Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2010/143 E. 2010/196 K. 31.03.2010 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2010/143
KARAR NO : 2010/196
KARAR TARİHİ : 31.03.2010

MAHKEMESİ : Samsun Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ : 23.11.2009
NUMARASI : 2009/268 E-2009/349 K.
Taraflar arasındaki “Alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Samsun Asliye Ticaret Mahkemesince davanın reddine dair verilen 13.02.2008 gün ve 2007/35 E., 2008/17 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 11.Hukuk Dairesinin 07.05.2009 gün ve 2008/13486 E., 2009/5491 K. sayılı ilamı ile;
(…Davacı vekili, müvekkilinin davalının keşide ettiği çeke dayalı olarak alacağının bulunduğunu, bu çeke dayalı olarak kabul edilen ihtiyati haciz kararı uyarınca icra takibi başlattıklarını, davalının itirazı üzerine ihtiyati haciz kararının kaldırıldığını ileri sürerek, çeke dayalı alacakları olan 12.000,00 YTL’nın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, iddia, savunma ve dosya kapsamına göre, davacı tarafın çeke dayalı olarak ihtiyati haciz kararı istediği, bu istemin kabul edilerek ihtiyati haciz kararı verildiği, icra takibine girişildiği ve takibin kesinleştiği, davalının itirazı üzerine ihtiyati haciz kararının kaldırıldığı, bu kararın davacı tarafın temyiz istemi üzerine bozulduğu, bozma kararı sonrasında davalı tarafın ihtiyati haciz kararına yaptığı itirazın reddedildiği, mevcut hale göre aynı alacağa ilişkin olarak hem icra takibi hem de alacak davasının bulunduğu, kesinleşmiş takibe rağmen alacak davası açmakta davacı tarafın hukuki yararının bulunmadığı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir.
Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.
Dava, çeke dayalı alacağın tahsili istemine ilişkindir.
Davacı taraf çeke dayalı olarak 27.11.2006 tarihinde ihtiyati haciz isteminde bulunmuş, mahkemece bu istem kabul edildikten sonra, 04.12.2006 tarihinde icra takibine girişilmiş, davalı yanca verilen ihtiyati haciz kararına 06.12.2006 tarihinde itiraz edilmiş, bu itiraz üzerine 24.01.2007 tarihinde ihtiyati haciz kararının iptaline karar verilmiş, bu kararın davacı yanca temyiz edilmesi üzerine, Dairemizce 16.04.2007 tarihinde bozulmuştur. Bozma kararı üzerine ihtiyati haciz kararının iptaline ilişkin istemin reddine karar verilmiştir.
Öte yandan, başlatılan icra takibi üzerine Samsun 1.İcra Mahkemesi’ne 15.12.2006 tarihinde davalı yanca yapılan şikayete ilişkin dava reddedilerek Yargıtay 12.Hukuk Dairesi’nin onama kararı üzerine 26.06.2007 tarihinde kesinleşmiştir.
Bu dava ise, ihtiyati haciz kararının iptaline ilişkin karar üzerine, tahsilde tekerrür olmamak kaydıyla açılmıştır.
Bu durumda, bu davanın açıldığı tarih itibariyle verilen ihtiyati haciz kararının iptaline karar verilmesi, başlatılan takibin kesinleşmemiş olması ve tahsilde tekerrür olmaması kaydıyla dava açılmış olması nazara alınarak, davacı tarafın hukuku yararının bulunduğunun kabulü ile davaya devam edilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçelerle davanın reddine karar verilmesi doğru olmamıştır…)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davacı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, çeke dayalı alacağın tahsili istemine ilişkindir.
Mahkemenin, davanın reddine dair verdiği karar, davacı vekilinin temyizi üzerine, Özel Dairece yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuş; Yerel mahkemece, önceki kararda direnilmiştir. Direnme hükmünü davacı vekili, temyiz etmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu’nun önüne gelen uyuşmazlık; Davalı/borçlunun ihtiyati hacze itiraz etmesi ya da takibin iptali için şikayet yoluyla icra mahkemesine başvurmasının, ilamsız icra takibinin kesinleşmesine engel olup olmayacağı, burada varılacak sonuca göre, davacı/alacaklının aynı alacak için eda davası açmakta hukuki yararının bulunup bulunmadığı, noktalarında toplanmaktadır.
Öncelikle hukuk yargılamasının amacı ve davada menfaat (hukuki yarar) kavramları hakkında açıklama yapılmasında yarar görülmüştür.
Maddi anlamda yargılama faaliyeti genel olarak, objektif (pozitif) hukuk kurallarının bağımsız mahkemelerce, somut olaya uygulanarak bir karar verilmesi şeklinde tanımlanmaktadır(Kuru, Baki/Arslan, Ramazan/Yılmaz, Ejder:Medeni Usul Hukuku, Ankara 1995, s.52).
Günümüzde, hukuk yargılamasının amacının, doğru, adaletli karar vermek olduğu kabul edilmektedir. Kararın adaletli olması ise, kararın, davanın tarafları arasındaki uyuşmazlığı, tarafları tatmin eder biçimde ortadan kaldırılmasının yanında ve ondan çok daha önemli olarak, toplum barışını sağlamaya yönelik olması demek olduğu; bunun için de, kararın maddi gerçeği yansıtması ve yapılan yargılamanın ucuz, basit ve çabuk olması gerekir (Yılmaz, Ejder:Medeni Yargılama Hukukunda Islah, Ankara 1982, s.6-7).
Medeni usul hukukunda hukuki yarar, mahkemeden hukuksal korunma istemi ile bir davanın açılabilmesi için davacının bu davayı açmakta (veya mahkemeden hukuksal korunma istemekte) bir çıkarının bulunması gerektiğine ilişkin ilke anlamına gelir. Davacının dava açmakta hukuk kuralları tarafından haklı bulunan (korunan) bir yararı olmalı, hakkını elde edebilmesi için mahkeme kararına ihtiyacı bulunmalı ve davacı mahkemeyi gereksiz yere uğraştırmamalıdır(Arslan, Ramazan; aktaran:Hanağası, Emel: Davada Menfaat, Ankara 2009, önsöz VII).
Öte yandan, bu yararın, “hukuki ve meşru”, “doğrudan ve kişisel”, “doğmuş ve güncel” olması gerekir (Hanağası, Emel: Davada Menfaat, Ankara 2009, s.135).
Öğreti, dava açarken menfaatin (hukuki yararın) bulunması gereğini, “dava şartı” olarak kabul etmiştir. Bu şart, “dava konusuna ilişkin genel dava şartlarından biri” olup, davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi ve esas hakkında hüküm verilebilmesi için varlığı gerekli olduğundan “olumlu dava şartları” arasında sayılmaktadır. Bu nedenle, menfaate, “davanın dinlenebilmesi (mesmu olması, kabule şayan olması) şartı” da denilmektedir(Hanağası, Emel: a.g.e., s.19, 20,21, dipnot 73, 85, 86 ve 87’de belirtilen yazarlar).
Nitekim, aynı görüş, Hukuk Genel Kurulu’nun 24.11.1982 gün ve 1982/7-1874 E.-914 K.; 5.6.1996 gün ve 1996/18-337 E.-542 K.; 5.2.1997 gün ve 1997/18-797 E.-53 K.; 11.03.1998 gün ve 1998/8-176 E.-217 K.; 20.10.1999 gün ve 1999/14-840 E.-859 K.; 10.11.1999 gün ve 1999/1-937 E.-946 K.; 30.05.2001 gün ve 2001/14-443 E.-458 K.; 29.05.2002 gün ve 2002/2-401 E.-451 K.;17.03.2010 gün ve 2010/3-119 E.- 159 K. sayılı kararlarında da, benimsenmiştir.
Bir davada, menfaat (hukuki yarar) ilkesinin dava şartı olarak gözetilmesi, yargılamanın amacına ve usul ekonomisi ilkesine uygun olarak yargılama yapılmasına yarar sağlayacağı, her türlü duraksamadan uzaktır.
Bu ilkeden hareketle, davada menfaatin varlığı, mahkemece, taraflarca dava dosyasına sunulmuş deliller, olay veya olgular çerçevesinde, kural olarak davanın açıldığı tarihe göre, kendiliğinden ve yargılamanın her aşamasında gözetilmesi gerekir. Bu sayede, iç hukukumuzun bir parçası olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme)’nin 6.maddesi ve 1982 Anayasası’nın 36.maddesinde düzenlenen “hak arama özgürlüğü”nün dürüstlük kuralına uygun kullanılması sağlanmaktadır. Dolayısıyla haksız davalar açmak suretiyle, dava hakkının kötüye kullanılmasına karşı bir güvence olduğu da, söylenebilir.
Bilindiği üzere, davacı ya da davacıların dava haklarına sahip olmaları yeterli değildir. Bundan başka, davanın açılmasında hukuki bir yararın bulunması da gerekir. Buna hukuki korunma (himaye) ihtiyacı da denir (Rechts-schutzbedürfnis). Mahkemelerden hukuki himaye istenmesinde, himayeye değer bir yarar olmalıdır (H.G.K.’nun 24.06.1992 gün ve 1992/1-347 E.-394 K.; 30.05.2001 gün ve 2001/14-443 E.-458 K. sayılı ilamları).
Yukarıdaki ilkeler çerçevesinde eda davasında menfaat (hukuki yarar) kavramının yansıması da irdelenmelidir:
Eda davası ile yalnız, maddi hukuka ilişkin bir talep hakkının yerine getirilmesi istenir ve bu çeşit davalara, maddi hukuk anlamında bir talep hakkı esas teşkil eder. Bu çerçevede, eda davalarında davacının talep sonucu, davalının bir şeyi yapmaya ya da bir şeyi vermeye veya bir şeyi yapmamaya mahkum edilmesidir (Üstündağ, Saim: Medeni Yargılama Hukuku, C.I-II, İstanbul 1997, s.274 vd., 314 vd.; Kuru, Baki-Arslan, Ramazan-Yılmaz, Ejder: Medeni Usul Hukuku, Ankara 1995, s.262 vd.).
Öğreti, eda davalarında hukuki himaye bakımından menfaatin (hukuki yararın) varlığını asıl kabul etmektedir (Kuru, Baki-Arslan, Ramazan-Yılmaz, Ejder: a.g.e., s.255).
Ancak davacı, mahkemeye başvurup bir ilam almadan başka bir yol ile de, hakkına aynı güvenle kavuşabilmekte ise, artık dava açmakta hukuki yararı yoktur.
Belirtilmelidir ki, bir para alacağı için ilamsız icra takibi yapmış (İ.İ.K. m.58 vd) ve borçlunun itiraz etmemiş veya itirazının kaldırılmış (İ.İ.K. m.68-69) olması nedeniyle icra takibi kesinleşmiş olan alacaklının, artık aynı alacak için eda davası açmasında hukuki yararı yoktur. Çünkü, alacaklı, dava açsa bile dava sonucunda alacağı ilamı da icraya koyacak (İ.İ.K. m.32) ve borcun ödenmemesi halinde, haciz isteyebilecektir. Oysa, burada ilamsız icra takibinin kesinleşmiş olması nedeniyle, alacaklının haciz isteme yetkisi doğmuş durumdadır (İ.İ.K. m.78). Yani, alacaklı dava ile erişebileceği amaca, esasen ulaşmış durumdadır. Bu nedenle, alacaklının (buna rağmen) alacak davası açmasında, korunmaya değer hiç bir hukuki yararı yoktur (Kuru, Baki-Arslan, Ramazan-Yılmaz, Ejder: a.g.e., s.256; Üstündağ, Saim: a.g.e., s.278).
Bununla birlikte, alacaklı, yapmış olduğu icra takibi henüz kesinleşmeden, borçluya karşı bir alacak davası açabilir (Hukuk Genel Kurulu’nun 17.01.1970 gün ve 1969/9-587 E.-1970/37 K. sayılı ilamı).
Diğer taraftan, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 62.maddesine göre, icra takibinde ödeme emrine itiraz etmek isteyen borçlu, itirazını ödeme emrinin tebliğinden itibaren yedi gün içinde icra dairesine bildirmek zorundadır. Belirtilen süre içerisinde, ödeme emriyle ilgili itirazını yapmayan borçlu hakkında yürütülen takip kesinleşir.
Borçlunun, hakkındaki takipte borca itirazını da kapsayacak şekilde, ihtiyati hacze itiraz için dava açması veya takibin iptali için şikayet yoluyla icra mahkemesine başvurması, icra takibinin kesinleşmesine engel olmaz.
Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı/alacaklı Melek Varmış vekili tarafından davalı/borçlu Birsen Köse (Birkan Tekstil) hakkında Samsun 2.İcra Müdürlüğü’nün 2006/6549 esas sayılı dosyası üzerinden yürütülen ilamsız takiplere mahsus (genel) haciz yoluyla icra takibinde, çıkartılan ödeme emrinin, davalı/borçlunun adresinde birlikte çalışan işçisinin imzasına 12.12.2006 tarihinde tebliğ edildiği çekişmesizdir.
Davalı/borçlu, yasal süresi içerisinde ödeme emrine itirazını icra dairesine bildirmeyerek, hakkındaki takip 20.12.2006 tarihinde kesinleşmiştir. Görülmekte olan dava ise, harcın yatırıldığı 21.02.2007 tarihinde açılmıştır.
Yukarıda belirtildiği gibi, davalı/borçlunun ihtiyati hacze itiraz için mahkemeye başvuruda bulunması veya hakkındaki icra takibinin iptali için şikayet yoluyla icra mahkemesinde dava açması, icra takibinin kesinleşmesine engel değildir.
Görüldüğü üzere, davacı/alacaklı tarafından açılan eda davası niteliğindeki alacak davasının açıldığı tarih itibariyle, davalı/borçlu hakkındaki icra takibi kesinleşmiştir.
Dolayısıyla, davacı/alacaklı için, davalı/borçlu hakkında haciz isteme yetkisi doğmuştur. Bu yolla alacağına kavuşabilecek olan davacı/alacaklının, aynı amaca yönelik olarak, ayrıca eda davası niteliğinde alacak davası açmasında, hukuki yararı bulunmamaktadır.
O halde, Özel Dairenin davacı/alacaklının alacak davası açmasında hukuki yararının bulunduğu yönündeki bozma kararına karşı, yerel mahkemece direnilmesi usul ve yasaya uygundur.
Bu nedenle direnme kararı onanmalıdır.
S O N U Ç : Açıklanan gerekçeyle; davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile temyiz olunan direnme kararının ONANMASINA, gerekli temyiz ilam harcı peşin alınmış olduğundan başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, 31.03.2010 gününde oybirliği ile karar verildi.