YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2010/135
KARAR NO : 2010/136
KARAR TARİHİ : 10.03.2010
MAHKEMESİ : Erzincan 1. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 01/10/2009
NUMARASI : 2009/602-2009/805
Taraflar arasındaki “İsim tashihi” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Erzincan Asliye 1.Hukuk Mahkemesi’nce davanın kabulüne dair verilen 15.1.2009 gün ve 2008/816 E- 2009/29 K. sayılı kararın incelenmesi davalı temsilcisi tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 18. Hukuk Dairesi’nin 8.6.2009 gün ve 2459-6143 sayılı ilamıyla;
(…Davacı vekili dava dilekçesinde, davacının ölmüş olan babasının nüfus kütüğünde yazılı olan Celal Abbas adının Celalettin Abbas olarak düzeltilmesini istemiş, mahkemece davanın kabulüne karar verilmiştir.
Aile Nüfus kayıt tablosu içeriğinden davacı F…. A… ’nun babası C… A… ’ın 01.07.1917 doğumlu olarak 03.12.1925 tarihinde nüfusa tescil edildiği ve 10.04.1999 günü öldüğü, davacının baba adının da C… A… Olduğu anlaşılmaktadır.
Özel hukuk açısından ad, kişiyi tanıtan ve onu diğer bireylerden ayırmaya yarayan bir kavramdır. Kendine özgü kişiliği ve özvarlığı olan her birey, başkalarından adıyla ayırt edilir, toplum ve ailesi içinde bununla yer alır. Onun içindir ki her kişinin bir adının olması ve adının nüfus siciline yazılması yasayla zorunlu kılınmıştır. Bu zorunluluk aynı zamanda kişinin yaşamıyla özdeşleşen ve kişiliğinin ayrılmaz bir öğesini oluşturan adını özgürce seçmesi ve onunla tanınması için kendisine tanınmış bir temel kişilik hakkıdır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile güvence altına alınmış olan adın, kişilik hakları içerisinde taşıdığı önemi gözönünde bulunduran 4721 Sayılı Türk Medeni Yasasında kişiliği korumaya ilişkin hükümlerle yetinilmeyip (m.23-25), onu ayrıca düzenlemek yoluna gidilmiştir (m.26-27). Buna göre anılan Yasanın 27. maddesi hükmü uyarınca adın değiştirilmesi, ancak haklı nedenlere dayanılarak hakimden istenebilir ise de kişiye sıkı sıkıya bağlı olan ad üzerindeki bu hakkı, kişinin kendisinden başkası kullanamaz.
O halde somut olayda, yaşamı süresince nüfus kütüğünde yazılı (C… A…. ) adını taşıyıp bu adla öldüğü anlaşılan kişinin (babanın) adının değiştirilmesi istemiyle davacı (oğlu) tarafından açılan davanın aktif husumet ehliyeti yokluğundan reddi gerekirken, mahkemece işin esasına girilerek istem gibi hüküm kurulmuş olması usul ve yasaya aykırı görülmüştür…)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalı temsilcisi
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, davacının ölmüş olan babasının nüfus kütüğünde yazılı olan “C…. A…. ” adının “C… A….. ” olarak düzeltilmesi istemine ilişkindir.
Mahkemenin, “davanın kabulüne” dair verdiği karar, Özel Daire’ce yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuş; Yerel Mahkemece, “davacının murisinin ölene kadar C…. A…. İsmi ile tanındığı ve nüfusa bu adla kayıtlı olduğu, murisin isminin düzeltilmesinin tüm mirasçılar tarafından verilen vekaletname ile istendiği ve davacıların, murisin isminin değiştirilmesinde hukuki menfaatleri bulunduğu” gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; muris/babanın adının düzeltilmesi istemiyle açılan davada, davacı oğulun aktif husumet ehliyetinin bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle belirtilmelidir ki, bir davada taraf sıfatı, dava konusu sübjektif hak (dava hakkı) ile taraflar arasındaki ilişkidir. Dolayısıyla davacı sıfatı (aktif husumet) dava konusu hakkın sahibine; davalı sıfatı (pasif husumet) o hakka uymakla yükümlü olan kişiye aittir.
Bu noktada, mahkemenin taraflar arasında dava konusu hakkın esası hakkında bir karar verebilmesi için, bu kişilerin o davada gerçekten davacı ve davalı sıfatlarına sahip olmaları gerekir.
Bir davada taraf olarak gösterilen kişiler, taraf ve dava ehliyetine ve davayı takip yetkisine sahip olsalar bile, taraflardan birinin o davada gerçekten davacı ve davalı sıfatı yoksa, davanın esası hakkında bir karar verilemez; dava, sıfat yokluğundan (husumetten) reddedilir.
Görüldüğü üzere, taraf sıfatı usul hukuku sorunu olmayıp, dava konusu sübjektif hakkın özüne ilişkin bir maddi hukuk sorunudur.
Öte yandan, 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu’nun, “Ad Üzerindeki Hak” başlığı altında ve “Adın Korunması” yan başlığı ile düzenlenen 26. maddesinde,
“Adının kullanılması çekişmeli olan kişi, hakkının tespitini dava edebilir.
Adı haksız olarak kullanılan kişi buna son verilmesini; haksız kullanan kusurlu ise ayrıca maddi zararının giderilmesini ve uğradığı haksızlığın niteliği gerektiriyorsa manevi tazminat ödenmesini isteyebilir.” Hükmüne yer verilmiş; 27. maddesinde ise,
“Adın değiştirilmesi, ancak haklı sebeplere dayanılarak hakimden istenebilir.
Adın değiştirildiği nüfus siciline kayıt ve ilan olunur.
Ad değişmekle kişisel durum değişmez.
Adın değiştirilmesinden zarar gören kimse, bunu öğrendiği günden başlayarak bir yıl içinde değiştirme kararının kaldırılmasını dava edebilir.” Hükmü öngörülmüştür.
Aynı başlık altında düzenlenen bu açık hükümler karşısında, ad üzerindeki hakkın kişiye sıkı sıkıya bağlı haklardan olduğu ve bu hakkın kişinin kendisinden başkası tarafından kullanılamayacağı her türlü duraksamadan uzaktır.
O halde, adın değiştirilmesine yönelik bir davada davacı sıfatının (aktif husumetin), dava konusu o hakkın sahibine ait olduğu kuşkusuzdur.
Somut olayda, davacının murisi babası C… A…. 10.04.1999 tarihinde vefat etmiş ve davacı F…. A…. Tarafından, babasının nüfus kütüğünde yazılı olan “C… A… ” adının “C…. A…. ” olarak düzeltilmesi istemiyle 17.08.2008 tarihinde görülmekte olan dava açılmıştır.
Murisin yaşamı boyunca tüm resmi işlemleri “C…. A…. ” adıyla yaptığını ve bu adla tanınıp bilindiğini ileri süren davacının, “C… A… ” ile “C… A… ”ın aynı kişi olduğuna dair bir tespit davası açması olanağı bulunduğu gibi, o davada verilecek hükmün tüm işlemlerde bağlayıcılığının bulunacağı açıktır.
Ne var ki; az yukarıda açıklanan ilkeler uyarınca, kişiye sıkı sıkıya bağlı bulunan dava konusu ad üzerinde hak sahibi bulunmayan davacı F… A… ’nun eldeki davada aktif husumet ehliyetinin bulunduğundan söz edilmesi olanaklı değildir.
Hal Böyle olunca; Yerel Mahkemece, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen ve Özel Daire bozma kararına uyularak, davanın davacının aktif dava ehliyetinin bulunmaması nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken; yanılgılı gerekçeyle davanın kabulüne dair önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Direnme kararı bu nedenle bozulmalıdır.
SONUÇ: Davalı temsilcisinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda ve Özel Daire bozma kararında açıklanan nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının iadesine 10.03.2010 gününde oybirliği ile karar verildi.