YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2010/195
KARAR NO : 2010/238
KARAR TARİHİ : 28.04.2010
MAHKEMESİ : İstanbul 12. Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ : 30/04/2008
NUMARASI : 2008/17-2008/243
Taraflar arasındaki “Haksız rekabetin men’i” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul Asliye 12.Ticaret Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 30.11.2005 gün ve 2004/194 E.-2005/689 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 11.Hukuk Dairesinin 07.05.2007 gün ve 2006/4331 E.-2007/7039 K. sayılı ilamı ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalı vekilleri
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava; haksız rekabet iddiasına dayalı davalının ticaret unvanında yer alan “TEPE” ibaresinin unvandan terkini, haksız rekabetin men’i ve hükmün ilanı istemine ilişkindir.
Yerel Mahkemece, bozma öncesi yapılan yargılama sonunda, “Davanın kabulüne, davalının ticari ünvanındaki “TEPE” sözcüğünün ticaret sicilinden terkinine, haksız kullanımın men’ine, kararın Türkiye’de yayınlanan tirajı 100.000 üzerinde gazetelerden birinde ilanına” karar verilmişken, bozma sonrası yapılan yargılamanın, 30.04.2008 günlü celsesinde direnme kararı ile “Davanın kabulüne” şeklinde karar verilerek hüküm oluşturulmuştur.
Hukuk Genel Kurulu’nda işin esasının incelenmesine geçilmeden önce, yukarıda yer verilen direnmeye ilişkin mahkemece oluşturulan kararın usulüne uygun olup olmadığı, usulü sorun olarak öncelikle incelenip değerlendirilmiştir.
Durum bu olunca konuya ilişkin şu genel açıklamaların yapılmasında yarar görülmüştür:
Mahkeme kararlarında nelerin yazılacağı 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 388.maddesinde belirtilmiştir. Hüküm sonucu kısmında gerekçeye ait her hangi bir söz tekrar edilmeksizin isteklerin her biri hakkında verilen hükümle taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların mümkünse sıra numarası altında birer birer açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekir.
Aynı kural H.U.M.K.’nun 389.maddesinde tekrarlanmış; keza yine aynı Kanunun 381.maddesinde “kararın tefhimi en az 388.maddede belirtilen hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçilerek okunması suretiyle olur” hükmüne yer verilmiştir.
Bu biçim yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereğidir. Aksi hal, yeni tereddüt ve ihtilaflar yaratır. Hatta giderek denebilir ki, dava içinden davalar doğar. Hükmün hedefine ulaşmasını engeller, Kamu düzeni ve barışı oluşturulamaz.
Diğer taraftan, yasanın aradığı anlamda oluşturulacak kararların hüküm fıkralarının açık, anlaşılır, çelişkisiz, uygulanabilir olmasının gerekliliği kadar; kararın gerekçesinin de, sonucu ile tam bir uyum içinde, o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak; kısaca, maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterecek nitelikte olması gerekir.
Zira tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için, ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş; hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur.
Nitekim aynı ilkeler, Hukuk Genel Kurulu’nun 19.6.1991 gün ve 323 E.-391 K.;10.9.1991 gün ve 281 E.-415 K.;25.9.1991 gün 355 E.-440 K.;19.04.2006 gün ve 2006/4-142 E.-229 K.; 05.12.2007 gün ve 2007/3-981 E.-936 K.; 23.01.2008 gün ve 2008/14-29 E.-4 K.; 19.03.2008 gün ve 2008/15-278 E.-254 K.;18.06.2008 gün ve 2008/3-462 E.-432 K.;21.10.2009 gün ve 2009/9-397E.-453 K.; 24.02.2010 gün ve 2010/1-86 E. -108 K. sayılı kararlarında da, benimsenmiştir.
Bu genel açıklamaların ışığında somut olaya bakıldığında:
Mahkemece, yukarıda da belirtildiği üzere, bozma öncesi yapılan yargılama sonunda, “Davanın kabulüne, davalının ticari ünvanındaki “TEPE” sözcüğünün ticaret sicilinden terkinine, haksız kullanımın men’ine, kararın Türkiye’de yayınlanan tirajı 100.000 üzerinde gazetelerden birinde ilanına” karar verilmişken, bozma sonrası yapılan yargılamada 30.04.2008 günlü kısa ve gerekçeli kararda sadece “Davanın kabulüne” karar verilmiş; hüküm fıkrası usulünce oluşturulmamıştır.
Kısaca ifade etmek gerekirse, direnme öncesi kararda davacının istemleri hakkında ayrı ayrı hüküm kurulmuş olmasına rağmen direnmeye ilişkin kararda “Davanın kabulüne” denilmekle yetinilmiştir. Bu durumda, yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde usulün öngördüğü anlamda oluşturulmuş bir hüküm bulunmadığı gibi, direnme kararlarını denetleyen Hukuk Genel Kurulu tarafından incelenebilecek nitelikte teknik anlamda bir direnme hükmü de bulunmadığı her türlü duraksamadan uzaktır.
Şu durumda mahkemece yapılacak iş; davacının istemleri hakkında infazda tereddüt oluşturmayacak şekilde açık ve anlaşılır bir biçimde usulün aradığı niteliklere haiz bir karar verilmesi olmalıdır.
Mahkemenin, yukarıda ayrıntılarıyla açıklanan biçimde usulün öngördüğü niteliklere haiz bulunmayan kararı, usul ve yasaya uygun değildir.
Yerel mahkeme kararının, işin esasına yönelik temyiz itirazları incelenmeksizin, salt bu usulü eksikliğe dayalı olarak bozulması gerekmiştir.
S O N U Ç : Davalı vekillerinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.’nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, 28.04.2010 gününde, oybirliği ile karar verildi.