YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2010/125
KARAR NO : 2010/144
KARAR TARİHİ : 10.03.2010
MAHKEMESİ : Kadıköy 5. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 14/07/2009
NUMARASI : 2009/194-2009/203
Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kadıköy 5.Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 13.12.2007 gün ve 2007/145 E., 435 K. sayılı kararın incelenmesi taraf vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4.Hukuk Dairesinin 16.2.2009 gün ve 2008/8023 E. 2009/2238 K.sayılı ilamı ile,
(…Dava, kişilik haklarına saldırı nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiş; hüküm, davacı ve davalı tarafından temyiz olunmuştur.
Davalının, “…O ahlaksız adam oğlumun beynini yıkamış…” ve “…O ahlaksız adam onun beynini yıkamış…” biçimindeki ifadelerine, Sabah Gazetesi’nin 1/11/2006 günlü nüshasında yer verildiği ileri sürülerek tazminat isteminde bulunulmuştur.
Davalı, dava dışı gazetede yer alan ifadelerin kendisi tarafından söylenilmediğini savunmuştur.
Mahkemece, davalının dava konusu sözleri söylediği benimsenmek suretiyle istemin kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Dava dışı gazete tarafından, söz konusu habere ilişkin olarak cd veya kaset kaydının bulunmadığı bildirilmiş; davacı taraf, başkaca bir delil ile gazetede yer alan sözlerin davalı tarafından söylenildiğini kanıtlayamamıştır. Şu durumda, ispatlanamayan davanın reddi gerekir. Mahkemece, kısmen kabul kararı verilmesi doğru görülmemiş, bu nedenle hükmün bozulması gerekmiştir…)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, yayın yoluyla kişilik haklarına saldırı nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir.
Mahkemenin, davanın kısmen kabulüne dair kararı, taraf vekillerinin temyizi üzerine, Özel Dairece yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuş; yerel mahkemece, önceki kararda direnilmiştir. Hükmü temyize davalı vekili getirmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dava dışı gazetede yer alan, ancak söylenmediği ileri sürülen davaya konu sözlerin, davalı tarafından söylenildiğinin, davacı yanca kanıtlanıp kanıtlanmadığı; varılacak sonuca göre, davalının manevi tazminat ile sorumlu tutulup tutulamayacağı noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle; çözüme ulaşmada gerekli görülen hukuki kurum ve kavramların açıklanmasında yarar görülmüştür.
Maddi anlamda yargılama faaliyeti genel olarak, objektif (pozitif) hukuk kurallarının bağımsız mahkemelerce, somut olaya uygulanarak bir karar verilmesi şeklinde tanımlanmaktadır (Kuru, Baki/Arslan, Ramazan/Yılmaz, Ejder: Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, Ankara 1995, s.52).
Böyle bir yargılama faaliyetini kabul eden her hukuk sisteminde, taraflarca ileri sürülen maddi vakıaların gerçekleşip gerçekleşmediklerini tespit etmek ve bunlara dayanarak doğru bir karar verebilmek amaçlanmıştır (Alangoya, Yavuz:Medeni Usul Hukukunda Vakıaların ve Delillerin Toplanmasına İlişkin İlkeler, İstanbul 1979, s.86; Üstündağ, Saim:Medeni Yargılama Hukuku, C.I,II, İstanbul 1997, s.1 vd.; Yılmaz, Ejder:Medeni Yargılama Hukukunda Islah, Ankara 1982, s.2).
Bir hukuk kuralının uygulanması, o kuralla düzenlenmek istenen, yani kendilerine hukuki bir sonuç bağlanan olumlu veya olumsuz vakıaların gerçekleşmiş bulunmasına bağlıdır.
Özel hukuka ilişkin bir davada, hakim kural olarak, doğduğu iddia edilen bir hukuki sonucun, gerçekten doğup doğmadığını belirleyebilmek için, o hukuki sonucu öngören hukuk kuralındaki şartların (unsur vakıaların, öğe olayların), somut olarak ortaya çıkıp çıkmadıklarını kendiliğinden araştıramaz. O hukuki sonucun doğduğunu iddia eden taraf, gerçekleşmesi gereken şartların, unsur vakıaların somut olarak gerçekleştiğini ispat etmelidir(Umar, Bilge/Yılmaz, Ejder: İspat Yükü, İstanbul 1980, s.1).
Nitekim, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK) ‘nun 6.maddesinde de, kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlü tutulmuştur.
Hemen belirtmelidir ki, ispat, bir davada ileri sürülen hakkın ve buna karşı yapılan savunmanın dayandığı vakıaların gerçekten mevcut olup olmadıkları konusunda, bir takım araçlarla mahkemeye kanaat verme işlemidir(Kuru, Baki/Arslan, Ramazan/Yılmaz, Ejder: a.g.e., s.340). Bu araçlar ise, genel anlamıyla delillerdir.
1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakameleri Kanunu (HUMK)’na göre, deliller; kesin deliller ve takdiri deliller olmak üzere ikiye ayrılmış; kesin deliller (ki kanuni deliller de denilmektedir), ikrar, senet, kesin hüküm ve yemin olarak kabul edilmiştir. Buna karşılık takdiri deliller ise, tanık, bilirkişi, keşif ve kanunda sayılmayan diğer özel hüküm sebepleridir.
Usul kanunumuz, hukuki işlemler bakımından kanuni delil sistemini öngörmüş olup; kaynağı, İsviçre Neuchatel Kanton Usul Kanunu olmakla birlikte, senetle ispata ilişkin hükümler Fransız kaynaklıdır. H.U.M.K.’nun 288.maddesi, kanuni delil sisteminin en tipik örneğini oluşturmaktadır. Bu anlamda, hukuki işlemler konusunda kanuni delil sistemi; hukuki olaylar (haksız fiiller, maddi vakıalar) konusunda ise, delil serbestisi sistemi geçerli olmaktadır. Böylece hukukumuzda kanuni ve takdiri ispat araçlarına birlikte yer veren karma bir sistem geçerli olmaktadır (Konuralp, Haluk: Medeni Usul Hukukunda Yazılı Delil Başlangıcı, Ankara 1988, s.30).
Yeri gelmişken, bir davada çekişmeli olguların kimin tarafından ispat edilmesi gerektiği, kısacası ispat yükü kavramı üzerinde de durulmalıdır.
Her iki taraf da, ispat yükünün kime düştüğünü gözetmeden delil göstermişler ise, bu halde hâkimin ispat yükünün hangi tarafa düştüğünü araştırmasına gerek yoktur. Çünkü, hâkim, ilk önce tarafların gösterdikleri delilleri incelemekle yükümlüdür. İki tarafın (veya bir tarafın) gösterdiği deliller ile davaya ilişkin bütün çekişmeli olgular aydınlanmış ise, ispat yükünün hangi tarafa düştüğünü araştırmakta bir yarar bulunmamaktadır. Buna karşılık, gösterilen deliller hâkime dava hakkında tam bir kanaat vermemişse, ispat yükünün hangi tarafa düştüğünün tespit edilmesinde yarar vardır. İspat yükü, özellikle bu hal için önem taşımaktadır.
O halde, delillerin davayı etkileyecek çekişmeli hususlarda gösterileceği ve ispat faaliyetinin çekişmeli vakıalar için söz konusu olduğu hususu göz önünde bulundurulmalıdır(HUMK m. 238/1).
İspat yükü, kural olarak davacıya düşer; yani, davacı davasını dayandırdığı olguları ispat etmelidir.
Hâkimin kendisine ispat yükü düştüğünü bildirdiği taraf, uyuşmazlık konusu olguyu ispat edemezse, davayı kaybeder. O taraf, davacı ise davası reddedilir, davalı ise mahkûm edilir.
Genel kural, herkesin iddiasını kanıtlamakla yükümlü olmasıdır. Ancak, ispat yükünün yer değiştirdiği hallerde bu kuralın istisnaları devreye girer ve bu hallerden birisi de yasada açık hüküm olmasıdır.
Daha açık ifade edilecek olursa; genel kuralı düzenleyen T.M.K. m.6’daki “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça” deyimi ile, genel kuralın bazı istisnalarının bulunduğu belirtilmiştir. Bu hallerde, istisna olarak, ispat yükü bir olgudan kendi lehine haklar çıkaran tarafa değil, o olgu aleyhine olan (karşı) tarafa aittir.
Bu istisnalar ; normal durumun aksinin ispatı; (ki normal bir duruma dayanan tarafın, bu iddiasını ispat etmesi gerekmez; bilâkis, ispat yükü bu normal durumun aksini iddia eden tarafa düşer.) ve ispat yükünün Kanunla belirlendiği haller (ki, bazı hallerde, bir olguyu kimin ispat etmesi gerektiği/ispat yükü, özel bir kanun hükmü ile belirlenmiş; Kanun, bu halleri saklı tutmuştur. Bu hallerde, ispat yükünün -genel kurala göre- kime düştüğünü araştırmaya gerek yoktur; ispat yükü, özel kanun hükümlerinde yazılı olan kimselere düşer.) olarak sıralanabilir.
Hemen burada deliller üzerinde de durulmalıdır:
Deliller kural olarak taraflarca gösterilebilir. Ancak, şu iki hali birbirinden ayırt etmek gerekmektedir:
İlk halde, kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda hâkim, davanın ispatı için gereken bütün delillere kendiliğinden başvurur; taraflar da duruşma bitinceye kadar delil gösterebilirler. Dava ile ilgili olguların hazırlanmasında, tarafların yanında, hakimin de görevli olmasına, kendiliğinden araştırma ilkesi denir. Bu ilke kamu düzenini ilgilendiren çekişmeli ve çekişmesiz davalarda önem gösterir.
İkinci halde ise; taraflarca hazırlama ilkesinin uygulandığı davalarda, deliller kural olarak taraflarca gösterilir; hâkim delillere kendiliğinden başvuramaz. Fakat hâkim, bilirkişi ve keşif delillerine kendiliğinden (re’sen) de başvurabileceği gibi (m. 275 ve m. 363); isticvaba da kendiliğinden karar verebilir (m 230,1). Bundan başka, hâkim, davanın her safhasında, iki tarafın iddiaları sınırı içinde olmak üzere, tarafları dinleyebilir ve gerekli olan delillerin gösterilmesini ve verilmesini emredebilir (m. 75, III).
Diğer taraftan, bir taraf, bir vakıayı kendi açısından ileri sürmüş, diğer taraf da onu kabul etmeyip, tartışmalı hale getirmişse, bu takdirde ileri sürülen iddia, basit bir taraf iddiası olarak kalır ve ispatı gerektirir (Tercan, Erdal: Medeni Usul Hukukunda Tarafların İsticvabı, Ankara 2001, s.53).
Nitekim, bu ilkeler Hukuk Genel Kurulu’nun 27.01.2010 gün ve 2009/10-578 E.- 2010/37 K. sayılı ilamında da vurgulanmıştır.
Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde:
Davacının kişilik haklarını ihlal ettiği iddiasına konu haksız eylem niteliğindeki sözler, dava dışı gazetede yayımlanmıştır. Gazetede haber şeklinde verilen sözlerin, davalı tarafından söylendiğini kanıtlayacak başkaca bir delil de bulunmamaktadır.
Diğer taraftan, davalı da, gazete haberinde geçen ve kendisine izafe edilen sözleri söylediğini kabul etmemiştir. Buna göre, gazetede yer alan, ancak davalı tarafından söylendiği kanıtlanamayan sözlerden dolayı davalının sorumlu tutulması düşünülemez. Aksi düşüncenin kabulü halinde, tekzip edilmeyen ve doğru olmayan her gazete haberi nedeniyle sorumluluğun tartışmasız kabul edilmesi söz konusu olur ki, bu durum birçok haksızlığın ortaya çıkmasına neden olacağı gibi, toplumsal barışı da bozacaktır.
Ayrıca, davacı tarafın, kendi lehine ileri sürdüğü maddi vakıanın davalı tarafından kabul edilmemesi nedeniyle tartışmalı hale gelen gazete haberindeki sözler, basit bir taraf iddiası düzeyinde kalmıştır. Dolayısıyla, taraflarca hazırlama ilkesinin geçerli olduğu eldeki davada, ispat yükü kendisine düşen davacı, dayandığı maddi vakıanın gerçekleştiğini kanıtlayamamıştır.
Şu durumda, yerel mahkemece, basit bir taraf iddiası dışında başkaca bir delille söylendiği kanıtlanamayan sözlerden dolayı davalının sorumluluğu benimsenerek, davanın kısmen kabulüne karar verilmesi doğru değildir.
O halde, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 10.03.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.