YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2010/201
KARAR NO : 2010/222
KARAR TARİHİ : 14.04.2010
MAHKEMESİ : Sakarya İş Mahkemesi
TARİHİ : 23/02/2010
NUMARASI : 2009/1179-2009/170
Taraflar arasındaki “kurum işleminin iptali ve tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Sakarya İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 25.03.2008 gün ve 2008/19-109 sayılı kararın incelenmesi davalı tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 10.Hukuk Dairesinin 16.06.2009 gün ve 2008/7296 E., 2009/10963 K. sayılı ilamıyla;
(…Davacıya, Kurum sigortalısı olup aylık alan kızının 21.05.1994 tarihinde vefat etmesi nedeniyle 21.06.1994 tarihi itibariyle ölüm aylığı bağlanmıştır. Davacıya 01.06.2001 tarihi itibariyle 506 sayılı Kanunun geçici 81/A maddesi gereği yaşlılık aylığı bağlanması üzerine, 17.09.2005 tarihinden itibaren ölüm aylığı kesilmiştir. Davalı Kurum, yaptığı bu işleme dayanak olarak 506 sayılı Kanunun geçici 91. maddesini göstermektedir.
Davanın yasal dayanağı, 506 sayılı Yasaya 02.07.2005 tarih, 5386 sayılı Yasanın 2.maddesiyle eklenen Geçici 91. maddesidir. Gerçekten, bu maddenin 3. fıkrasında; “6.8.2003 tarihinden önce ölen sigortalıdan dolayı hak sahibi ana ve babaya; Sosyal Sigortaya, Emekli Sandıklarına tabi çalışmaları veya kendi çalışmalarından dolayı buralardan gelir veya aylık almaları nedeniyle gelir ve aylıkları kesilenlere, gelir ve aylığın kesildiği tarihe kadar yapılan ödemeler geri alınmaz. Ana ve babalardan Sosyal Sigortaya, Emekli Sandıklarına tabi çalışmaları veya kendi çalışmalarından dolayı buralardan gelir veya aylık almaları nedeniyle Kurumca tahsil edilmiş olan tutarlar, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde talepleri halinde ilgililere aynen iade edilir.” hükmü getirilmiştir. Bu açık düzenleme karşısında, davalı Kurum işlemi yerinde olup, davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçelerle davanın kabulüne dair hüküm kurulması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir…)
gerekçesiyle oyçokluğu ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Davacı vekili, müvekkilinin 1994 yılında ölen sigortalı kızından dolayı 17.09.2005 tarihine kadar ölüm aylığı aldığını, davacının aylık almaya hak kazandığı tarihte yürürlükte olan 506 sayılı Yasanın 69.maddesinde, ölüm tarihinde “geçiminin sigortalı tarafından sağlandığı belgelenen ana ve babasına aylık bağlanacağı” hükmünün bulunduğunu, söz konusu maddede 29.07.2003 tarihinde yapılan değişiklik ile “ana babasının geçiminin sağlanması” koşulunun kaldırıldığını, davalı Kurum tarafından, 5386 sayılı Kanunla 506 sayılı Kanuna eklenen geçici 91.madde gerekçe gösterilerek, müvekkilinin aldığı ölüm aylığının 17.09.2005 tarihinde kesildiği, 506 sayılı Kanunda yapılan değişikliğin müvekkili açısından uygulanma imkanı bulunmadığını belirterek, söz konusu Kurum işleminin iptali ile 17.9.2005 tarihinden itibaren kesilen aylığı aynı tarihten başlayarak ödenmesi gerektiğinin tespitine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili, davacıya, sigortalı kızının 21.5.1994 tarihinde vefat etmesi nedeniyle 21.6.1994 tarihinden itibaren aylık bağlandığını, davacının Kurumdan yaşlılık aylığı aldığı tespit edilerek bağlanan ölüm aylığının kesildiğini belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece, davacının 1994 yılından itibaren ölen sigortalı çocuğundan dolayı ölüm aylığına hak kazandığı, bu tarihte yürürlükte olan kanuna göre aylık bağlanma koşullarının mevcut olduğu gerekçeleri ile davanın kabulüne, karar verilmiştir.
Özel Dairenin yukarıda yazılı gerekçelerle mahkeme kararının bozulması üzerine yerel mahkemece; önceki gerekçeler ve ayrıca, 6.8.2003 tarihinden önce 21.5.1994 tarihinde vefat eden kızı üzerinden davacıya bağlanan ölüm aylığının sonradan, kendi çalışmalarından dolayı Sosyal Güvenlik Kurumu’ndan yaşlılık aylığı alması nedeniyle kesilmesinin mümkün olmadığı gerekçesi ile direnme kararı verilmiştir.
Davacıya, ölen kızından dolayı 21.06.1994 tarihinde ölüm aylığı bağlandığı; 01.06.2001 tarihinde ise kendi çalışmalarından dolayı yaşlılık aylığı bağlandığı; yaşlılık aylığı bağlanması ve 5386 sayılı kanunla 506 sayılı kanuna eklenen geçici 91.madde nedeniyle davalı Kurum tarafından 17.09.2005 tarihinde ölüm aylığının kesildiği hususlarında bir çekişme bulunmamaktadır.
Direnme kararını davalı Kurum vekili temyiz etmiştir.
Açıklanan maddi olgu, iddia ve savunma ile bozma ve direnme kararlarının kapsamları itibariyle Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacı murisi sigortalının ölüm tarihinin 21.05.1994 olması karşısında, 506 sayılı Kanunun ölüm sigortası kolundan anne ve babaya aylık bağlanması başlığını taşıyan 69.maddesi hükmünde 06.08.2003 tarihinde yürürlüğe giren 4958 sayılı Kanunla yapılan değişikliğin uygulanmasına hukuken olanak bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle, uyuşmazlığın çözümü, sosyal güvenlik hukukunun niteliğinin irdelenmesini gerektirdiği düşünüldüğünden, bu husus üzerinde durulmalıdır.
Sosyal güvenlik, sosyal hukuk devleti tanımı içerisinde yer alan ve bu ilkeyi oluşturan temel kavramlardan birisidir. Sosyal güvenlik alanında oluşturulacak tüm kuralların, özde, sosyal hukuk devleti anlayışına uygun olması zorunludur.
Sosyal hukuk devleti, niteliğinin bir gereği olarak “sosyal güvenlik” kavramını yaşama geçirerek somutlaştırır. Sosyal devletin gerçekleşme aracı olan sosyal güvenlik kavramı insanlığın en derin gereksiniminin bir sonucudur. Bu gereksinim, gelecekten emin olma düşüncesinin, bireyin karşılaşacağı ve yaşamı için tehlike oluşturan olaylara karşı bir güvence arayışının ürünüdür. Tehlikeye ve yoksulluğa düşen birey için asgari bir güvence sağlamak, sosyal güvenliğin varoluş koşulu, diğer bir ifadeyle olmazsa olmazıdır.
Sosyal güvenlik, içinde bulunulan zamana ilişkin ekonomik kaygılarla oluşturulmuş sosyal güvenlik politika arayışlarıyla, oturtulduğu temel ilkeden kopartılırsa, geleceği tayin edemeyen, kendisi bile başlı başına bir “risk” olarak algılanan bir kavram olarak ele alınmasına, algılanmasına ve yorumlanmasına yol açacaktır. Önemli olan yön, sosyal güvenlik kavramına işlevsel olarak, temel bir insanlık hakkı görünümü kazandırmak, toplumun tüm bireylerini kapsama alma çabalarının bir sonucu olarak, temelde insan haklarının bir unsuru görünümü ve işlevi katmaktır.
Bu genel açıklamalardan sonra, Türk Hukuk Sisteminde Kanunların geriye yürümesi (geçmişe etkililik) konusunda bir değerlendirme yapılması gerekmektedir.
Önemle belirtilmelidir ki; kanunların geriye yürümesi veya yürümemesi konusunda mevzuatımızda genel bir hüküm yoktur. Ancak, toplum barışının temel dayanağı olan hukuka ve özellikle kanunlara karşı güveni sağlamak ve hatta, kanun koyucunun keyfi hareketlerine engel olmak için, öğretide kanunların geriye yürümemesi esası kabul edilmiştir. Buna göre, gerek Özel Hukuk ve gerekse Kamu Hukuku alanında, kural olarak her Kanun, ancak yürürlüğe girdiği tarihten sonraki zamanda meydana gelen olaylara ve ilişkilere uygulanır; o tarihten önceki zamana rastlayan olaylara ve ilişkilere uygulanmaz. Bu kuralın doğal sonucu da, kanunların yürürlüğe girmelerinden önceki olayları etkilemeyeceği, başka bir anlatımla geriye yürümeyecekleridir. Hukuk güvenliği bunu gerektirir.
Ancak şu husus da belirtilmelidir ki; sosyal güvenlik hukukunun kamusal niteliği itibarıyla, devam eden uyuşmazlıklarda, tamamlanmamış hukuki durumlara yeni kanun veya düzenleyici kural “derhal yürürlüğe girme” niteliği nedeniyle uygulanacak ve hukuki sonuçlarını doğuracaktır. Tamamlanmış hukuki durumları yeni kanun veya düzenleyici kuralın etkilememesi ve onlar üzerinde hukuki sonuç doğurmaması ise kazanılmış hakları saklı tutma amacı gütmektedir.
Kanunların geriye yürümemesi (geçmişe etkili olmaması) kuralının istisnalarından birini, beklenen (ileride kazanılacağı umulan) haklar oluşturmaktadır. Kamu düzeni ve genel ahlaka ilişkin kurallar yönünden de kanunların geriye yürümesi söz konusudur. Yargılama hukukunu düzenleyen kanunlar da, ilke olarak geçmişe etkilidir (Prof. Dr. Necip Bilge, Hukuk Başlangıcı, 14. Bası, Turhan Kitabevi, Ankara, 2000, sh: 193-194; Prof. Dr. A. Şeref Gözübüyük, Hukuka Giriş ve Hukukun Temel Kavramları, 18.Bası, Turhan Kitabevi, Ankara 2003, sh: 73).
Hukuk Genel Kurulu’nun 14.06.2006 gün ve 2006/10-367 E., 2006/386 K. sayılı; 06.04.2005 gün ve 2005/10-183 E., 2005/241 K. sayılı; 13.10.2004 gün ve 2004/10-528 E., 2004/533 K. sayılı kararında da aynı ilkeler benimsenmiştir.
Bu aşamada uyuşmazlıkla ilgili yasal mevzuatın açıklanmasında yarar bulunmaktadır.
Davanın yasal dayanağı 506 sayılı Kanunun “Ana ve Babaya Aylık Bağlanması” başlığını taşıyan 69. maddesidir. Ölen sigortalının ana ve babasına hangi esaslara göre ölüm aylığı bağlanacağı, aylığın oranının ne olacağı bu madde ile düzenlenmiştir.
Anılan Kanunun 69.maddesi hükmüne göre, sigortalı üzerinden anne ve babaya ölüm aylığı bağlanmasının koşulları;
a-Sigortalı, ölmeden önce priminin karşılığındaki, uzun vadeli sigorta kolundan malullük ya da yaşlılık aylığını hak etmiş olarak, ya da bu aylıklardan herhangi birisini almaya devam ederken ölmüş olması,
b-Sigortalının ölüm tarihinde, eşine ve çocuklarına bağlanması gereken aylıkların toplamının, sigortalıya uzun vadeli sigorta kolundan hak ettiği ya da bağlanmış olan aylığın miktarından daha düşük bulunması,
c-Sigortalının, sağlığında ana babasına düzenli ve devamlı olarak destekte bulunduğunu ana babanın ispat etmesi
olarak sıralanabilir.
Bu madde, 06.08.2003 tarihinde yürürlüğe giren 4958 sayılı Kanunun 35. maddesi ile yapılan değişiklikle, diğer koşullar aynen muhafaza edilmekle birlikte, “sigortalının sağlığında anne ve babasının geçimini sağlamış olması” koşulu madde metninden çıkartılmış yerine, “sosyal güvenlik kuruluşlarına tabi çalışmayan veya 2022 sayılı Kanuna göre bağlanan aylık hariç olmak üzere buralardan her ne ad altında olursa olsun gelir veya aylık almayan” cümlesi eklenmiştir.
Diğer taraftan, anılan 69.maddenin 4958 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki hükmü çerçevesinden; geçimlerinin sağlığında sigortalı tarafından sağlandığının, belgelenmesi nedeniyle ölüm aylığına hak kazanan anne ve babanın, işbu aylığa hak kazandıkları tarihten, başka bir ifade ile, sigortalının ölümünden sonra geçimlerinin kendi kaynaklarıyla sağlanacak hale gelmesinin bağlanan aylığın kesilmesini gerektirmediği, yine, 506 sayılı Kanunda, bu hususu, ölüm aylığının kesilme nedeni olarak öngören herhangi bir hükme yer verilmediği halde, 4958 sayılı Kanunun 06.08.2003 tarihi itibariyle yürürlüğe giren 53.maddesiyle eklenen ek 46.maddesi hükmü ile, bu maddenin yürürlüğe girmesinden, yani, 06.08.2003 tarihinden sonra ölen sigortalıların anne ve babalarına bağlanan gelir ve aylıkları, sosyal güvenlik kuruluşlarına tabi olarak çalışmaya başladıkları veya 2022 sayılı Kanuna göre bağlanan aylık hariç olmak üzere bunlardan her ne ad altında olursa olsun gelir veya aylık almaya başladıkları tarihi takip eden ödeme dönemi başından itibaren kesileceği hükmü getirilmiştir.
Yukarıda anılan madde, ölen sigortalının ana ve babasına bağlanan sürekli iş göremezlik geliri ve aylıkların hangi hallerde kesilebileceğine ilişkindir.
Bu durumda olan ana ve babanın gelir ve aylığı, Sosyal Güvenlik Kuruluşlarına tabi olarak çalışmaya başladıkları ve bu kuruluşlardan her ne ad altında olursa olsun gelir ya da aylık almaya başladıkları tarihi takip eden ödeme dönemi başından itibaren kesilmesi gerekecektir.
Bu yönde; yasa koyucu, anılan ek 46.madde hükmü ile, sadece 06.08.2003 tarihinden sonra vefat eden sigortalıların hak sahibi anne ve babaları yönünden, Sosyal Sigortalar Kanununun 69.maddesinde 4958 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle yeniden düzenlenen ölüm aylığından yararlanabilme şartlarının sonradan kaybedilmesini ölüm aylığını kesme nedeni olarak öngörmek suretiyle, 06.08.2003 tarihinden önce vefat eden sigortalıların ölüm aylığına hak kazanmış anne ve babalarının, önceki yasal düzenleme çerçevesinde oluşan kazanılmış haklarını korumayı amaçlamıştır.
Bu bağlamda, 02.07.2005 tarih ve 5386 sayılı Kanunun 2.maddesi ile 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununa eklenen geçici 91.maddenin üçüncü fıkra hükmüne göre de, hak sahibi anne ve babaya bağlanan ölüm aylığının kesilme nedenlerine ilişkin düzenlemeyi içeren ek 46.madde hükmünün, 06.08.2003 tarihinden önce ölen sigortalıların anne ve babalarına bağlanmış aylıklar yönünden uygulanabilirliğinin bulunmadığı yönündeki hükmün sonucu olarak; 06.08.2003 tarihinden önce ölen sigortalıdan dolayı hak sahibi anne ve babaya; kendi çalışmalarından dolayı bir sosyal güvenlik kuruluşundan gelir veya aylık almaları nedeniyle evlatlarından 506 Sayılı Kanunun 69.maddesine göre almakta oldukları gelir ve aylıkları kesilenlere, gelir ve aylığın kesildiği tarihe kadar yapılan ödemeler geri alınamayacağı gibi, anne ve babalardan, belirtilen nedenlerden dolayı haksız bir şekilde Kurumca tahsil edilmiş olan tutarlar varsa, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde talepleri halinde ilgililere aynen iade edilecektir.
Somut olay bu çerçevede değerlendirildiğinde; 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 69. maddesinde 4958 sayılı Kanun ile yapılan değişikliğin geçmişe etkili olacağına dair, anılan Kanunda ayrıca ve açıkça bir hüküm bulunmadığı gibi; olayda az yukarıda belirtilen istisnalardan herhangi birinin söz konusu olmadığı da, açıktır.
Davadaki istemin maddi dayanağını oluşturan ölüm olayı, Kanunun anılan hükmündeki değişiklikten daha önce gerçekleştiğine ve açıklanan durum karşısında değişik hüküm geçmişe etkili olmayacağına (geriye yürümeyeceğine) göre; somut olayda, değişik hükmün geçmişte kazanılmış hakları ortadan kaldıracak şekilde uygulanmasına hukuken olanak yoktur.
Yukarıda açıklanan yasal düzenlemeler ve hukukun genel ilkeleri çerçevesinde; 06.08.2003 tarihinden önce, 21.05.1994 tarihinde vefat eden kızı üzerinden davacıya bağlanan ölüm aylığının sonradan, davacının kendi çalışmalarından dolayı Sosyal Güvenlik Kurumundan yaşlılık aylığı alması nedeniyle kesilmesinin doğru olmadığı açıkça anlaşılmaktadır.
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, mahkeme kararında ve yukarıda açıklanan gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, usul ve yasaya uygun bulunan direnme kararının onanması gerekir.
S O N U Ç : Davalı vekilinin, temyiz itirazlarının reddi ile, direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, 14.04.2010 gününde oybirliği ile karar verildi.