YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2010/218
KARAR NO : 2010/251
KARAR TARİHİ : 05.05.2010
MAHKEMESİ : Kadıköy 3. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 22/12/2009
NUMARASI : 2009/503-2009/564
Taraflar arasındaki “elatmanın önlenmesi” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kadıköy 6.Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 04.03.2008 gün ve 2008/17 E., 2008/57 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1.Hukuk Dairesinin 05.02.2009 gün ve 2009/64 E., 2009/1387 K. sayılı ilamı ile;
(“…Dava, bağımsız bölüme elatmanın önlenmesi isteğine ilişkindir.
Noksanın tamamlanması yoluyla getirtilen kayıttan, çekişme konusu 81 nolu bağımsız bölümün davacı adına kayıtlı bulunduğu, davalının taşınmazda kayıttan ve mülkiyetten kaynaklanan bir hakkı olmadığı gibi, taşınmazda “aile konutu” yönünde bir şerh de olmadığı anlaşılmaktadır.
Davacı, maliki bulunduğu taşınmazı oğlu ile aralarında boşanma davası görülen davalı gelininin haksız kullandığını ileri sürerek eldeki davayı açmış, davalı ise taşınmazı “aile konutu” olarak kullandığını savunmuştur.
Mahkemece, çekişme konusu taşınmazın aile konutu olarak belirlendiği, davalının boşanma davası sonuçlanıncaya kadar yeri kullanma hakkı olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; davacının çekişmeli taşınmazı öğrenci olan oğlu Aykut’a oturması için tahsis ettiği 14.02.2004 tarihinde davalı ile davacının oğlunun evlenmeleri üzerine bedelsiz olarak anılan taşınmazda davacının muvafakatı ile oturmaya devam ettikleri, sonradan aralarında geçimsizlik baş göstermesi üzerine Kadıköy 4.Aile Mahkemesinin 2007/740 esas sayılı dosyası ile boşanma davası açıldığı, davanın, derdest bulunduğu, anılan davanın devamı sırasında 14.12.2007 tarihinde davacının davalıya gönderdiği ihtarname ile muvafakatını geri aldığı ve fuzuli şagil olduğu taşınmazı üç gün içinde boşalmasını istediği görülmektedir.
Yukarıda açıklanan olgular birlikte değerlendirildiğinde; TMK.nun 683. maddesi gözetildiğinde, davacının mülkiyet hakkına dayalı olarak her türlü elatmanın önlenmesini isteyebileceğinden eldeki davayı açma hakkı bulunduğu ve kayıttan kaynaklanan mülkiyet hakkına üstünlük tanınması gerektiği kuşkusuzdur. Öte yandan davacının muvafakati dışında davacının mülkiyet hakkının kısıtlanmasını gerektirir hukuken geçerli bir nedenin bulunmadığı açıktır.
Dava açılmakla muvafakatın geri alındığı gözetildiğinde davalının taşınmazı kullanmasının haklı ve geçerli bir nedeninin bulunduğu söylenemez. Ayrıca karı koca arasında 3.kişiye ait taşınmazın ” aile konutu” olarak kabul edilmesinin kayıt maliki yönünden bağlayıcılığı düşünülemez.
Hal böyle olunca; davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm tesisi isabetsizdir. Davacının temyiz itirazları yerindedir…”)
gerekçesiyle oyçokluğuyla bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN : Davacı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, haksız işgal nedeniyle çaplı taşınmazdaki bağımsız bölüme elatmanın önlenmesi istemine ilişkindir.
Yerel mahkemece, dava konusu taşınmazın aile konutu olarak tahsis edildiği, aile konutu şerhinin tapuya tescilden önce de sonuç doğuracağı ve evlilik devam ettiği sürece aile konutu vasfı taşıyan yer için TMK 683. maddesine göre dava açma hakkı bulunmadığı gerekçeleriyle davanın reddine dair verilen karar, davacı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece, yukarıda belirtilen gerekçe ile bozulmuş, Yerel Mahkemece önceki gerekçeler tekrarlanarak ilk kararda direnilmesine karar verilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, davacıya ait çaplı taşınmaza davalının haksız elatması bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle belirtilmelidir ki mülkiyet, toplum yararı ile sınırlı, sahibine gerek yetki ve gerekse ödevler yükleyen kamu ve özel hukuk karakterli, kendine özgü bir haktır.
1982 Anayasası, mülkiyet hakkını 1961 Anayasası’na göre daha da güçlendirerek, temel hak ve ödevler kısmına almıştır. 1982 Anayasasının 35. maddesinde; “herkes mülkiyet ve miras hakkına sahiptir. Bu haklar ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlandırılabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz “ düzenlemesine yer verilmiştir. Görüldüğü üzere, mülkiyet hakkı ancak kamu yararı ve kamu düzeni amacı ile sınırlandırılabilecektir.
Malik, mülkiyet hakkının sağladığı yetkileri, hukuk düzeninin çizdiği sınırlar içinde dilediği gibi kullanabilir. Eşya üzerindeki egemenliğin üçüncü kişilere karşı korunması için malike verilen bu yetkilerin yaptırımı olan davalar, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 683. maddesinde belirlenmiştir.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun, “Mülkiyet Hakkının İçeriği” başlıklı 683. maddesi (Mülga 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi 618. madde);
“Bir şeye malik olan kimse, hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir.
Malik, malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi, her türlü haksız elatmanın önlenmesini de dava edebilir.” hükmünü içermektedir.
Mülkiyet hakkının sağladığı yetkilerin malik tarafından gereği gibi kullanılmasını önleyen ve üçüncü kişilerden gelen etkilere karşı korunma aracı olarak haksız elatmanın önlenmesi, taşkınlığın giderilmesi, durdurulması için, elatmanın önlenmesi davası hakkı tanınmıştır.
Burada önemle vurgulanmalıdır ki, Yasa hükmünde “haksız elatmadan” söz edilmiş olması karşısında, bütün bu davranışların haksız olması, davalının bir hakka dayanmaması gerekli ve yeterlidir.
Tüm bu açıklamalar çerçevesinde somut olay değerlendirildiğinde; davacı taşınmazın kayıt maliki olup, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 683. maddesinden kaynaklanan mülkiyet hakkına dayanmaktadır. Davacı maliki olduğu konutu kullanması için dava dışı oğlu ve davalı gelinine tahsis etmiştir. Davalı ile birlikte davacının oğlu taşınmazı davacı malikin onayına dayalı olarak tasarruf etmişlerdir. Bu durumda davacı tarafından verilen onay devam ettiği sürece konutun davacının oğlu ve davalı tarafından kullanımının haksız olmadığı açıktır.
Bilindiği üzere elatmanın önlenmesi davasında husumetin taşınmazı haksız kullanana yöneltilmesi gereklidir. Eldeki davada her ne kadar davacı anne, taşınmazı bedelsiz olarak kullanmaları için dava dışı oğlu ve davalı gelinine vermişse de, dava dışı oğlunun: davalı karısı ile arasında görülmekte olan boşanma davası sırasında çekişmeli konutu terk etmiş olması ve halen ortak konutta oturan davalı geline karşı da ihtar çekerek eldeki davayı açması karşısında, artık davacının taşınmazın kullanımına dair verdiği muvafakatini geri aldığının kabulü gereklidir.
Öte yandan, taşınmaz malikinin üçüncü kişi olması nedeniyle taşınmazın aile konutu olarak kabulü mümkün olmadığı gibi taraflar arasında bir kira ilişkisi de bulunmamaktadır. Ayrıca, davacının oğlu ile davalının ayrı yaşamakla birlikte evliliklerinin devam etmekte olması davacının mülkiyet hakkı karşısında taşınmazı davalının kullanmasının haklı ve geçerli nedeni olarak kabul edilemez.
Nitekim, aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulu’nun 4.11.2009 gün ve 2009/1-401 E, 2009/473 K. sayılı ilamında da vurgulanmıştır.
O halde, davacı malik tarafından konutun kullanımı için onayın geri alınması karşısında davalının konutu kullanmasının haklı ve geçerli bir nedeninin bulunduğu söylenemez.
Bu durumda, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
S O N U Ç : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 05.05.2010 gününde yapılan ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY
Davacı mülkiyet hakkı sahibi olup davalının kayınvalidesidir. Davacının dava dışı olan oğluna niza konusu taşınmazı kullanması için onay vermiştir. Davalı ve eşi bu taşınmazı birlikte kullanırken aralarında çıkan olaylar nedeni ile boşanma davası açılmış ve dava dışı koca ortak konuttan ayrılmıştır. Mülkiyet hakkı sahibi davacı davalıya çektiği uyarıda davalı ile eşi arasındaki boşanma davası nedeni ile davalının fuzuli şagil durumuna düştüğünü bu nedenle evi terk etmesini istemiş, ev boşaltılmayınca da eldeki davayı açmıştır.
Hukuki olarak çözümlenmesi gereken davalının taşınmazı kullanmada haksız olup olmadığının saptanmasıdır. Öncelikle şu hususun belirlenmesinde yarar vardır; bir taşınmazın kullanımı ile ilgili olarak kendisine onay verilen kişiye tebaan o taşınmazı onay verilen kişi ile birlikte kullananın bu kullanımının haksız olduğunu söylemek mümkün değildir. Tebaan kullanma olgusunu belirlerken de eldeki davada esas olan davalı kadın ile dava dışı kocanın birlikte kullanımında davalının haksız olup olmadığının belirlenmesidir. Türk Medeni Yasasına göre karı koca aynı evde birlikte yaşarlar. Bu hem bir hak hem de yükümlülüktür. Bu nedenle eşlerden birisine evin kullanımı için izin verilmesi halinde diğer eşin de kullanımına onay verilmiş sayılır. Davacının dava dışı oğluna onay verdiği konusunda bir niza bulunmamaktadır, bu onay devam ettiği sürece davalının kullanımının haksız olduğunu söylemek mümkün değildir. Aksi düşünce aile birliğinin bozulması sonucunu doğurur ki yasanın bunu kabul etmesi mümkün değildir. Eşine tebaan kullanan davalının kullanımının haksız olması için dava dışı eşine verilen onayın davacı mülk sahibi tarafından geri alınmış olması gerekir. Onay verilen kişiye verilen bu kullanım hakkı geri alınmadan ona tebaan kullanan kişi hakkında el atmanın önlenmesi davası açılması mümkün değildir.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında davacının mülkiyet hakkı sahibi olduğu, mülkiyet hakkının sınırlandırılamayacağı, bu nedenle eldeki davayı açabileceği belirtilmiştir. Ancak olayın T.M.Y. 683 ve devamı maddelerindeki mülkiyet hakkının geçerli bir neden olmaksızın sınırlandırılması olarak kabul edilemez. Çünkü davacı kendi serbest iradesi ile taşınmazın kullanımını oğluna ve ona tebaan de davalıya bırakmıştır. Bu onay usulüne uygun olarak kaldırılmadıkça yani oğluna verilen onay alınmadıkça davalının kullanımının haksız olduğunu söylemek mümkün değildir. Onay kime verildi ise ondan geri alınması gerekir,bu nedenle davacının davalıya çektiği uyarıda kendisinin oturmasına karşı çıktığı yolundaki beyanı davalı yönünden hukuki sonuç doğurmaz.
Bu durumda boşanma davasının açılması sonucu dava dışı eşin ortak haneyi terk etmesinin birlikte oturulan evi ortak hane olmaktan çıkartıp çıkartmadığı, bunun sonucu olarak davalının eşine tebaan kullanımının devam edip etmediğinin belirlenmesi gerekir. Bilindiği gibi boşanma davasının açılması ile ortak ev ortak ev olmaktan çıkmaz.Taraflar isterlerse aynı evi birlikte kullanabilirler,ancak taraflardan birisi isterse bu evi kullanmayabilir. Ancak bu durumda da boşanma kararı kabul ile sonuçlanıp kesinleşinceye kadar yine ortak ev olma niteliğini korur. Olayımızda kesinleşmiş ve boşanma ile sonuçlanmış bir mahkeme kararı bulunmamaktadır. Öyle ise davaya konu konut ortak konuttur ve davacının dava dışı davalının kocasına verdiği onay da geri alınmadığından davalının onay verilen kişiye tebaan kullanımı devam etmektedir ve kullanımın haksız olduğunu söylemek mümkün değildir. Davalı ile dava dışı kocası arasındaki boşanma davasının bulunması ve kocanın bir süre için evi fiilen terk etmesi sonuca etkili değildir. Koca her zaman için gelip bu ortak konutu boşanma davasının devam ettiği sürece kullanabilir. Bu davanın açılmasındaki amaç davalının kullanımının engellenmesi ve dava dışı oğlun kullanımının sağlanmasıdır. Bu nitelemeye göre de en azından davanın açılması hakkın kötüye kullanılmasıdır.
Sonuç olarak davacı dava dışı davalının kocası olan oğluna verdiği onayı kaldırmadığından ve davalının kullanımı da bu kişiye tebaan olup haksız fiil sayılamayacağından davanın reddi yolunda oluşturulan yerel mahkeme kararının onanması gerekirken bozma yolunda oluşturulan Hukuk Genel Kurulu kararına katılamıyorum.
KARŞI OY YAZISI
Dava, 4721 sayılı TMK.nun 194.maddesi kapsamında “aile konutu” olarak kabul edilen evin tahliyesi isteğine ilişkindir.
Davanın reddine yönelik direnme kararının davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yüksek Hukuk Genel Kurulu’nun Sayın çoğunluğunca bozulmasına karar verilmiştir.
Uyuşmazlık konusu ve davalının oturduğu bağımsız bölüm davacı adına tapuda kayıtlıdır. Davacı bu bağımsız bölümü dava dışı oğlunun evlenmesinden 4 ay önce oğluna bedelsiz (kira alınmadan) olarak oturması için özgülemektedir. Davacının oğlu evlenince davalı eşi ile aynı bağımsız bölümde oturmaya devam etmiştir. Davacının oğlu davalı eşine karşı boşanma davası açtıktan sonra evi terk etmiştir. Bunun üzerine davacı, davalıya Noterden ihtarname çekerek evi boşaltmasını, aksi halde haksız işgalden dolayı dava açacağını bildirmiş ve sonuçta eldeki dava açılmıştır.
Davalı, evin aile konutu olduğunu bildirmiş ve davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, bağımsız bölümün aile konutu olduğu, açılan boşanma davasının derdest bulunduğu, boşanma davası kesinleşinceye kadar aile konutunun varlığını sürdüreceği, bu nedenle davacının TMK.nun 683.maddesi gereğince dava açma hakkı bulunmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.
Yüksek Özel Daire, “…Davacının, davalıya çektiği ihtarname ile oğlunun evde bedelsiz oturması için verdiği olurun (iznin) geri alındığı, davalının haksız işgalci durumuna düştüğü, davacının TMK.nun 683.maddesi gereğince mülkiyet hakkına dayanarak dava açma hakkının bulunduğu, mülkiyet hakkına üstünlük tanınması gerektiği, mülkiyet hakkının kısıtlanmasını gerektirir hukuken geçerli bir nedenin bulunmadığı, ayrıca karı-koca arasında 3.kişiye ait taşınmazın aile konutu olarak kabul edilmesinin kayıt maliki yönünden bağlayıcılığı düşünülemeyeceği…” görüşüyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
Görüldüğü gibi Özel Dairece, TMK.nun 683.maddesinden hareketle hükmün bozulmasına karar verildiği halde, Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında bozmadan hiç söz edilmemesine karşın adeta TMK.nun 683.maddesi bir yana bırakılarak, oturulan evin aile konutu olduğu ve ariyet yoluyla bedelsiz olarak oturması için oğluna verdiği kabul edilerek BK.nun 299 ve devamı maddeleri gereğince ariyet akti esas alınarak savunma yönünü yeğlemiştir.
Esasen Özel Daire ile yerel mahkeme arasında bağımsız bölümün “Aile konutu” olduğu konusunda bir uyuşmazlık söz konusu değildir. O halde, somut olayda TMK.nun 683.maddesinin uygulama yeri bulunmamaktadır.
Bu bakımdan, uyuşmazlığın TMK.nun 194.maddesi çerçevesinde çözüme kavuşturulması gerekmektedir. Eşler birlikte anlaşarak ve hareket ederek, belirledikleri bir evde oturmayı kabul etmişlerse, buna “Ortak konut” denir. (TMK.m.164,186). Eşlerden yalnızca biri tarafından oturacakları yer seçilip belirlenmiş ise, (somut olguda olduğu gibi) bu takdirde buna “Aile konutu” denir (TMK.m.194).
Aile konutu aynı hakka (mülkiyetin eşlerden birine veya her ikisine ait olması gibi) dayalı olabileceği gibi, şahsi hakka (kira sözleşmesi, intifa hakkı, üst hakkı, ariyet sözleşmesi gibi şahsi haklardan kaynaklanabilir) da dayanabilir. Doktrindeki baskın görüşe göre, kamu konutları ve lojmanlar aile konutu sayılmaktadırlar.
TMK.nun 683.maddesinde; “Bir şeye malik olan kimse, hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahip” olduğu hükmüne yer verilmiştir. Demek ki mülkiyet hakkı sahibinin yetkisi “hukuk düzeni sınırları” ile sınırlandırılmıştır. Şu halde, aile konutu ile ilgili TMK.nun 194.maddesi, açıklanan hukuk düzeni sınırları çerçevesinde devreye girmesi gerekmektedir.
Davacı anne ile dava dışı ve davalının eşi oğlu arasındaki ilişkiyi ariyet akti olarak kabul etsek dahi, davalının oturduğu evin aile konutu olduğu yönünde Özel Daire ile yerel mahkeme arasında bir uyuşmazlık bulunmadığına ve görüşmeler sırasında ağırlıklı olarak Genel Kurulca da kabul gördüğüne göre ariyet aktini düzenleyen BK.nun 299 ve devamı maddelerinden önce ailenin bütünlüğü ve korunması da gözetilerek somut olayda TMK.nun 194.maddesinin uygulanması gerekir. Çünkü dava dışı davacının oğlu tarafından açılan ve halen derdest bulunan boşanma davası bulunmaktadır. Boşanma hükmü kesinleşinceye kadar da aile konutu hukuki varlığını sürdürmektedir. Bu konuda doktrin ile uygulama (yargısal kararlar) arasında bir görüş ayrılığı da yoktur.
Aile konutu başlığını taşıyan TMK.nun 194.maddesinde; “Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz… Tapu kütüğüne konutla ilgili gerekli şerhin verilmesini isteyebilir…” denilmektedir. Görüldüğü gibi 194.madde de bir sınırlama getirmiştir. Burada açıklanan şerhin hukuki niteliği; TMK.nun 1010.maddesi anlamında tasarruf yetkisinin sınırlandırılmasına ilişkin şerhdir. Madde 194’te açıklanan sınırlamanın hukuki niteliği ise, TMK.nun 168.maddesi anlamında bir “fiil ehliyeti” sınırlamasıdır. Tapu kütüğüne verilecek şerh de kurucu değil açıklayıcı niteliktedir.
Davacı, evlilik hazırlığı içinde bulunan dava dışı oğluna kira almadan oturması için evi vermekle mülkiyet hakkını zaten kendi iradesi ile sınırlamıştır. Davalı da TMK.nun 186.maddesi uyarınca eşi tarafından belirlenen bağımsız konuta yerleşmeyi kabul etmiş ve duyduğu güven ile gelip yerleşmiştir. Artık davacının mülkiyet hakkından kaynaklanan üstün hakkının ön plana çıkartılması olabilir mi? Davacının bu davranışı açıkça mülkiyet hakkının kötüye kullanılmasıdır (TMK.m.2/1-2). Böyle bir durum hukuk düzeni tarafından elbetteki korunamaz.
Kaldı ki, davalı iyi niyetli olup, aile konutu olarak seçilen evde oturmaktadır. Haksız işgalci olarak nitelendirilemez. Üçüncü kişi adına tapuda kayıtlı bulunduğundan Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün 01.06.2002 tarih ve 2002/7 sayılı “Aile Konutunun Şerhine” ilişkin Genelgesinin 4.maddesi uyarınca davalı tapu kütüğüne şerh verme olanağına da sahip değildir. Esasen şerh verme olanağı olsa bile, tapu kütüğüne bu yönde şerh verilmeden önce de aile konutu hakkı doğmuş kabul edilir.
Öte yandan, davacı oğluna evde oturması için olur vermiştir. İhtarnameyi oğluna çekmesi gerekirdi. Ancak, bu halde verdiği oluru geri almış olabilirdi. Davalıya gönderilen ihtarname ile olurun geri aldığının kabulüne olanak bulunmamaktadır. Zira oturulan yer aile konutudur. TMK.m.194 devreye girer. Davacı ihtarnameyi oğluna göndermiş olsaydı, dava dışı oğlu haksız işgalci durumuna düşerdi. Bu durumda dahi evin aile konutu olması ve boşanma kesinleşinceye kadar hukuki varlığını sürdürmesi gerektiğinden tahliyeden önce kira yerine geçecek haksız işgal tazminatı isteyebilirdi.
“Oturmak üzere ücretsiz olarak verilen evin teslimi için gönderilen ihtarnamede gösterilen sürenin sonunda teslim yapılmadığı takdirde, o tarihten başlamak üzere haksız işgal tazminatı istenebilir” (S.Olgaç c.3, 1977 baskı, s.754, Ariyet Akti bölümü). Demek ki tahliyeden önce var olan başka yollara başvurulması düşünülmelidir. TMK.nun 169.maddesinin uygulamada, uygulandığına rastlanıldığı da söylenemez.
Sonuç olarak, somut olayda, TMK.nun 683 ve BK.nun 299 ve devamı maddelerinden önce taşınmazın aile konutu olarak seçilmiş bulunması nedeniyle TMK.nun 194.maddesi çerçevesinde uyuşmazlığın çözüme kavuşturulması görüşünde bulunduğundan usul ve kanuna uygun bulunan DİRENME KARARININ ONANMASI gerekirken BOZULMASI biçiminde gerçekleşen Sayın çoğunluğun değerli görüşlerine açıklanan nedenlerle katılmıyorum.