Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2010/206 E. 2010/230 K. 28.04.2010 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2010/206
KARAR NO : 2010/230
KARAR TARİHİ : 28.04.2010

MAHKEMESİ : Ankara 7. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 17/12/2009
NUMARASI : 2009/416-2009/413
Taraflar arasındaki “Baz İstasyonunun Kaldırılması” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 7. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın “reddine” dair verilen 2.4.2009 gün ve 2007/470 E.-2009/108 K. sayılı kararın incelenmesi davacılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4.Hukuk Dairesinin 13/7/2009 gün ve 7416-9376 sayılı ilamı ile;
(…1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere göre asıl davanın davacısı Huzur Camii Yaptırma ve Yaşatma Demeği’nin temyiz itirazları reddedilmelidir.
2-Birleşen davanın davacıları M… A…. ve diğerlerinin temyiz itirazlarına gelince; dava, el atmanın önlenmesi istemine ilişkindir. Yerel mahkemece, asıl ve birleşen davalar reddedilmiş; karar, asıl ve birleşen davaların davacıları tarafından temyiz olunmuştur.
Davacılar, konutlarına yakın yerde bulunan komşu bina üzerine davalılardan Vodafone Telekomünikasyon Anonim Şirketi tarafından kurulan GSM baz istasyonunun, çevre ve insan sağlığı açısından tehlike yarattığını ileri sürmüşlerdir. Davalılar ise, iddianın kanıtlanması gerektiğini, istasyonun yönetmelik kurallarına uygun biçimde kurulup işletildiğini, iddia edilen zararın gerçekleşmediğini, geniş bir halk kitlesine kamu hizmeti sunulduğunu, radyasyona yol açılmadığını ileri sürerek istemin reddedilmesi gerektiğini savunmuştur.
Yerel mahkemece keşif yapılarak baz istasyonunun konumu ve komşu davacılara ait yapılara olan uzaklığının belirlendiği bilirkişi raporu alınmıştır.
Uyuşmazlık son yıllarda kullanılan cep telefonlarındaki haberleşmeyi sağlayan ve baz istasyonları olarak isimlendirilen tesisin kullanılması sonucu bir zararın doğup doğmadığı, doğmuş ise bu zararın hangi durumlarda söz konusu olabileceği ve yine giderilmesi konusunda ne gibi önlemlerin alınması gerektiği noktasında toplanmaktadır. Dava konusu olan tesisin cep telefonlarının kullanımı için zorunlu olduğu ve bu tesisin geniş bir kitleyi ilgilendirmesi nedeniyle kamuya hizmet vermeyi amaçladığı da tartışmasızdır. Ne var ki bu hizmetin verilmesinde ve tesisin kullanılması sonucu hukuk kurallarının bir gereği olarak doğan zararlardan da tesis sahibi sorumludur. Hatta bu sorumluluk kusura dayanmayan, tehlike sorumluluğu olarak da kabul edilmek gerekir. Bu özelliği gereği tesisi kullanan ve onu işletenin yüksek özen yükümlülüğü bulunmaktadır. Aksi halde, en küçük bir özensizliğin maddi değerlerle ölçülemeyecek kadar ağır sonuçlar doğurması kaçınılmazdır. Bunun için zarar görenin zararını değil, tesis ve işletme sahibinin tesisin işletilmesinden dolayı kişilere, bu bağlamda çevreye bir zarar vermediği ve herhangi bir olumsuz sonuç yaratmadığının kanıtlanması gerekir. Bu sonuç genel sorumluluk kurallarının aksine olarak, davalıların işletmesinin ağır tehlike doğuracak özelliğinden kaynaklanmaktadır.
Sertifikada belirtilen limitlerin yönetmelikte belirtilen limitlere uygun olduğu, hatta yönetmelikteki limitlerin de altında bulunduğu belirlense bile, bu belirlemelerle bir zararın olmayacağı kabul edilemez. Yönetmelik ve bu yönetmelikteki ölçülere göre verilen sertifika, soyut bir belirlemeyi içermektedir. Bu bağlamda, o anda o yerde ve belirtilen güçte kurulacak istasyonun değerlerini belirtmektedir. Nitekim sertifikada bu nitelikleri içermekte olup, kurulan istasyonun çevresindeki binaların ve giderek konumunu belirtmemektedir. Bu da sertifikadaki ölçülerin tüm bilimse verilere uygun olduğu ve zarar doğmayacağı anlamına gelmez. Kaldı ki, hukuk kurallarındaki düzenleme nedeniyle yönetmelik ve yönetmeliğe uygun bir işlem yapılsa bile, buna karşın çevreye verilen zarardan, eylemde bulunanın sorumlu olmayacağı sonucu doğmaz. Ayrıca yargıç, uyuşmazlığın çözümünde yönetmeliğe değil yasaya, genel hukuk kurallarına ve bu bağlamda sorumluluk hukukunun ilkelerine göre karar vermek zorundadır. Bunun içindir ki, yönetmeliğe ve yönetmeliğe göre verilen sertifikayı bağlayıcı olarak kabul etmemek gerekir. Bu açıklamalara göre, tek başına ölçüm sonuçlarının düşük olması, zarar doğurmayacağı anlamına gelmez. Diğer koşulların bu bağlamda, tesisin kurulduğu yerin yerleşim yerlerine ve davacının evine olan yakınlığı da göz önünde tutulmalıdır.
Davalı, kamu yararına hizmet verdiklerini savunmuştur. Gerçekten yukarıda da açıklandığı üzere davalı tarafından bu ve benzer tesislerin işletilmesi sonucu geniş bir halk kitlesinin yarar sağladığı bilinen bir olgudur. Ne var ki, bu yararın sağlanması karşısında kişilerin zarar görmesi hoş görülemez. Bu bakımdan gerek hizmetten elde edilen yarar ve bunun karşısında verilen zararın dengelenmesi gerekmektedir. Hiçbir hizmet, insan yaşamı kadar öncelik ve önem taşımaz. Diğer bir anlatımla, yararlı bir hizmetin karşılığı olarak insan ölümü uygun bir sonuç olarak kabul edilemez. İnsan yaşamında tehlike yaratan bir hizmetin, kişi yaşamının önüne geçmesi ve ona üstünlük tanınması doğru bir yaklaşım olarak düşünülemez. Kaldı ki somut olayda, bu hizmetin aynı yerde verilmesinde zorunluluk da bulunmamaktadır. Daha fazla bir giderle de olsa, başka bir yerde aynı sonuçları sağlayacak bir istasyonun kurulması ve hizmet vermesi olanaklıdır. Bu nedenle davalının bu yöndeki savunma ve itirazları da yerinde değildir.
Bir diğer konu da bu tür tesislerin konuşmanın yoğun olduğu yerlere yakın kurulma bu teknik kuralı gözeterek kurulacak yeri davalı tarafından belirlenmiş olmasıdır. Konuşmacılara sağlanan yarar bakımından bu belirleme davalı yönünden doğru olabilir. Ancak tesisin böyle bir yerde ve bu konumu ile kullanılmasının da özellikle yakın çevresine zarar verdiği de açıktır. Bu bakımdan, bu tesisten üçüncü kişilerle birlikte davacı da yararlanmış olsa, sağlanan yararla verilen zararın dengelenmesi genel bir hukuk kuralıdır.
Yarar, haberleşmeyi amaçlamaktadır. Zararın ise, insan sağlığı ve yaşamı ile ilgili olduğu gözetildiğinde, ikinci değere önem verilmesi gerekmektedir. Yine davalı tarafından ileri sürülen ve daha önce Yargıtay 1. ve 11. Hukuk Dairelerince verilen kararların eldeki bu kararla çeliştiği ileri sürülmüşse de, anılan daire kararlarında uyuşmazlığın çözümünde yönetmelikteki ölçü birimlerinin davaya konu edilen istasyonda gözetilip gözetilmediği, gözetilmemiş olsa dahi zarar doğurup doğurmadığının belirlenmesi yönündedir. Bu belirlemeye göre anılan kararların eldeki kararla çelişmediği sonucuna varılmalıdır. Şöyle ki; bir istasyon yönetmeliğe uygun olarak çalıştı nisa dahi, zarar verdiği takdirde yönetmeliğe uygun olduğundan söz edilerek zarar verenin sorumluluktan kurtulması kullanıma devam edilmesi sonucunu doğurmaz. Yönetmeliğe uygun değilse, zaten hukuka aykırılık gerçekleşmiş olacaktır.
Tüm dosya kapsamına göre, kullanılan istasyonun konumu nedeniyle, uzun sürede kişi, çevre ve bitkilere zarar verdiği, bu nitelikteki bir istasyonun halen bulunduğu yerde kullanılmasının sakıncalı olduğu, bunun daha uygun ve yerleşim çevresinden daha uzakta kurulması gerektiği anlaşılmaktadır.
Bu belirlemelere göre dar anlamda ve para ile ölçülebilen bir zarar yok ise de, çevre binalarda ve bu bağlamda davacıların konutunda bulunanların sağlık bakımından büyük endişeler taşıdığı, aynı bölgede yaşayan insanların psikolojik olarak yaşamının olumsuz biçimde etkilendiği ve bunun da insanların psikolojik yapısında tedirginlik ve ümitsizlik yaratacağı açık olup, davacıların zarar gördüğünün kabulü gerekir. Yerel mahkemece açıklanan nedenler gözetilerek istemin kabulüne karar verilmesi gerekirken yerinde olmayan gerekçeyle istemin reddedilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden (Birleşen davanın davacıları Mustafa Arpacı ve diğerleri yararına) kararın bozulması (Asıl davanın davacısı derneğin temyiz itirazlarının reddi) gerekmiştir. …)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davacılar ve davalılardan Vodafone vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava; cami sahası içerisine tesis edilen baz istasyonunun kaldırılması istemine ilişkindir.
Davacı, yapılan cami inşaatı sırasında cami minaresine baz istasyonu kurulduğunu, baz istasyonunun kurulduğu yerin mülkiyetinin Hazineye ait olduğunu, caminin tamamlanmaması nedeniyle Diyanet İşleri Başkanlığı’na henüz devredilemeyeceğinden, baz istasyonunun kurulması ile ilgili davalılar arasında akdedilen sözleşmelerin ve protokollerin geçersiz olduğunu iddia ederek; müdahalenin men’ini ve baz istasyonunun kaldırılmasını istemiştir.
Yerel mahkeme; baz istasyonunun ilgili yönetmelik hükümlerine ve buna istinaden verilen sertifikalardaki limit değerlere uygun olarak kurulduğu gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir.
Özel Daire; yönetmelik ve bu yönetmelikteki ölçülere göre düzenlenen sertifikanın soyut bir belirlemeyi içerdiğini, sertifikada belirtilen limitlerin yönetmelikte öngörülen limitlere uygun ve hatta altında olsa bile, bir zararı olmayacağının kabul edilemeyeceği, dar anlamda para ile ölçülebilen bir zarar olmasa da, çevre binalardan ve bu bağlamda davacı meskeninde bulunanların sağlık bakımından büyük endişeler taşımaları, aynı bölgede yaşayan insanların psikolojik yapısında tedirginlik ve ümitsizlik yaratması karşısında, davacının zarar göreceğinin kabulünün gerekeceği, baz istasyonunun kaldırılması istemiyle açılan davanın kabul edilerek, kaldırılması yönünde karar verilmesi gerektiğine işaretle kararı bozmuştur.
Mahkemece önceki kararda direnilmiş; hüküm davacılar vekilince temyiz edilmiştir.
Uyuşmazlık; dava konusu cami alanına tesis edilen baz istasyonunun yönetmelikte belirtilen sınırlara uygun olmasına karşın, yine de birleşen davacıların sağlıkları açısından risk doğurup doğurmadığı, bunun sonucuna göre baz istasyonunun kaldırılmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
Ne var ki, mahkemenin direnme kararı vermesinden ve davacının temyiz dilekçesi ibraz etmesinden sonra davalı Vodafone AŞ. vekili verdiği temyize cevap/temyiz dilekçesinde; davaya konu baz istasyonunun şirketlerince teknik nedenlerle sökülerek kaldırıldığını, buna ilişkin olarak mahkeme aracılığı ile tespit yaptırdıklarını ve bu durumda davanın konusuz kaldığını, davacının davayı devam ettirmekte bir hukuki yararının kalmadığını beyanla, karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi için kararın bozulmasını talep ederek, buna ilişkin olarak yaptırdığı delil tespiti dosyasını mahkemeye sunmuştur.
Bu durumda, uyuşmazlığın esası incelenmemiş; açıklanan bu yeni olgu karşısında mahkemece ortaya çıkan bu yeni durum değerlendirilerek bir karar verilmesi gerektiğinden direnme kararının bu değişik gerekçeyle bozulması gerekmiştir (Aynı yönde, Hukuk Genel Kurulunun 05/11/2008 gün ve 2008/4-663 E. 2008/663 K sayılı ve 21.10.2009 gün ve 2009/4-404 E. 2009/442 K. sayılı kararları).
SONUÇ: Davalılardan Vodafone vekilince verilen dilekçe ve yaptırılan tespite ilişkin belge ve bilgiler değerlendirilerek, sonucuna göre bir karar verilebilmesi için, yerel mahkeme kararının bu değişik gerekçeyle BOZULMASINA, davacılar vekilinin işin esasına yönelik temyiz itirazlarının ise bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 28.04.2010 gününde oybirliği ile karar verildi.