Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2010/20 E. 2010/58 K. 03.02.2010 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2010/20
KARAR NO : 2010/58
KARAR TARİHİ : 03.02.2010

MAHKEMESİ : Ankara 2. İş Mahkemesi
TARİHİ : 22/10/2009
NUMARASI : 2009/637-2009/609
Taraflar arasındaki “itirazın iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 2. İş Mahkemesince, davanın reddine dair verilen 08.11.2007 gün ve 2004/1266 E., 2007/433 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili ve davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 05.05.2009 gün ve 2008/1307 E., 2009/8351 E. sayılı ilamı ile; (…1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillere ve hükmün dayandığı gerektirici sebeplere göre, davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2- Davacı Kurum vekilinin temyiz itirazları yönünden;
Davalının; dava dışı üçüncü kişi tarafından gerçekleştirilen kasten etkili eylem sonucu yaralanan sigortalının oğluna kavga sırasında el uzattığı gerekçesiyle hakkında açılan ceza davasında, Ankara (1.) Çocuk Mahkemesi Başkanlığınca yürütülen yargılama sonunda 765 sayılı Türk Ceza Kanununun 464’üncü maddesi hükmü gereğince cezalandırılıp, anılan kararın kesinleştiği, inceleme konusu işbu iptal davasında bilirkişi tarafından yapılan kusur incelemesi sonrasında düzenlenen raporda, sigortalının oğlu ile davalının %10’ar, haklarında cezalandırma kararları kesinleşen dava dışı kişilerin toplam %80 oranında kusurlu olduklarının belirtildiği anlaşılmaktadır.
Kurumca icra takibi ile davanın teselsül hükümlerine göre açıldığı, yukarıda belirtilen kusur oranı ve aidiyetlerinin yerinde olduğu belirgin bulunmakla, dava dışı kişilerin kusurları da gözetilmek suretiyle teselsül hükümleri gereğince toplam %90 oranı esas alınıp davalı tarafından gerçekleştirilen ödeme olgusu da göz önünde bulundurularak yapılacak değerlendirme ile elde edilecek sonuca göre karar verilmesi gerekirken, mahkemece, yanılgılı değerlendirme sonucu, davalının gerçekleştirdiği eylem nedeniyle yalnızca kendisine yüklenen kusur oranına karşılık gelen tutarla sınırlı olarak sorumluluğunun bulunduğu gerekçesiyle ve kuruma ödenen miktarla bu zararın karşılanmış olması dikkate alınarak istemin reddi yönünde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O halde, davacı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN : Davacı SGK Başkanlığı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, itirazın iptali istemine ilişkindir.
Davacı vekili, müvekkil Kurum sigortalısı, Duran Koçak’ın çocuğu Ozan İbrahim Koçak’ın 29.9.2001 tarihindeki kavgada yaralandığını, müvekkili tarafından 1.031.553.750.(Eski)TL tedavi masrafı gideri ödendiğini, yaralama olayında davalı A.İ ile arkadaşları A.T ve S.K ’nın Ceza Mahkemesi’nce kusurlu bulunup, cezalandırılmalarına karar verildiğini, davalı tarafından, davacı Kurum’a 300.000.000.(Eski)TL ödendiğini, bakiye 731.553.750. (Eski)TL asıl alacak ile 1.274.442.250.(Eski)TL işlemiş faiz, toplamda 2.005.996.000.(Eski)TL’nin tahsili için davalı ve olaya karışan arkadaşları hakkında Ankara 11. İcra Müdürlüğünün 2003/10445 sayılı dosyası ile icra takibi başlatıldığını, takipten sonra davalı A.İ tarafından 502.120.022.(Eski)TL ödendiğini, bakiye 229.433.728.(Eski)TL asıl alacak ve 1.274.442.250.(Eski)TL faiz alacağı yönünden takibe itiraz edildiğini, davacıya karşı sanıkların müştereken, müteselsil sorumlu olup, borcun tamamından davalının da sorumlu olduğunu belirterek, itirazın iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı, kavgada mağdur sigortalı ile tartıştıklarını, davacı SSK’nın borcun 1/3’ünü kendisinden talep ettiğini, SSK’ya 900.YTL’den fazla para ödediğini, borcu bulunmadığını, savunarak davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.
Yerel Mahkemece; davanın reddine ilişkin kurulan hüküm, Özel Dairece; içeriği yukarıda yazılı olan gerekçeyle bozulmuş; yerel mahkeme ilk kararında direnmiştir.
Açıklanan maddi olgu, bozma ve direnme kararlarının kapsamları itibariyle Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; kavga olayı sonucu yaralanan sigortalının oğluna, davacı Kurum tarafından yapılan tedavi giderlerinin; davalının, 765 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 464.maddesinde düzenlenen “Kavgada El Uzatmak” suçundan ceza aldığı ve icra takibi ile davanın teselsül hükümlerine göre açıldığı da gözetilerek; davalının, davacıya karşı, mağdura yapılan tedavi giderlerinin tamamından, 506 Sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 39.maddesi gereğince müteselsil sorumlu olup olmadığı; buradan varılacak sonuca göre, davalının davacıya karşı tedavi giderlerinden hangi miktar ve oranda sorumlu olacağı noktalarında toplanmaktadır.
Bir davada öne sürülen maddi olguları hukuksal açıdan nitelemek, uygulanacak yasa maddelerini arayıp bulmak ve uygulamak doğrudan hakimin görevidir. (HUMK.nu mad. 76)
Somut olayda; tam teselsül (BK. mad.50), eksik teselsül (BK. mad.51), haksız fiilden dolayı tazminat (BK. mad.41) ve Kurum’a karşı üçüncü kişinin sorumluluğu (506 Sayılı Yasa Mad.39)’un uygulanması söz konusu olduğundan bu maddelerin uyuşmazlık karşısındaki hukuki durumunun belirlenmesinde yarar vardır.
Uyuşmazlığın çözümünde asıl uygulanacak 506 Sayılı Yasa’nın, “Üçüncü Kişinin Sorumluluğu” başlıklı 39. maddesi aynen;
“Kasdı veya suç sayılır hareketi ile sigortalının, eşinin veya çocuğunun hastalanmasına sebep olan kimseye, bu kanun gereğince hastalık sigortasından yapılan her türlü giderler tazmin ettirilir.” şeklinde düzenlenmiştir.
Haksız fiil halinde müteselsil sorumluluk hali 818 Sayılı Borçlar Kanunu’nun, 50. maddesinde düzenlenmiştir. Madde metninde aynen ;
“Birden ziyade kimseler birlikte bir zarar ika ettikleri takdirde müşevvik ile asıl fail ve fer’an methali olanlar, tefrik edilmeksizin müteselsilen mesul olurlar. Hakim, bunların birbiri aleyhinde rücu hakları olup olmadığını takdir ve icabında bu rücuun şumulünün derecesini tayin eyler.
Yataklık eden kimse, vaki olan kardan hisse almadıkça yahut iştirakiyle bir zarara sebebiyet vermedikçe mesul olmaz.” denilmektedir.
Aynı kanunun “Muhtelif Sebeplerin İçtimaı Halinde, Müteselsil Mesuliyet” başlıklı 51. maddesi;
“Müteaddit kimseler muhtelif sebeplere (haksız muamele, akit, kanun) binaen mes’ul oldukları takdirde haklarında birlikte bir zarar vukuuna sebebiyet veren kimseler hakkındaki hükümlere göre muamele olunur.
Kural olarak haksız bir fiili ile zarara sebebiyet vermiş olan kimse, en evvel, tarafından hata vaki olmamış ve üzerine borç alınmamış olduğu halde kanunen mes’ul olan kimse en sonra, zaman ile mükellef olur.” şeklinde düzenlenmiştir.
Şu durumda; birden çok kişi, gerek haksız eylem, gerek sözleşme ve gerekse yasa kuralı gibi sebeplerden ve aynı zarar için zarara uğrayana karşı sorumlu iseler bunlar arasında, bir zarara ortaklaşa sebep olanlar hakkındaki dönmeye (rücu) ilişkin kurallar uygulanır.
Kural olarak; en başta, haksız eylemiyle zarara yol açan sorumlu tutulur; en son olarak da kusuru olmaksızın ve sözleşme gereği sorumluluğu olmadığı halde kanun kuralı gereğince sorumlu tutulan kişiye başvurulur.
Birinci halde; birden fazla kişiler, müşterek kusurları ile zarara sebep olmuşlardır. Bu durumda zarara sebep olmuş olanlar arasında tam teselsül bulunduğundan söz edilir. (BK. mad. 50) Aralarında tam teselsül olanlar suçu işleyenle bu suça iştirak etmiş olanlar arasında fark gözetilmeksizin zarar görene karşı müteselsilen sorumlu durumundadırlar.
İkinci halde ise; birden fazla kişinin, müşterek kusurları ile sebep olmadıkları ancak zarardan çeşitli hukuki sebeplerle sorumlu tutuldukları durumda eksik teselsül (BK. mad. 51) söz konusudur.
Bu aşamada tam teselsül (BK. mad. 50’e dayanan müteselsil sorumluluk) ile eksik teselsül (BK. mad.51’e dayanan müteselsil sorumluluk) arasında yapılan ayrımın ve farkların önemini de vurgulamak yerinde olacaktır.
Görülüyor ki, Borçlar Kanunu.nu 51. maddesinde, aynı kanunun 50. maddesine atıf yapılarak birden çok kimseler, değişik nedenlerle (haksız eylem, akit, kanun) sorumlu oldukları taktirde zarar gören tam dayanışmada olduğu gibi (BK. mad.50/1) giderim isteğinin bir bölümünü veya tamamını bu sorumlulardan birinden ya da bir kaçından dava açarak isteyebilecektir. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada ayrık düşünce olmaksızın bu kural kabul edilmektedir. Daha açık bir ifadeyle, eksik teselsülde; tam teselsülde olduğu gibi zarar gören tazminat borçlularından her hangi birine müracaat edebilir ve tazminatın tamamının ödenmesini isteyebilir. Bundan başka borçlulardan birinin yaptığı ödeme, ödenen miktar oranında diğerini de borçtan kurtarır ve daha sonra ödeyenin onlara karşı rücu (dönme) hakkı doğabilir.
Bu bağlamda ardıllık (Halefiyet-Subrogation) ile dönme (Rücu-Regress) arasında hukuki farklılıkları belirtmekte yarar vardır.
Başkasına ait bir borç nedeniyle alacaklıyı tatmin eden kişinin, onun haklarını yasada belirtilen durumda ve tatmin ettiği oranda kendiliğinden elde etmesine ardıllık (halefiyet) denir. Dönme (rücu) hakkı ise başkasına ait borcu yerine getiren kişinin mal varlığında vücut bulan kaybı gidermeyi amaçlayan tazminat niteliğinde bir istem hakkıdır.
Gerçekte de; halefiyet ve rücu, aynı amaca, zarar görenin (alacaklının) tatmin edilmesine yönelik birbiri ile, çok yakından ilgili iki hukuksal kurum olarak görülmektedir. Nitekim; her ikisinde de, başkalarına ait borcu yerine getiren kişinin, asıl borçluya karşı bir alacak elde etmesi ve bu hakka dayanarak borçludan bir istemde bulunması bu sonucu doğrulamaktadır.
Halefiyette, rücu hakkını kullanan kişi alacaklının yerine geçer, aynen alacaklının konumuna sahip olur. Bunun sonucu olarak örneğin alacaklının elinde, alacağı garanti eden ipotek gibi bir garanti varsa, zararı tazmin eden borçlu alacaklının haklarına halef olduğundan, bundan böyle bu teminat rücu alacağını garanti eder (Örneğin BK. mad.,496 da kefil lehine tanınan halefiyette durum budur) BK. mad. 134 hükmü, “Müruruzaman müteselsilen borçlu olanlardan veya taksimi kabil olmayan bir borcun müşterek borçlularından birine karşı kat edilmiş olunca diğerlerine karşı da kat edilmiş olur.” kuralını içermektedir.
Bir borcu yerine getiren kimsenin alacaklının haklarına halef olabilmesi için halefiyetin kanunda açıkça öngörülmüş bulunması gerekir. Kanunda açıkça öngörülmediği sürece bir halefiyetin doğması mümkün değildir. Halefiyet kanununda belirtilmiş belirli durumlarda doğar. Diğer bir anlatımla halefiyet halleri sınırlı sayıda olma (numerus clausus) kuralına bağlıdır. Kanunda açıkça öngörülmediği sürece bir halefiyetin doğması mümkün değildir. Örneğin, (BK. mad. 109, 69, 147/1, 496, MK. 799, TCK, 654/1, 907, 915, 920, 933, 936, 937, 813, 1301, 1361, 506 sayılı SSK. mad. 26, 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu mad. 129,1479 sayılı Bağ-Kur Kanunu mad. 63.)
Anılan iki madde arasındaki diğer hukuki farklılıkların şöyle anlatılması mümkündür.
BK. md.50 hükmü; aynı zarardan dolayı birden fazla kişinin birlikte müteselsilen sorumlu tutulmalarını, birden fazla kişinin ortak kusurlarıyla zarara birlikte sebebiyet vermiş olmaları koşuluna bağlamıştır. Buna göre birden fazla kişi aynı zarara ortak kusurlarıyla sebebiyet vermiş olmalıdırlar. BK. md.51 hükmü ise bundan farklı olarak, aynı zarardan dolayı birden fazla kişinin birlikte müteselsilen sorumlu tutulmalarını birden fazla kişinin bu zarardan dolayı ortak kusurları nedeniyle değil; hukuksal nedenlerle sorumlu olmalarına bağlamıştır. Burada müteselsilen sorumlu tuttuğumuz kişilerin, sorumluluklarının sebepleri farklı hukuksal nedenlere dayanmaktadır. Bu açıklamalar karşısında BK. md. 51’e dayanan müteselsilen sorumluluğun sebebi haksız fiil, kanun veya sözleşme nedeniyle birden fazla kişinin sorumlu tutulmasıdır.
BK. md. 51 hükmü ise; müteselsil sorumlu olan kişilerden birinin zararı tazmin etmesi halinde, diğerlerine rücu hakkını belli bir sıraya bağlamıştır. Kanundan dolayı sorumlu tutulan kişi, sözleşme nedeniyle sorumlu kişi, haksız fiil nedeniyle sorumlu kişi sıralaması vardır. Haksız fiil nedeniyle sorumlu kişi zararı tazmin etmişse kimseye rücu edemeyecektir, sözleşme nedeniyle sorumlu kişi zararı tazmin etmişse, haksız fiil failine rücu edebilecek; kanundan dolayı sorumlu kişiye rücu edemeyecektir. Kanundan dolayı sorumlu kişi zararı tazmin etmişse, sözleşme nedeniyle sorumlu kişiyle haksız fiil failine rücu edebilecektir.
Gerek BK. md. 50 gerekse BK. md. 51 hükümleri müteselsil sorumluluk öngörmüştür.
Somut olaya gelince;
Olay günü sigortalının oğlu Ozan İbrahim Koçak’ın, davalı ve arkadaşlarının karıştığı kavga sonucunda yaralandığı; mağdurun tedavisi için Kurum tarafından 1.031.553.750. (Eski)TL masraf bedeli ödendiği; davalının, Kurum giderlerinin bir kısmını karşıladığı ancak tamamını ödemediği; davalının suç sayılan eylemi nedeniyle 765 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 464. maddesinde düzenlenen “Kavgada El Uzatmak” suçundan ceza aldığı ve kararın kesinleştiği; Kurum tarafından davalı ve olaya karışanlar hakkında, mağdur sigortalının tedavi masraflarının tahsili için teselsül hükümlerine göre icra takibi başlatıldığı, davalının takibe itirazı üzerine, bu davanın da teselsül hükümlerine göre açıldığı hususlarında uyuşmazlık bulunmamaktadır.
Bu noktalar saptandıktan sonra, olayın gelişimi açıklanacak olursa; davalı ve arkadaşları tarafından sigortalının oğlu yaralanmış, kendisine kurum tarafından tedavi masrafı yapılmış ve bu tedavi masrafları davalıdan istenilmektedir. Artık burada davalı ile meydana çıkan zarar arasında uygun illiyet bağı bulunmadığı, mağdur sigortalının oğlunun davalının fiil ve eylem sonucunda yaralanmadığını ileri sürmenin doğru olamayacağı ortadadır. Davalı, olaya hiç karışmamış olsa ceza almayacaktı, ceza aldığına göre, fiil ve eylemleri ile zararın oluşumuna katkıda bulunmuştur. Davalı, 765 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 456. Maddesinde düzenlenen müessir fiil suçundan dolayı cezalandırılmamıştır ancak mağduru iteklemek, korkutmak v.s fiil ve eylemleri ile mağdur karşısında kavgaya karışmak suretiyle “Müessir Fiil” suçundan cezalandırılan dava dışı arkadaşlarının fiil ve eylemlerini kolaylaştırmış, zararın doğmasına, artmasına ve büyümesine sebebiyet vermiştir.
Yukarıda metni yazılan 506 Sayılı Kanun’un 39. maddesinin özü ve sözünden anlaşıldığı üzere; kastı veya suç sayılan bir hareketi ile sigortalının çocuğunun sağlığına zarar veren kimsenin, hasta için yapılan tüm tedavi giderlerinden sorumlu tutulacağı çok açıktır. Anılan madde de; suç sayılan hareketle, sigortalının çocuğunun sağlığına zarar verilmesi yeterli görülmüş ve tedavi için yapılan her türlü giderden sanıkların tamamının sorumlu tutulacağı kabul edilmiştir. Diğer bir anlatımla anılan yasa hükmünce; sorumluluk açısından zarar ile suç işlemek suretiyle zarara sebep olanlar arasında, objektif bir illiyet bağının varlığını önceden kabul etmiş durumundadır. Yine bu hukuki statüden ayrı olarak denilebilir ki, failin davranışı Kurum’a karşı da işlenmiş bir haksız fiil görünümündedir. Zira haksız fiil faili Kurum’u, mağdura karşı 506 Sayılı Yasa hükümlerince, ödeme külfeti altına sokmuş ve mal varlığında bir eksilmeye neden olmuştur.
Hal böyle olunca, olayda meydana gelen aynı zarardan; fail, haksız fiil kurallarınca, ve kanun nedeni ile olmak üzere iki değişik nedenle BK. 50. ve 51. maddelerince sorumlu olduğu hususunda duraksamaya yer bulunmamaktadır.
Gerçekte de, ortaklaşa kusuru bulunmayan iki kişi; değişik nedenlerle, aynı zarardan sorumlu tutulmaları nedeniyle haklarında, yollama yoluyla birlikte zarar vukuuna sebebiyet veren kimseler hakkındaki hükümler (BK. md. 50) uygulanacaktır. Bu durumda, davalı (haksız eylemi işleyen) (BK. md.41) ve 506 Sayılı Yasa gereği zarar görene; rücu kurallarına göre de Kurum’a karşı Borçlar Kanununun 50 ve 51 anlamında dayanışmalı sorumludurlar.
Hemen belirtelim ki; somut olayın gelişimi, dosyada toplanan tüm belge, yazı ve kanıtlar yasa hükmü nedeni ile tedavi giderlerini ödemek zorunda bırakılan davacı Kurum’un, doğan zarardan dolayı bir kusuru bulunmadığı gibi, zarar görenlere de giderim borcunu ödediği doğrulanmaktadır.
Esasen kural olarak; kanuna dayanan sorululuk hallerinde sorumlu olan kişinin haksız fiillerde olduğu gibi hukuk nizamına aykırı bir davranışı yoktur. Kanunen borç altına girdiğinden, kendi ihtiyarı ve iradesi ile borç altına girmemiştir. Bu sorumluluk onun seçimi ve iradesi dışındadır.
Tüm bu açıklamalar sonucunda; davacı Kurum’un ödediği tedavi giderlerinin tamamını; gerek Borçlar Kanunun’daki haksız fiil kuralları; gerekse 506 Sayılı Yasa’nın 39. maddesi gereğince, kanundan dolayı davalı ve olaya karışan kişilerin tamamından rücuen isteyebileceği; zararın oluşumunda davacının hiçbir kusuru bulunmadığı; o nedenle ödenen giderimin tümünden davalının sorumlu olduğu kabul edilmelidir.
Hal böyle olunca; aynı yöne işaret eden ve Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire Bozma kararına uyulmak gerekirken, yanılgılı gerekçe ile önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olup; kararın bozulması gerekir.
S O N U Ç: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda ve Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, 03.02.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.