Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2010/200 E. 2010/216 K. 07.04.2010 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2010/200
KARAR NO : 2010/216
KARAR TARİHİ : 07.04.2010

MAHKEMESİ : Antalya 3. İcra Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 15/12/2009
NUMARASI : 2008/840-2009/1338
Taraflar arasındaki “istihkak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Antalya 3. İcra Hukuk
Mahkemesince davanın reddine dair verilen 27.03.2007 gün ve 2006/141 E., 2007/206 K. sayılı kararın incelenmesinin davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 15.04.2008 gün ve 2007/11681 E., 2008/5820 K. sayılı ilamı ile;
(…Uyuşmazlık alacaklının İİK’nun 99 maddesine dayalı olarak açtığı 3. kişinin istihkak iddiasının reddi istemine ilişkindir.
Dava konusu taşınır mallar 20.03.2006 tarihinde 3. kişi elinde haczedilmiştir.
Mülkiyet karinesi davacı 3. kişi yararınadır. Ancak bu yasal karine aksinin davacı alacaklı tarafından her türlü delille ispatlanması olanaklıdır.
Davacı üçüncü kişi, davalı borçlu ve 3 kişi arasında işyeri devrinin söz konusu olduğunu, değişik mahkeme kararlan ile de bu hususun sabit olduğunu belirtmiştir.
Davacı alacaklının delil olarak sunduğu, yapılan araştırmada Dairemizce onandığı saptanan Kadıköy 2. İcra Mahkemesinin 2006/344 Esas ve 2006/847 Karar sayılı dosyası ile Borçluya ait Kızı saray mahallesindeki işyerinin ve Pologpraf markasının borçlu ile aralarında organik bağ bulunan davalı üçüncü kişi şirkete alacaklılardan mal kaçırmak için devredildiği, ayrıca iş yeri devrinin İİK’nun 44. maddesine uygun olmağından bahisle davacı alacaklının davasının kabul edildiği, 24.10.2005 tarihli başka bir dosyanın haczi sırasında borçlunun borcuna karşılık işyerini 3.kişiye devrettiğini beyan ettiği anlaşılmıştır.
Anılan ilamdaki işlemler bu davanın konusu borcun doğumundan sonra 22.07.2005 tarihinde gerçekleşmiş olduğundan, görülmekte olan davayı da etkileyeceği ve güçlü delil niteliğinde bulunduğu açıktır.
Tüm bu maddi ve hukuki olgular dikkate alındığında, her ne kadar dava konusu mallar borçlu ile irtibatı kurulamayan işyerinde haczedilmiş ise de, borçlunun ticari işletmesinin veya işyerindeki önemli bir malvarlığını devri de işyeri devri niteliğinde sayıldığından (İİK 280/3), davacı alacaklının, davalı 3. kişi ile borçlu arasındaki danışıklı işyeri devrini ve buna bağlı olarak mülkiyet karinesinin aksini ispatladığının kabulü gerekir .
Mahkemece, belirtilen maddi ve hukuki olgular gözetilerek davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır…)
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN : Davacı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava istihkak istemine ilişkindir.
Yerel Mahkemenin davanın kanıtlanamadığı gerekçesiyle reddine yönelik kararı Özel Dairece yukarıdaki gerekçeyle bozulmuş, yerel mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu’nca yapılan incelemede işin esasına geçilmeden önce, taraf teşkili sağlanıp sağlanmadığı, taraf teşkili sağlanmadan direnme kararı verilmesinin mümkün olup olmadığı hususları ön sorun olarak ele alınmıştır.
I-Çekişmeli yargıda kural olarak duruşma yapılması zorunludur. 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 73. maddesi uyarınca Kanunun gösterdiği istisnalar dışında hakim tarafları dinlemeden veya iddia ve savunmalarını bildirmeleri için kanuna uygun biçimde davet etmeden hükmünü veremez.
Tarafların duruşmaya çağırılmadan, eş anlatımla; taraf teşkili sağlanmadan hüküm verilememesi, Anayasanın 36. maddesi ile düzenlenen iddia ve savunma hakkının kullanılmasına olanak tanınması ilkesinin doğal bir sonucudur. Gerçekten savunma hakkını güvence altına alan T.C. Anayasasının 36. maddesi ile HUMK.nun 73. maddesinde de açıkça belirtildiği üzere, mahkemece davalı yan; dinlenmek ve savunması alınmak üzere kanuni şekillere uygun olarak davet edilmedikçe hüküm verilmesi mümkün bulunmamaktadır, aksi halde savunma hakkının kısıtlanmış sayılacağı, gerek öğreti, gerekse yargısal kararlarda tartışmasız olarak kabul edilmektedir (Prof. Dr.Baki Kuru Hukuk Muhakemeleri Usulü Altıncı Baskı Cilt II sh.1876 vd).
Taraf teşkili dava şartı olup, davanın her aşamasında mahkemece re’sen nazara alınması gereken bir olgudur ve mahkemenin, kararını, bozma ilamını, duruşma günü ve direnme kararını taraflara kendiliğinden tebliğ edip taraf teşkilini sağlaması, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun amir hükmü gereğidir.
Yargılamanın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, iddia ve savunma ile ilgili delillerin eksiksiz toplanıp tartışılabilmesi, itirazların yapılabilmesi, davanın süratle sonuçlandırılabilmesi, öncelikle tarafların duruşma gününden haberdar edilmesi ile mümkün olur. Kişinin hangi yargı merciinde duruşması bulunduğunu, hakkındaki iddia ve isnatların nelerden ibaret olduğunu bilmesi, 7201 sayılı Tebligat Kanunu ve Tebligat Tüzüğünde açıklanan usule uygun tebligat yapılması ile sağlanabilir.
Tebliğ ile ilgili kanun ve tüzük hükümleri tamamen şeklidir, tebligat; bilgilendirme yanında belgelendirme özelliği de bulunan bir usul işlemidir. Gerek tebliğ işlemi ve gerekse tebliğ tarihi ancak yasa ve tüzükte emredilen şekillerle tevsik ve dolayısıyla ispat olunabilir.
Somut olayda;
Davacı vekili dava dilekçesinde her iki davalı şirketin adresini: “K…. Mah. S…. Cd. Ş…. K…. Apt. Giriş Katı “ olarak bildirmiştir.
Dava dilekçesinin tebliği için davalı S…. Tekstil Gıda İnşaat Turizm San. ve Tic. Ltd. Şti. adına “Kırcami” adresine çıkarılan tebligat; Muhatap gösterilen adreste K… Ç… ’e soruldu, adreste tanınmıyor İADE açıklaması ile iade edilmiştir.
Bunun üzerine Yerel Mahkemece anılan tüzel kişi davalının Ticaret Sicilinde kayıtlı adresi sorulmuş, Antalya Ticaret Sicili Memurluğu cevabi yazısı ile; davalı tüzel kişinin kayıtlardaki son adresinin: “G…. Mah. … . Sk E. A…. Apt No:… Antalya” olduğunu bildirmiştir.
Yerel mahkemece, davalının Memurlukça bildirilen “G… Mah.” adresine gönderilen dava dilekçesi içeren tebligat: “G…. Mah ….. Sk … No yoktur Alıcısı ismen tanınmıyor”, şerhi ile mahalle muhtarının tasdikli beyanı ile İADE edilmiş, iade üzerine mahkemece, ticaret sicili tarafından bildirilen “Güvenlik Mah.” adresine bu kez 7201 sayılı Kanunun 35. maddesi uyarınca tebligat çıkarılmış, bu tebligat: “Tebligat Kanununun 35. maddesine göre 6 nolu örnek formülün parçası adresin kapısına asılmış olup durum en yakın komşusu Ayşe Kaya haber verilmiştir-07.08.2006” açıklaması ile tebliğ edilmiştir.
Yapılan tebligat sonrası 21.11.2006 tarihli oturumda dava HUMK 409. maddesi uyarınca işlemden kaldırılmış, davacı vekilinin 12.12.2006 günlü yenileme talebinin kabulü sonrasında davalılardan Selman şirketinin “Güvenlik Mah.” adresine çıkarılan yenileme ve dava dilekçesi ekli tebligat 35. madde şerhi ile tebliğ edilmiştir.
Yeri gelmişken 7201 sayılı Tebligat Kanununun ilgili maddelerinin incelenmesinde fayda bulunmaktadır.
Bilindiği üzere, 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 10. maddesinde, “Tebligat, tebliğ yapılacak şahsa bilinen en son adresinde yapılır.” hükmü öngörülmüştür.
Anılan Kanunun 19.03.2003 gün ve 4829 sayılı Kanunun 11. maddesi ile değişik “Adres Değiştirmenin Bildirilmesi Mecburiyeti” başlıklı 35. maddesinde; muhatabın adresini değiştirmesi halinde tebligatın ne şekilde yapılacağı düzenlenmiştir.
Anılan maddede ;
“Kendisine veya adresine kanunun gösterdiği usullere göre tebliğ yapılmış olan kimse, adresini değiştirirse, yenisini hemen tebliği yaptırmış olan kaza merciine bildirmeye mecburdur. Bu takdirde bundan sonraki tebliğler bildirilen yeni adrese yapılır.
(Değişik fıkra: 19/03/2003 – 4829 S.K./11. md.) Adresini değiştiren kimse yenisini bildirmediği ve yeni adres tebliğ memurunca da tespit edilemediği takdirde tebliğ olunacak evrakın bir nüshası eski adrese ait binanın kapısına asılır ve asılma tarihi, tebliğ tarihi sayılır.
(Değişik fıkra: 19/03/2003 – 4829 S.K./11. md.) Bundan sonra eski adrese çıkarılan tebliğler muhataba yapılmış sayılır.
(Ek fıkra: 06/06/1985 – 3220/12 md.) Daha önce tebligat yapılmamış olsa bile, taraflar arasında yapılan, imzası resmi merciler önünde ikrar olunmuş sözleşmelerde belirtilen adresler ile kamu kurum ve kuruluşları ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına, ticaret sicillerine ve esnaf ve sanatkarlar sicillerine verilen en son adreslerdeki değişiklikler hakkında da bu madde hükümleri uygulanır.” hükmü yer almaktadır.
Maddenin son fıkrasında 3220 sayılı Kanun ile yapılan değişikliğin gerekçesinde; “Adres değişikliğini düzenleyen 35 inci madde kapsamı uygulamanın ihtiyaçlarına cevap verecek biçimde genişletilmiştir. Daha önce tebligat yapılmamış olsa bile, tarafların aralarında yaptıkları sözleşmede geçerli bir adres tespit etmeleri, bu adresin değiştiğinin karşı tarafa bildirilmemesi halinde adres araştırılması yoluna gidilmeksizin 35 inci maddenin uygulanması kabul edilmiştir. Ancak Kanunun verdiği bu hakkın kötüye kullanılmaması yönünden 35 inci maddenin uygulanması, imzası resmi makamlar önünde ikrar olunmuş (ki, noterlerce düzenlenen ya da onanan sözleşmeler dahil) sözleşmeler yönünden uygulanacaktır. Maddedeki bu değişiklik, taraflar arasında yapılan sözleşmelerde, tarafların kendi iradeleri ile adreslerini bildirmelerine hukuki bir sonuç ve değer vermekte, yargının süratlenmesi amaçlanmaktadır. Kamu kurum ve kuruluşları ile kamu kurumu niteliğinde olan ve 1982 Anayasasının 135 inci maddesinde sayılan meslek kuruluşlarına ticaret sicilleri ile esnaf ve sanatkarlar sicillerine verilen en son adreslerin değişmesi ve adresin bu kurum ve kuruluşlara bildirilmemesi halinde de aynı hüküm uygulanacaktır.” açıklaması yer almaktadır.
Görüldüğü üzere, daha önce tebligat yapılmamış olsa bile, kamu kurum ve kuruluşları ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına, ticaret sicillerine ve esnaf ve sanatkarlar sicillerine verilen en son adreslerdeki değişiklikler hakkında da, 35.madde hükümlerinin uygulanacağı yasanın açık hükmüdür.
Diğer taraftan, davalı tacir olup, basiretli bir tacir gibi davranmak zorundadır. Kendisi ile ilgili sicile adres değişikliğini bildirmekle mükelleftir.
Maddenin bu açık düzenlemesi ve gerekçesi karşısında tüzel kişilik olan davalının ticaret sicilinde kayıtlı bulunan adresinin bilinen en son adresi olduğu; davalı şirket tarafından ticaret siciline adres değişikliğine dair bir bildirimin de yapılmadığı anlaşıldığından Tebligat Kanunu’nun 35. maddesi uyarınca davalının ticaret sicilinde gösterilen adresinde yapılan tebliğ işlemi usulüne uygundur.
Ne var ki, Yerel Mahkemenin 27.03.2007 günlü davanın reddine dair kararı, Özel Daire bozma ilamı, bozma sonrası 4.8.2008 günlü tensip zaptı, 24.02.2009 günlü HUMK 409. madde uyarınca 2. kez işlemden kaldırma kararı sonrası davacı vekilinin 18.3.2009 günlü yenileme zaptı ve 15.12.2009 günlü direnme kararı; davalı S… Tekstil Gıda İnşaat Turizm San Ve Tic Ltd. Şirketinin, ticaret sicili tarafından bildirilen “G… Mah.” adresine değil, dava dilekçesinde bildirilen ve dava dilekçesinin tebliğ edilemediği “Kırcami Mah.” adresine 35. madde şerhi ile tebliğ edilmiştir.
Hal böyle olunca, davalılardan S….. Tekstil Gıda İnşaat Turizm San Ve Tic Ltd. Şirketinin usulünce tebligat yapılmadığı açıktır.
Şu durumda mahkemece, davalılardan S…. Tekstil Gıda İnşaat Turizm San Ve Tic Ltd. Şirketine Yerel Mahkemenin 27.03.2007 günlü kararı, Özel Daire bozma ilamı, bozma sonrası tensip zaptı, 24.02.2009 günlü işlemden kaldırma kararı sonrası davacı vekilinin yenilemesi ve direnme kararı yöntemince tebliğ edilmeden, dolayısıyla taraf teşkili sağlanmadan savunma hakkı kısıtlanarak direnme kararı verilmesi nedeniyle ön sorunun kabulüyle kararın bu usuli gerekçeyle bozulması gerekmiştir.
II-Kabul şekline göre de;
Yerel Mahkemenin temyize konu direnme kararında, bozmaya karşı hangi gerekçeyle direnildiğine ilişkin herhangi bir açıklama yer almamakta; bozma ilamına hangi nedenlerle uyulmadığı, bozmanın niçin yerinde görülmediği ve mahkemenin bozulan önceki kararının neden hukuka uygun olduğu hususlarında herhangi bir açıklama bulunmamaktadır.
Öncelikle konuya ilişkin şu genel açıklamaların yapılmasında yarar bulunmaktadır:
Bir mahkeme kararının gerekçesi, o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyar; kısaca, maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterir. Tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için, ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş; hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün bulunması, zorunludur.
Bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılması gerektiğini öngören Anayasa’nın 141/3 maddesi ve ona koşut bir düzenleme içeren Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 388. maddesi, işte bu amacı gerçekleştirmeye yöneliktir.
Öte yandan, bazen bir mahkeme kararının, başka bir dava yönünden kesin hüküm, kesin veya güçlü delil oluşturup oluşturamayacağı gibi konularda yapılacak hukuksal değerlendirmelerin sağlıklı olabilmesi de, o kararın yukarıda açıklanan nitelikte bir gerekçeyi içermesiyle mümkündür.
Yine, direnme kararlarının hukuksal niteliklerinin doğal sonucu ve gereği olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun yapacağı inceleme ve değerlendirme sırasında gözeteceği temel unsurlardan birini direnme gerekçesi oluşturacağından, yukarıda değinilen genel anlamdaki tüm diğer nedenlerin yanında, özel olarak bu bakımdan da direnme kararının usul hukuku ilkelerinin aradığı anlamda bir gerekçe içermesi zorunludur. Başka bir ifadeyle, Özel Daire bozma ilamına hangi nedenlerle uyulmadığı, bozmanın niçin yerinde bulunmadığı ve mahkemenin bozulan önceki kararının neden hukuka uygun olduğu hususlarının direnme kararında açıklanması, onun hukuka uygunluğunun denetlenebilmesi açısından kesin bir zorunluluktur. Nihayet, direnme kararları, yapıları gereği, Yasa’nın hukuka uygunluk denetimi yapmakla görevli kıldığı Yargıtay Dairesinin bu denetimi sonucunda hukuka aykırı bularak, gerekçesini açıklamak suretiyle bozduğu bir yerel mahkeme kararının aslında hukuka uygun bulunduğuna, dolayısıyla bozmanın yerinde olmadığına ilişkin bir iddiayı içerdiklerinden, o iddianın yasal ve mantıksal gerekçelerini de ortaya koymak zorundadır.
Bu genel açıklamaların ışığında somut olaya bakıldığında: Yerel Mahkemece verilen direnme kararının, yukarıda açıklanan nitelikte bir yasal gerekçeyi içermediği de çok açıktır. Ne var ki, I numaralı bentte açıklanan bozma gerekçesine göre bu husus ayrıca bozma nedeni yapılmamış, yanlışlığa işaret olunmakla yetinilmiştir.
S O N U Ç : Direnme kararının yukarıda (I) numaralı bentte gösterilen nedenden dolayı H.U.M.K.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre davacı vekilinin işin esasına yönelik temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcının iadesine, 14.04.2010 gününde, oybirliği ile karar verildi.