Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2010/222 E. 2010/234 K. 28.04.2010 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2010/222
KARAR NO : 2010/234
KARAR TARİHİ : 28.04.2010

MAHKEMESİ : Çatalzeytin Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 12.01.2010
NUMARASI : 2009/69 E-2010/2 K.
Taraflar arasındaki “Tapu iptali ve tescil,olmazsa tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Çatalzeytin Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 3.3.2009 gün ve 9-9 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 14.Hukuk Dairesinin 6.10.2009 gün ve 6971-10403 sayılı ilamı ile;
(“…Dava, tapulu taşınmazın haricen satın alınması sebebiyle tapu iptali ve tescil, ikinci kademedeki istek yapılan ödeme tutarı 38.500 TL.nin tahsili istemlerine ilişkindir.
Davalı iddia edilen satışın varlığını kabul etmemiş, davacının banka havaleleri suretiyle gönderdiğini bildirdiği 38.500 TL.nin kendisi tarafından taşınmazın daha önce yapılan hisse satışı, kira parası karşılığı ve tamirat bedeline karşılık alındığını, sözlü satış sebebiyle kendisine ödeme yapılmadığını, açılan davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece dava reddedilmiştir.
Hükmü davacı temyiz etmiştir.
1-Yapılan yargılamaya, toplanan deliller ve tüm dosya içeriğine göre davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiş reddi gerekmiştir.
2-Yukarıda belirtildiği üzere davalı, davacı tarafından yapılan havalelerin satış bedeli sebebiyle değil başka hukuki ilişkiler nedeniyle alındığını savunmuştur. Taraflar arasında davacının gönderdiği 38.500 TL.nin davalı tarafından alındığı, çekişme konusu olmadığı, davalı bu paranın başka hukuki sebeplere dayalı olarak alınmış olduğunu savunduğuna göre bu hususları ispat yükü davalıya düşer.
Mahkemece davalının savunmasında belirttiği nedenlere ilişkin delilleri istenip toplanmak, yasal yönteme uygun kanıtlanırsa davayı şimdiki gibi reddetmek, aksi halde davacının yaptığı havaleler sebepsiz kalacağından bunların tutarını sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre davalıdan tahsiline karar vermek olmalıdır. İspat külfetinin tayininde yanılgıya düşülerek istek eksik inceleme ve araştırma ile reddolunduğundan karar bozulmalıdır…”
gerekçesiyle dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN : Davacı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Davacı vekili, çekişmeli 3 parsel sayılı taşınmazdaki binada bulunan davacının kardeşi davalının paydaşı olduğu dükkana ait payın, sözlü satım sözleşmesi ile davalının teklifi üzerine haricen müvekkili tarafından satın alınıp hisse bedelinin 38.500 YTL olarak davalıya kızı vasıtasıyla gönderildiğini, ancak davalının tapu kaydını devre yanaşmadığını ileri sürerek; tapu kaydının iptali ile davacı adına tescilini, olmazsa müvekkilinin ödediği bedelin tahsilini istemiştir.
Davalı ise, davacı kardeşine aynı taşınmazdaki başka bir payını sattığını, bedelini ilerde alacağı emekli ikramiyesi ile ödeyeceğini söylemesine rağmen ödemediğini, kızı aracılığı ile gönderdiği paranın da önceki bu borçlarından bir kısmı olduğunu, davacıya sonradan başkaca bir pay satmadığını, taşınmazın taksiminin de söz konusu olmadığını bildirmiş; davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, tapulu olan taşınmazda harici satıma değer verilemeyeceği gerekçesi ile tapu iptal ve tescil isteminin reddine; tazminat istemi hakkında ise “her ne kadar davacının yatırdığını bildirdiği 38.500 YTL bedelin alındığı davalı tarafından kabul edildi ise de bedelin başka bir borç nedeniyle gönderildiğinin ileri sürülmesi karşısında,bu ikrarın vasıflı ikrar olduğu ve ispat yükünün davacı da bulunduğu, davacının da bu iddiasını kanıtlayamadığı” gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.
Hüküm davacı tarafından temyiz edilmiş ve Özel Dairece yukarda gösterilen gerekçe ile bozulmakla, önceki kararda direnilmiştir. Hükmü temyize davacı vekili getirmektedir.
Öncelikle belirtmelidir ki, davacı yanın harici satın alma iddiası yönünden mahkemece verilen ret kararı ile ilgili temyiz istemi Özel Dairece reddedildiğinden tapu iptal ve tescil isteği yönünden verilen red kararı kesinleşmiştir. Öte yandan, davacının 38.500 YTL miktarında bir bedeli ödediği, bu miktarın davalı tarafından alındığı konusunda da uyuşmazlık bulunmamaktadır.
Bu durumda, bozma ve direnme kararlarının içerikleri itibariyle, çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; davalının savunmasının, usul hukuku bakımından vasıflı ikrar (gerekçeli inkar) mı, yoksa, bağlantısız bileşik ikrar mı olduğu; buna bağlı olarak, kanıtlama yükünün hangi tarafa ait bulunduğu noktasında toplanmaktadır.
Bu noktada ikrar kavramı hakkında şu açıklamaların yapılmasında yarar görülmüştür.
1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 236. maddesinde, taraflardan birinin ikrarının geçerli olduğu ve o taraf aleyhine delil teşkil edeceği belirtilmiş, ancak ikrarın tanımı yapılmamıştır.
Öğretideki tanımlamalara göre, ikrar (dar anlamda ikrar), görülmekte olan bir davada, taraflardan birinin, diğer tarafça ileri sürülen ve kendisi aleyhine hukuki sonuç doğurabilecek nitelik taşıyan maddi vakıanın doğruluğunu kabul etmesidir.
Yargıtay uygulamasında da, ikrara bu anlam yüklenmektedir. İkrardan söz edilebilmesi için, bir tarafın bir vakıa ileri sürmüş olması, diğer tarafın da bu vakıanın doğru olduğunu bildirmesi gerekir. İkrarın konusu, ancak karşı tarafın ileri sürdüğü vakıalar olabilir. Bir tarafın, kendisinin ileri sürdüğü bir vakıanın doğruluğunu bildirmesi ikrar niteliği taşımayacağı gibi, karşı tarafın ileri sürdüğü hukuki sebepler de ikrara konu olamazlar.
Öğretide ve uygulamada ikrar, yapıldığı yere, kapsamına ve içeriğine göre türlere ayrılmaktadır.
Yapıldığı yere göre mahkeme dışı veya mahkeme içi ikrardan söz edilir. Mahkeme dışı ikrar takdiri, mahkeme içi ikrar ise kesin delil niteliğindedir.
Kapsam yönünden, ikrar, çekişmeli olan maddi vakıanın tamamını veya belli bir kesimini kapsayabilir. İlkinde tam, ikincisinde ise kısmi ikrar söz konusudur.
İçeriği itibariyle ikrar ya basit (adi), ya vasıflı (mevsuf) ya da bileşik (mürekkep) nitelikte olabilir. Vasıflı ikrara, gerekçeli inkar da denilmektedir.
Basit (adi) ikrar, karşı tarafça ileri sürülen bir vakıanın doğru olduğunun, herhangi bir kayıt veya şart bildirilmeksizin kabul edilmesidir. Basit ikrarda, onun konusunu oluşturan vakıalar artık tartışmalı olmaktan çıkarlar; dolayısıyla bunların ayrıca kanıtlanmasına gerek kalmaz.
Vasıflı ikrarda, (ki buna gerekçeli inkar da denilmektedir) karşı tarafın ileri sürdüğü maddi vakıanın varlığı kabul edilmekle birlikte, onun hukuki niteliğinin (vasfının) ileri sürülenden başka olduğu bildirilir. Örneğin; Davalı davacıdan 1000 TL aldığını ikrar eder,fakat bu parayı ödünç olarak değil,hibe olarak aldığını bildirmesi halinde olduğu gibi vasıflı ikrar bölünemeyeceğinden,davacı iddiasını,yani parayı ödünç verdiğini kanıtlamalıdır.
Bileşik (mürekkep) ikrarda ise, bir tarafın ileri sürdüğü vakıa karşı tarafça bütünüyle ikrar edilmekle birlikte, ikrara bu vakıadan çıkan hukuki sonucu hükümden düşüren ve bu ikrar edilen vakıanın doğumu ile ilgili bulunmayan başka bir vakıa ekleyerek, ya ikrar edilen vakıanın hukuksal sonuçlarının doğmasını engeller ya da onu hükümsüz kılar. Bileşik ikrar, ikrara konu olan vakıa ile, ona eklenen vakıa arasında bir bağlantı bulunup bulunmamasına göre, bağlantılı bileşik ikrar ve bağlantısız bileşik ikrar olarak ikiye ayrılır. Bağlantılı bileşik ikrarda,ikrar edenin ikrarına eklediği vakıa ile ikrar edilen vakıa arasında doğal bir bağlantı vardır.İkrara eklenen vakıa, ikrar olunan vakıanın doğal bir sonucudur.Bağlantısız bileşik ikrarda ise, ikrar edenin ikrarına eklediği vakıa ile ikrar edilen vakıa arasında hiçbir bağlantı yoktur.Yani, ikrara eklenen ikinci vakıa, ikrar edilen vakıa olmadan da mevcuttur.(Baki Kuru,5.Baskı,1990,2.cilt syf 1401 vd.)
Öğreti ve uygulamada, ağırlıklı olarak, bağlantısız bileşik ikrar dışındaki ikrar türlerinin bölünemeyeceği, dolayısıyla, böyle durumlarda, ikrar edenin ispat yükü altında olmadığı kabul edilmekte, iddiasını ispatlama yükümlülüğünün, karşı tarafa ait olduğu benimsenmektedir.
Somut olaya bakıldığında; davalı,davacının kendisine parayı gönderdiğini (maddi vakıayı) ikrar etmiş; ancak, bu paranın davacı tarafından ileri sürülen payın harici satışı karşılığı değil de başka bir nedenle(yani önceki pay satışından kaynaklanan başka bir hukuki ilişkiden dolayı) gönderildiğini savunmuş olması Hukuk Genel Kurulu görüşmeleri sırasında bağlantısız bileşik ikrar olarak nitelendirilmiş olup, burada ikrarın bölünebileceği, davalının davacı tarafından ödenen parayı başka bir nedenle aldığı savunmasını kanıtlaması gerektiği kanaatine varılmıştır.
Açıklanan bu gerekçe de gözetilerek, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
S O N U Ç : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcın iadesine, 28.4.2010 gününde, oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY YAZISI
Uyuşmazlık, davacı tarafından banka havalesi ile davalıya gönderildiği tartışmasız olan 38.500.00.-TL.nin iddia edildiği gibi davalı adına tapuda kayıtlı taşınmaz payının harici satış bedeli olarak mı, yoksa savunmada belirtildiği gibi davacının davalıya ait borcunun ödenmesi amacıyla mı gönderildiği ve bu durumda ispat külfetinin hangi tarafta olduğu konusunda toplanmaktadır.
Davacı, davalı ile aralarında tapuda davalı adına kayıtlı taşınmaz payının satışı konusunda anlaştıklarını, satış bedeli olarak 38.500.00.-TL.yi banka havalesi ile davalıya gönderdiğini, ancak davalının tapuda devre yanaşmadığını ileri sürerek tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde ödediği bedelin iadesi talebinde bulunmuştur.
Davalı, davacı ile aralarında herhangi bir taşınmaz payı satışı yapılmadığını, banka havalesiyle gönderilen paranın daha önce davacıya vermiş olduğu borcun ifasına yönelik olduğunu, aksi yöndeki iddianın davacı tarafça kanıtlanması gerektiğini savunmuştur.
Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, havale yoluyla davalıya gönderilen 38.500.00.-TL.ye yönelik olduğundan davanın bu kısmı ile ilgili açıklamalarda bulunulacaktır.
Bu noktada, somut olayın değerlendirmesine geçmeden önce Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 09.06.2004 tarih, 2004/4-362 Esas, 2004/347 Karar sayılı kararında ayrıntılı şekilde ele alınan ikrar kavramı ve havale ile ilgili açıklamalara değinmekte fayda görülmüştür.
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 236.maddesinde, taraflardan birinin ikrarının geçerli olduğu ve o taraf aleyhine delil teşkil edeceği belirtilmiş, ancak ikrarın tanımı yapılmamıştır. Öğretideki tanımlamalara göre ise, ikrar (dar anlamda ikrar), görülmekte olan bir davada, taraflardan birinin, diğer tarafça ileri sürülen ve kendisi aleyhine hukuki sonuç doğurabilecek nitelik taşıyan maddi vakıanın doğruluğunu kabul etmesidir. Yargıtay uygulamasında da, ikrara bu anlam yüklenmektedir. (İkrar kavramının tanımı ve aşağıdaki ikrarın türlerine ilişkin olarak açıklamalar bakımından ayrıntılı bilgi için, Bkz: Prof.Dr.Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı Cilt:2, Ankara 2001, sayfa:2037 ve devamı; Prof.Dr.Saim Üstündağ, Medeni Yargılama Hukuku, Cilt:1-2, 3.Bası, Formül Matbaası, İstanbul 1984, Sayfa:549 ve devamı; Prof.Dr.Necip Bilge, Medeni Yargılama Hukuku Dersleri, 3.Baskı, Sevinç Matbaası, Ankara 1978, sayfa:510 ve devamı; Dr.Süha Tanrıver, Türk Medeni Yargılama Hukukunda İkrarın Bölünüp Bölünemeyeceği Sorunu, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, 1993/2, sayfa:212 ve devamı).
İkrardan söz edilebilmesi için, bir tarafın bir vakıa ileri sürmüş olması, diğer tarafın da bu vakıanın doğru olduğunu bildirmesi gerekir. İkrarın konusu, ancak karşı tarafın ileri sürdüğü vakıalar olabilir. Bir tarafın,
kendisinin ileri sürdüğü bir vakıanın doğruluğunu bildirmesi ikrar niteliği taşımayacağı gibi, karşı tarafın ileri sürdüğü hukuki sebepler de ikrara konu olamazlar.
Öğretide ve uygulamada ikrar, yapıldığı yere, kapsamına ve içeriğine göre türlere ayrılmaktadır.
Yapıldığı yere göre mahkeme dışı veya mahkeme içi ikrardan söz edilir. Mahkeme dışı ikrar takdiri, mahkeme içi ikrar ise kesin delil niteliğindedir.
Kapsam yönünden, ikrar, çekişmeli olan maddi vakıanın tamamını veya belli bir kesimini kapsayabilir. İlkinde tam, ikincisinde ise kısmi ikrar söz konusudur.
İçeriği itibariyle ikrar ya basit (adi), ya vasıflı (mevsuf) ya da bileşik (mürekkep) nitelikte olabilir. Vasıflı ikrara, gerekçeli inkar da denilmektedir.
Basit (adi) ikrar, karşı tarafça ileri sürülen bir vakıanın doğru olduğunun, herhangi bir kayıt veya şart bildirilmeksizin kabul edilmesidir. Basit ikrarda, onun konusunu oluşturan vakıalar artık tartışmalı olmaktan çıkarlar; dolayısıyla bunların ayrıca kanıtlanmasına gerek kalmaz.
Vasıflı ikrarda, (gerekçeli inkarda) karşı tarafın ileri sürdüğü maddi vakıanın varlığı kabul edilmekle birlikte, onun hukuki niteliğinin (vasfının) ileri sürülenden başka olduğu bildirilir.
Bileşik (mürekkep) ikrarda ise, bir tarafın ileri sürdüğü vakıa karşı tarafça bütünüyle kabul edilmekle; eş söyleyişle, vakıanın doğru olduğu ve bildirilen vasıfta bulunduğu kabul edilmekle birlikte, ikrara öyle bir vakıa eklenir ki, eklenen bu vakıa, ya ikrar edilen vakıanın hukuksal sonuçlarının doğmasını engeller ya da onu hükümsüz kılar. Bileşik ikrar, ikrara konu olan vakıa ile, ona eklenen vakıa arasında bir bağlantı bulunup bulunmamasına göre, bağlantılı bileşik ikrar ve bağlantısız bileşik ikrar olarak ikiye ayrılır.
Yukarıda da değinildiği üzere, öğreti ve uygulamada, ağırlıklı olarak, bağlantısız bileşik ikrar dışındaki ikrar türlerinin bölünemeyeceği, dolayısıyla, böyle durumlarda, ikrar edenin ispat yükü altında olmadığı kabul edilmekte, iddiasını ispatlama yükümlülüğünün, karşı tarafa ait olduğu benimsenmektedir.
Öte yandan, uyuşmazlığın çözümünde havale hükümleri de irdelenmelidir. Borçlar Kanunu’nun 457 ve ardından gelen maddelerinde düzenlenmiş olan havale, hukuksal nitelikçe (tıpkı onun özel biçimlerinden biri niteliğindeki çek gibi), bir ödeme vasıtasıdır. Eş söyleyişle, havalenin, mevcut bir borcun ödenmesi amacıyla yapıldığı yolunda yasal karine mevcuttur. Bu yasal karinenin tersini (havalenin borcun ödenmesinden başka bir amaçla yapıldığını) ileri süren havaleci (muhil), bu iddiasını kanıtlamakla yükümlüdür. (Havale kavramı hakkında geniş bilgi için bkz: Prof.Dr.Arif B.Kocaman, Türk Borçlar Hukukunda Havale, Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü Yayını, Ankara 2001; Yargıtay’ın bu konudaki uygulamasına örnek olarak: 11.Hukuk Dairesi’nin 28.09.1992 gün ve 1991/1956-1992/9316 sayılı kararı).
Bu açıklamalar ışığında somut olayın değerlendirilmesine gelince;
Somut olayda davacı, paranın harici taşınmaz payı satış bedeli olarak davalıya gönderildiğini iddia etmekte, davalı ise harici taşınmaz payı satışı iddiasını kabul etmeyip, paranın daha önce davacıya verdiği borcun tediyesi amacı ile gönderildiğini bildirmektedir.
Bu durumda davacı, öncelikle taraflar arasında harici taşınmaz satışı bulunup bulunmadığını ispatlamalıdır. Bu yöne ilişkin olarak yerel mahkeme gerekçesinde tapuda kayıtlı taşınmazların harici satışlarının geçersiz olduğu ve geçersiz satışlarda herkesin verdiğini iade ile yükümlü bulunduğu yolundaki genel kurallar açıklandıktan sonra, tarafların kardeş olmaları nedeniyle HUMK.nun 293/1.maddesi uyarınca tanık dinlendiği, ancak “tanıkların taraflar arasında yapıldığı iddia edilen sözleşmeye şahit olmadıkları, davacının kendisine hatırlatılan yemin teklif hakkını da kullanmayacağını ve mevcut delillere göre karar verilmesini talep ettiğini bildirmesi nedeniyle davacının davasını ispatlayamadığına kanaat getirildiği” belirtilmiş ve böylece mahkemece harici satış iddiasının kanıtlanamadığı sonucuna varılmıştır.
Görüşmeler sırasında taraflar arasında harici satışın varlığının mahkemece kabul edildiği ve bu hususun kesinleştiği ileri sürülmüş ve çoğunlukça bu yönde görüş bildirilmiş ise de, yerel mahkeme kararının gerekçesi az yukarıda belirtilen kısım da dikkate alınarak bir bütün olarak ele alındığında yerel mahkeme kararından bu şekilde bir sonuç çıkarmanın doğru olmadığı düşünülmektedir.
Harici satış iddiası usulen ispatlanamadığına göre, davalının beyanlarının gerekçeli inkar niteliğinde olduğunun ve bunun sonucu olarak ispat külfetinin davacıda bulunduğunun kabulü gerekir.
Havale makbuzunda gönderilen paranın hangi amaçla gönderildiği de yazılı olmadığına göre, havalenin kural olarak mevcut bir borcun ödenmesi amacıyla yapıldığına ilişkin yasal karinenin aksini iddia eden davacı bu iddiasını ispatla yükümlü olup, dosyadaki deliller karşısında iddianın kanıtlanamadığı anlaşıldığından usul ve yasaya uygun bulunan direnme kararının onanması gerektiğini düşündüğümden sayın çoğunluğun bozma yönündeki görüşüne katılamıyorum.