failin kusur oranına bağlı olmaksızın, mağdurun ızdırabı mevcuttur.
Kusurun mağdurda bulunması (müterafik kusur) haline gelince; bu konuda da kural, müterafik kusurun, birlikte sebebiyet verme veya tahrikin manevi tazminata hükmedilme koşulu teşkil etmemesi ve bu talebin kabul görmesini etkilememesidir.
Ayrıca BK.’nun 47. maddesinde manevi tazminat için kusur veya ağır kusur şartı öngörülmediğinden mağdurun kusurlu bulunmasının, BK.’nun 49. maddesinde olduğu gibi, kusuru veya onun ağırlığını bertaraf etmesi de söz konusu değildir.
Mağdurun müterafik kusuru, zarara birlikte sebebiyet vermesi veya tahriki, ancak tazminat miktarının takdirinde etkili olabilecek unsurlardır. Mağdura isnat edilebilecek kusur oranı manevi tazminata hükmetmeyi haksız ve yersiz kılacak derecede ağır ve büyük ise bu halin varlığı halinde hakim bu durumu, yasal dayanağı oluşturan BK.’nun 47 .maddesinde ifade edilen “özel şartlar” bağlamında dikkate alarak “hakkaniyete uygun” bir karar verecektir.
Yargısal uygulamada da kusur ancak hükmedilecek tazminat miktarının takdirinde etkili bir husus olarak ele alınmıştır.
Eş söyleyişle, kural olarak “mücerret müterafik kusur veya birlikte sebebiyet verme durumu”, “manevi tazminat hükmedilmesini haksız ve yersiz” kılmadıkça, “manevi tazminata hükmedilmesine engel değildir”. Bununla beraber “sebebiyet verme nispetlerinin veya karşılıklı kusurların manevi tazminata hükmedilmesinde ve miktarında nazara alınması gerekir. Zira, “ölenin veya cismani zarara uğrayanın müterafik kusurları” veya “birlikte sebebiyet verme oranı ” BK.’nun 47. maddesinde yer alan “özel hal ve şartlar” içinde değerlendirilmesi gereken hususlardır.
Durum bu olunca, kusur, manevi tazminat isteyebilmek için bir koşul olmamakla birlikte, tazminata hükmedildikten sonra onun miktarının takdirine etki eden bir unsur olarak ortaya çıkmaktadır.
Yeri gelmişken BK.’nun 43/1. maddesi üzerinde de durulmalıdır. Bu maddeye göre, “Hakim, hal ve mevkiin icabına ve hatanın ağırlığına göre tazminatın suretini ve şümulünün derecesini tayin eyler.”
Bu hükmün öncelikle maddi zararların tazmininde uygulanacağında şüphe yoktur.
Ancak kanunun genel ifadesi karşısında aynı hükmün manevi tazminat hallerinde de geçerliliğinden şüphe etmemek gerekir. Ayrıca söz konusu maddenin kanunda işgal ettiği yer de bu yorumu güçlendirmektedir. Zira kanun koyucu bütün hukukî sorumluluk hallerine ilişkin genel ilkeleri bu faslın başında düzenlemiştir.
Nihayet, manevi tazminat kurumunun temelinde yatan anlayış da BK.’nun 43/1 maddesinin daha geniş yorumlanmasını gerektirir. Zira kanun koyucu hukukî sorumluluğu hem maddî hem de manevî tazminatı içine alan bir bütün olarak ele alıp düzenlemiş, her iki zararın tazminini de benzer kurallara bağlamıştır.
Şu halde, BK.’nun 43 /1 maddesi kıyas yoluyla manevi tazminat haline de uygulanır. Böylece hakim, manevi tazminat miktarını tayin ederken failin kusurunu göz önüne alması gerekir. Failin kusuru ne kadar ağır, zarar verici olay ne kadar vahim ve üzücü şartlar altında meydana gelmiş ise hakimin takdir edeceği manevi tazminat miktarı da o ölçüde fazla olacaktır.
BK.’nun 47.maddesine göre de, failin veya onun hareketinden sorumlu olanın kusurlu bulunması, tıpkı BK.’nun 49. maddesinde olduğu gibi, tazminat miktarının tayininde de ancak olumlu yönde rol oynayacaktır.
Nitekim Yargıtay da , 22.06.1966 gün ve 1966/7-7 sayılı içtihadı birleştirme kararında “failin veya onun hareketinden sorumlu olan şahsın kusuru varsa, bu kusurun., manevi tazminata hükmedilmesinde ve miktarında nazara alınacağını” açıkça belirtmiştir. Bu içtihat ile, “BK.’un 47. maddesi gereğince manevi tazminatla sorumlu tutulabilmesi için ne kendisinin, ne de müstahdeminin kusurunun şart olmadığı…, ölenin veya cismani zarara uğrayanın birlikte sebebiyet verme nisbetinin yahut müterafik kusurunun özel hal ve şartlar içinde takdir edilmesi gerektiği” karara bağlanmıştır.
Öyle ise, BK.’nun 47.maddesinin uygulandığı manevi tazminat hallerinde mağdurun müterafik kusuru veya birlikte sebebiyet vermesi, kural olarak, manevi tazminat hükmedilmesine engel olmamalıdır. Yeter ki, mağdurun müterafik kusuru veya birlikte sebebiyet verme oranı BK.m. 47’ye göre manevi tazminata hükmedilmesini haksız ve yersiz kılacak ağırlık ve yoğunlukta olmasın. Bundan dolayı mağdurun kusuru “hal ve şartların icap” ettirdiği ölçüde dikkate alınarak karara, manevi tazminat miktarının takdiri yönünden etkili olmaktadır.
Buna göre, zarar görenin müterafik kusuru veya birlikte sebebiyet verme hali illiyet bağını tümüyle kesecek nitelikte ise, ancak bu durum manevi tazminata hükmedilmesini haksız ve yersiz kılacak ağırlık ve yoğunlukta kabul edilebilecektir.
Yukarıdaki açıklamalar ışığında, somut olaya gelince:
Mahkemece, davacılar desteklerinin kusurunun ağırlığı gerekçe gösterilerek, davalının kusurunun azlığının haksız fiili ile zararlı netice arasında yeterli illiyet bağı oluşturmadığı, kabul edilmiş; bu husus doğrudan manevi tazminat isteminin reddine dayanak alınmıştır.
Oysa, dosya kapsamına göre, davacıların destekleri annelerinin ölümlerine yol açan kazada ölenlerden daha az da olsa davalının da kusuru olup, onun eylemi ile ölüm sonucu arasında illiyet bağını ortadan kaldıracak bir hususun varlığı da belirlenmemiştir.
Şu durumda, mahkemenin kabul şekli dosya kapsamına uygun bulunmadığı gibi, varılan bu sonuç, yukarıda ayrıntısıyla açıklanan ve davanın yasal dayanağını teşkil eden B.K.’nun 47.maddesine de aykırıdır. Zira, ölüm veya cismani zarar halinde manevi tazminata hükmedilebilme koşulları arasında failin kusur derecesi yer almamakta; bu husus ancak, takdir edilecek tazminat miktarı yönünden önem taşımaktadır.
Ölenler, davacıların anneleridir. Bu kaybın davacılar üzerinde etkisinin olmadığından ve ızdırap duymalarına neden olmadığından söz edilemez. Ölüm başlı başına ağır bir sonuç olup, ölenlerin davacıların anneleri olmasının bunu daha da ağırlaştırdığı göz ardı edilmemelidir. Manevi tazminatın amacı faili cezalandırmaktan çok, bu ızdırabın bir nebze de olsa azaltılması olduğuna göre, olayın açıklanan özelliklerinin de varılacak sonuç yönünden değerlendirilmesi gerekmektedir.
Hakim manevi tazminatın miktarını tayin ederken saldırı teşkil eden eylem ve olayın özelliği yanında tarafların kusur oranını, sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate almalıdır.
Miktarın belirlenmesinde her olaya göre değişebilecek özel hal ve şartların bulunacağı da gözetilerek takdir hakkını etkileyecek nedenleri karar yerinde objektif olarak göstermelidir. Çünkü kanunun takdir hakkı verdiği hususlarda hakimin hak ve nısfetle hüküm vereceği Medeni Kanunun 4.maddesinde belirtilmiştir.
Hükmedilecek bu para, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer bir fonksiyonu olan özgün bir nitelik taşır. Bir ceza olmadığı gibi mamelek hukukuna ilişkin zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. O halde bu tazminatın sınırı, amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır.
O halde, Mahkemece, az da olsa failin kusurunun varlığı karşısında yukarıda ayrıntısıyla açıklanan ilkeler de gözetilerek “ölenin veya cismani zarara uğrayanın birlikte sebebiyet verme nisbetinin yahut müterafik kusurunun özel hal ve şartlar içinde takdir edilerek, buna uygun miktarda manevi tazminata hükmedilmesi ve aynı hususlara işaret eden bozmaya uyulması” gerekirken, önceki kararda direnilerek, illiyet bağının yetersizliğinden bahisle davanın tümden reddine karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
S O N U Ç : Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 17.2.2010 gününde oybirliği ile karar verildi.