YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2009/404
KARAR NO : 2009/442
KARAR TARİHİ : –
MAHKEMESİ : Balıkesir 2. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 24/04/2009
NUMARASI : 2009/145-2009/214
Taraflar arasındaki “Muarazanın Meni ve Kal” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Balıkesir 2. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 27/06/2006 gün ve 2005/399 E- 2006/232 K. sayılı kararın incelenmesi davacılar tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4.Hukuk Dairesinin 26/05/2008 gün ve 2008/4942-7011 sayılı ilamı ile; (…Davacı, halen oturmakta olduğu binaya yakın yerde bulunan komşu apartman üzerine davalı TELSIM A.Ş tarafından kurulan GSM baz istasyonunun insan sağlığı açısından tehlike yarattığını, Medeni Kanunun 661. ve devamı maddelerinde yer alan hususlara aykırı olduğu iddiasıyla bu istasyonun sökülerek yarattığı tehlikenin giderilmesini istemiştir.
Davalı taraf cevabında, davacının iddiasını kanıtlaması gerektiğini, istasyonu yönetmelik kurallarına göre kurduklarını ve işlettiklerini, davacının iddia ettiği zararının henüz gerçekleşmediğini, yerden geniş bir halk kitlesine yayın yaptıklarını ve kamu hizmeti verdiklerini; baz istasyonlarının nükleer radyasyona neden olmadıklarını, belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece davacının iddiası, davalının savunmaları ve davaya neden olan olayın da özelliği gözetilerek alanlarında uzman olan bilirkişilerden rapor alınmıştır. Alınan bu raporda dava konusu baz istasyonunun yaydığı elektromanyetik dalgaların uluslararası standartlar ile yönetmelikte kabul edilen limitlerin altında olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş ve kararı davacı temyiz etmiştir.
Uyuşmazlık cep telefonlarındaki haberleşmeyi sağlayan ve baz istasyonları olarak isimlendirilen tesisin kullanılması sonucu bir zararın bulunup bulunmadığı varsa bu zararın hangi durumlarda söz konusu olabileceği ve yine giderilmesi konusunda ne gibi önlemlerin alınması gerektiği noktasında toplanmaktadır. Dava konusu olan tesisin cep telefonlarının kullanımı için zorunlu olduğu ve bu tesisin geniş bir kitleyi ilgilendirmesi itibariyle de kamuya hizmet vermeyi amaçladığı da tartışmasızdır. Ne var ki bu hizmetin verilmesinde ve tesisin kullanılması sonucu hukuk kurallarının bir gereği olarak doğan zararlardan da tesis sahibi sorumludur. Hatta bu sorumluluğun kusura dayanmayan, tehlike sorumluluğu olarak da kabul edilmesi gerekir. Bu özelliği itibariyle tesisi kullanan ve onu işletenin yüksek özen yükümlülüğü bulunmaktadır. Aksi halde, en küçük bir özensizliğin maddi değerlerle ölçülemeyecek kadar ağır sonuçlar doğurması kaçınılmazdır. Bunun için zarar görenin zararını değil, tesis ve işletme sahibinin tesisin işletilmesinden dolayı kişilere, bu bağlamda çevreye bir zarar vermediğinin ve herhangi bir olumsuz sonuç yaratmadığının kanıtlaması gerekir. Bu sonuç genel sorumluluk kurallarının aksine olarak, davalıların işletmesinin ağır tehlike doğuracak özelliğinden kaynaklanmaktadır.
Bu genel açıklama ve nitelendirmeler göz önünde tutulup somut olayda; dava konusu edilen baz istasyonunun, davacının oturduğu bina ile davalının işleticisi olduğu tesisin konumlarının incelenmesi gerekmektedir. Bu bağlamda tesisin kurulma amacına uygun olarak işletilmesi durumunda; kişi ve çevreye zarar verip vermediğinin belirlenmesi önem taşımaktadır. Bilirkişiler tarafından yapılan inceleme sonunda, sertifikada belirtilen limitlerin yönetmelikte belirtilen limitlere uygun olduğu, hatta yönetmelikteki limitlerin de altında bulunduğu belirtilmiştir. Ne var ki yapılan bu belirlemelerle bir zararın olmayacağı kabul edilemez. Yönetmelik ve bu yönetmelikteki ölçülere göre verilen sertifika, soyut bir belirlemeyi içermektedir. Bu bağlamda, o anda o yerde ve belirtilen güçte kurulacak istasyonun değerlerini belirtmektedir. Nitekim sertifikalar bu nitelikleri içermekte olup, kurulan istasyonun ve çevresindeki binaların konumunu belirtmemektedir. Bu da sertifikadaki ölçülerin tüm bilimsel verilere uygun olduğu ve zarar doğurmayacağı anlamına gelmez. Kaldı ki, hukuk kurallarındaki norm düzenlemesi itibariyle yönetmelik ve yönetmeliğe uygun bir işlem yapılsa bile, buna karşın çevreye verilen zarardan, eylemde bulunanın sorumlu olmayacağı sonucu doğmaz. Ayrıca yargıç, uyuşmazlığın çözümünde yönetmeliğe değil yasaya, genel hukuk kurallarına ve sorumluluk hukukunun ilkelerine göre karar vermek zorundadır. Bu nedenle, yerel mahkeme, yönetmeliğe ve yönetmeliğe göre verilen sertifikayı bağlayıcı olarak kabul etmemelidir. Bu itibarla ölçüm sonuçlarının düşük olmasının zarar doğurmayacağı sonucuna varılamaz. Diğer koşulların bu bağlamda, tesisin kurulduğu yerin yerleşim yerlerine ve davacının evine olan yakınlığı ile davacı ve ailesinin sürekli bu yerde oturacağı da göz önünde tutulmalıdır.
Davalılar kamu yararına hizmet verdiklerini savunmuşlardır. Gerçekten yukarıda da açıklandığı üzere davalı tarafından bu ve benzeri tesislerin işletilmesi sonucu geniş bir halk kitlesinin yarar sağladığı bilinen bir olgudur. Ne var ki, bu yararın sağlanması karşısında kişilerin zarar görmesi hoş görülemez. Bu bakımdan hizmetten elde edilen yarar ve bunun karşılığında verilen zararın dengelenmesi gerekmektedir. Hiçbir hizmet, insan yaşamı kadar öncelik ve önem taşıyamaz. Diğer bir anlatımla, yararlı bir hizmetin karşılığı olarak insanın ölümü uygun bir sonuç olarak kabul edilemez. İnsan yaşamında tehlike yaratan bir hizmetin, kişi yaşamının önüne geçmesi ve ona üstünlük tanınması doğru bir yaklaşım olarak düşünülemez. Kaldı ki somut olayda, bu hizmetin aynı yerde verilmesinde zorunluluk olduğu da söylenemez. Muhtemelen daha fazla bir gidene de olsa, başka bir yerde aynı sonuçları sağlayacak bir istasyonunun kurulması ve hizmet verilmesi olanaklıdır. Bu nedenle davalının bu yöndeki savunma ve itirazları da yerinde değildir.
Bir diğer konu da; bu tür tesislerin yerleşimin yoğun olduğu yerlere yakın kurulması olup, davalıların da bu teknik kuralı gözeterek kurulacak yeri belirlemiş olmasıdır. Davalılara konuşmacılara sağlanan yarar bakımından bu belirleme doğru olabilir. Ancak tesisin böyle bir yerde ve bu konumu ile kullanılmasının da özellikle yakın çevresine zarar verdiği de açıktır. Bu bakımdan, bu tesisten üçüncü kişilerle birlikte davacı da yararlanmış olsa, sağlanan yararla verilen zararın dengelenmesi genel bir hukuk kuralıdır. Yarar, haberleşmeyi amaçlamaktadır. Zararın ise, insan sağlığı ve yaşamı ile ilgili olduğu gözetildiğinde, ikinci değere önem verilmesi gerekmektedir. Bir istasyon yönetmeliğe uygun olarak çalıştırılsa dahi, zarar verdiği takdirde yönetmeliğe uygun olduğundan söz edilerek zarar verenin sorumluluktan kurtulması, kullanıma devam edilmesi sonucunu doğurmaz. Yönetmeliğe uygun değilse, zaten hukuka aykırılık gerçekleşmiş olacaktır.
Dosya içerisindeki belge ve delillere göre kullanılan istasyonun konumu itibariyle uzun sürede kişi ve çevreye zarar verdiği, bu nitelikteki bir istasyonun halen bulunduğu yerde kullanılmasının sakıncalı bulunduğu, bunun daha uygun ve yerleşim çevresinden daha uzakta kurulması gerektiği açıktır. Bu belirlemeler itibariyle dar anlamda ve para ile ölçülebilen bir zarar yok ise de, çevre binalarda ve davacının oturmakta olduğu binada yaşayanların sağlık bakımından büyük endişeler taşıdığı, psikolojik olarak yaşamlarını olumsuz biçimde etkilediği ve bunun da ruhsal yapılarında tedirginlik ve ümitsizlik yarattığı, bu haliyle o yerde oturmalarının olumsuz hale geleceği göz önünde tutulduğunda, davacının, zarar gördüğü kabul edilmeli ve davanın kabulüne karar verilmelidir. Mahkemece bu yönler üzerinde durulmadan yazılı şekilde davanın reddine karar verilmiş olması doğru görülmemiş, bu nedenle kararın bozulması gerekmiştir…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davacılar ve davalılardan Vodafone vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Mahkemenin direnme kararı vermesinden ve davacının temyiz dilekçesi ibraz etmesinden sonra davalı Vodafone AŞ. vekili verdiği temyize cevap dilekçesinde; davaya konu baz istasyonunun şirketlerince teknik nedenlerle söküldüğünü ve kaldırıldığını, buna ilişkin mahkeme kanalıyla tespit yaptırdıklarını, bu durumda davanın konusuz kaldığını, davacının davayı devam ettirmekte bir hukuki yararının kalmadığını beyanla, karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesini istemiş ve buna ilişkin olarak yaptırdığı delil tespiti dosyasını mahkemeye sunmuştur.
Bu durumda, mahkemece ortaya çıkan bu yeni durumun değerlendirilerek bir karar verilmesi gerekir. ( Aynı yönde, Hukuk Genel Kurulunun 05/11/2008 gün ve 2008/4-663 E. 2008/663 K sayılı kararı)
SONUÇ: Davacılar ve davalılardan Vodafone vekilince verilen dilekçe ve yaptırılan tespite ilişkin belge ve bilgilerin değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi için yerel mahkeme kararının bu nedenlerle BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 21/10/2009 gününde oybirliği ile karar verildi.