Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2009/391 E. 2009/443 K. 21.10.2009 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2009/391
KARAR NO : 2009/443
KARAR TARİHİ : 21.10.2009

MAHKEMESİ : İzmir 2. Sulh Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 27/10/2008
NUMARASI : 2008/1064-2008/1136
Taraflar arasındaki “Kayyım Atanması” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir 2. Sulh Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 31.12.2007 gün ve 2007/1348-2007/1550 sayılı kararın incelenmesi davacı ve davalı … Çiğli İlçe Başkanlığı vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 15.07.2008 gün ve 2008/9368-2008/13390 sayılı ilamı ile, (…Davada, TMK’nun 75. maddesi gereğince kayyım atanması istenilmiştir.
Mahkemece, hükmün gerekçesinde davanın parti il yönetimi veya merkez yönetiminin tasarruflarının yasa ve parti tüzüğüne uygunluğunu denetlenmesine ilişkin olup, bu hususta görevli mahkemenin İzmir Asliye Hukuk Mahkemesi olduğundan sözedilmiş, hüküm fıkrasında ise, kayyım atanması davasının reddine karar verilmiştir. Hüküm her iki taraf vekilince temyiz edilmiştir.
HUMK’nun 388. maddesinde belirtilen hükmün açık ve net olması gerekliliğinin yanısıra, gerekçe de anlaşılabilir, yeterli ve denetlenebilir olmalıdır. Gerekçe ile hüküm arasında sonuca etkili uygunsuzluklar bulunmamalıdır.
Mahkemece, gerekçe bölümünde, … İl Yönetimince ya da merkez yönetimince yapılan tasarrufların yasaya ve parti tüzüğüne uygunluğunu denetleme yerinin Sulh Hukuk Mahkemesi olmayıp, İzmir Asliye Hukuk Mahkemesi olduğu için davanın reddinden sözedilmesi rağmen, hüküm fıkrasında görev hususuna değinilmeden, davacının kayyım atanması davasının TMKnun 75/2. maddesine göre yerinde görülmediğinden reddine karar verilmiş olması, yukarıda açıklanan nedenlerle sonuca etkili olup usul ve yasaya aykırıdır.
O halde, mahkemece gerekçe ile hükmün uyumlu olduğu yeterli, açık ve denetlenebilir bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde gerekçe ile hüküm fıkrasının çelişkisi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davacı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, Türk Medeni Kanunu’nun 75. maddesi uyarınca kayyım atanması istemine ilişkindir.
Davacı, dava dilekçesinde ….Partisi İzmir İl Başkanlığı ile Çiğli İlçe Başkanlığını hasım göstermek suretiyle; ….. Partisi Çiğli İlçe Olağan Kongresinde A.. K.. Başkanlığında İlçe Yönetim Kurulu üyeliğine seçilmiş iken, sonradan İzmir İl Yönetim Kurulu’nun 16.10.2007 tarihli kararıyla kendisi ve tüm yönetim kurulu üyelerinin görevden alındıklarını, görevden alma işlemi demokrasi ilkelerine uygun olmadığı gibi atanmış İl Yönetim Kurulu’nun bu konuda yetkisinin de bulunmadığını, görevden alma tarihinden itibaren 2820 sayılı Siyasi Partiler Yasasının 20 ve … Tüzüğünün 44/C maddelerine göre 30 gün içinde seçimleri yapmak üzere olağanüstü ilçe kongresini toplamayan ve görevden alınan yöneticilerin yerine yeni yöneticilerin seçilmesini sağlamayan geçici ilçe yönetiminin görevinin 15.11.2007 tarihinde son bulduğunu, bu nedenle 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nun 121. ve Türk Medeni Kanunu’nun 75. maddeleri uyarınca, boşalmış olan … Çiğli İlçe Yönetim Kurulu yerine ihtiyati tedbir kararı ile partililer arasından seçilecek üç kişilik kayyım heyetinin atanarak görevlendirilmesine ve 16.10.2007 tarihli .. İzmir İl Yönetiminin görevden alma kararının iptali ile çekişmenin giderilmesine karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece, “.. İzmir İl Başkanlığı tarafından İlçe Yönetim Kurulu’nun görevden alınarak 16.10.2007 tarihli kararla yeni yönetim kurulu oluşturulması üzerine görevden alınan yönetim kurulu başkanı A. K.. tarafından İzmir 8. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2007/454 esas sayılı dosyasında açılan davada, ihtiyati tedbir yoluyla kararın yürütmesinin durdurulmasına karar verildiği, bu karara uyan … Merkez Yönetim Kurulu tarafından ilçe yönetiminin göreve iade edilmesinin ardından, .. tüzüğünün kendilerine tanıdığı yetkiye dayanarak yeniden görevden alma ve geçici ilçe kurulunun görevlendirilmesi yoluna gidildiği ve bu geçici kurulun seçim sürecini başlattığı, dolayısıyla … Çiğli İlçe Örgütünü seçime götüren Merkez Yönetimi tarafından oluşturulan geçici yönetimin halen var olduğu, bu nedenle talebin Türk Medeni Kanununun 75/2. maddesine göre yerinde görülmediği; .. İl Yönetimince ya da Merkez Yönetimince yapılan tasarrufların yasaya ve parti tüzüğüne uygunluğunu denetleme yerinin ise Asliye Hukuk Mahkemesi olduğu” gerekçesiyle aynen “davacının kayyım atanması davasının 4820 Sayılı Kanunun 121/1. maddesi delaletiyle 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunun 75/2. maddesine göre yerinde görülmediğinden reddine” dair verdiği karar; Özel Daire’ce yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuştur.
Yerel Mahkemece “gerekçede yer alan ve davacının, … İl Yönetimi ve Merkez Yönetimince yapılan tasarrufların yasa ve parti tüzüğüne aykırı olduğu yönündeki ısrarlı iddialarının karşılanması niteliğini taşıyan, söz konusu iddiaların yargılama yerinin İzmir Asliye Hukuk Mahkemesi olduğu şeklindeki ifadelerin davanın ret gerekçelerinden olmadığı, salt bu iddiaların eldeki davada görülüp sonuçlandırılamayacağı hususunun vurgulanmak istenildiği; davayı redde götüren, geçici ilçe yönetiminin halen mevcudiyeti ile seçim sürecinin başlatılmış olmasına ilişkin nedenlere, gerekçede ayrıntılı olarak yer verildiği, dolayısıyla gerekçeyle hükümde sonuca etkili bir uygunsuzluk bulunmadığı” gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Mahkeme kararlarında nelerin yazılacağı 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 388.maddesinde belirtilmiştir. Hüküm sonucu kısmında gerekçeye ait her hangi bir söz tekrar edilmeksizin isteklerin her biri hakkında verilen hükümle taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların mümkünse sıra numarası altında birer birer açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekir.
Aynı kural HUMK nun 389. maddesinde tekrarlanmış; keza yine aynı Kanunun 381. maddesinde “kararın tefhimi en az 388. maddede belirtilen hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçilerek okunması suretiyle olur” hükmüne yer verilmiştir.
Bu biçim yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereğidir. Aksi hal, yeni tereddüt ve ihtilaflar yaratır. Hatta giderek denebilir ki, dava içinden davalar doğar. Hükmün hedefine ulaşmasını engeller, kamu düzeni ve barışı oluşturulamaz.
Diğer taraftan, yasanın aradığı anlamda oluşturulacak kısa ve gerekçeli kararların hüküm fıkralarının açık, anlaşılır, çelişkisiz, uygulanabilir olmasının gerekliliği kadar; kararın gerekçesinin de, sonucu ile tam bir uyum içinde, o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak; kısaca, maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterecek nitelikte olması gerekir.
Zira, tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için, ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş; hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması, zorunludur.
Bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılması gerektiğini öngören Anayasa’nın 141/3. maddesi ve ona koşut bir düzenleme içeren Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 388. maddesi, işte bu amacı gerçekleştirmeye yöneliktir.
Öte yandan, mahkeme kararlarının taraflar, bazen de ilgili olabilecekleri başka hukuki ihtilaflar yönünden etkili ve bağlayıcı kabul edilebilmeleri, bu kararların yukarıda açıklanan nitelikte bir gerekçeyi içermesiyle ve kısa karar ile gerekçeli karar arasında tereddüte yol açacak çelişkiler taşımaması ile mümkündür.
Önemle vurgulanmalıdır ki, mahkeme kararlarının hukuksal niteliklerinin doğal sonucu ve gereği olarak, temyiz dairelerinin yapacağı inceleme ve değerlendirme sırasında gözeteceği temel unsurlardan birini, hüküm fıkrasını içeren kısa ve gerekçeli kararların birbiriyle tam uyumu ve buna bağlı olarak da kararın ortaya konulan sonucuna uygun gerekçesi oluşturmaktadır. Bunlardan birisinde ortaya çıkacak farklılık ya da aksama çelişki doğuracaktır ki bunun açıkça usul ve yasaya aykırılık teşkil edeceği kuşkusuzdur.
Başka bir ifadeyle, mahkemece düzenlenecek kısa ve gerekçeli kararlara ilişkin hüküm fıkralarında, hüküm fıkrasını oluşturacak kalemlere tek tek ve anlaşılır biçimde yer verilmesi ve özellikle kararın gerekçe bölümünde bunların nedenlerinin ne olduğunun açıklanması, kararın yargısal denetimi açısından da aranan ön koşullardır.
Bu ilke ve açıklamalar ışığında, somut olaya bakıldığında:
Yerel Mahkemece kararın gerekçesinde, kayyım atanmasındaki amacın genel kurulu toplantıya çağırmak ve mahkemenin bu konudaki müdahalesinin en son çare olduğu benimsenmek suretiyle, .. Çiğli İlçe Örgütünü seçime götüren geçici yönetimin halen görev başında bulunduğu ve seçim sürecinin fiilen ve hukuken başlatılmış olduğu, bu durumda mahkemece kayyım atanması yoluna gidilemeyeceği belirtilerek, hüküm fıkrasında da bu amaçla davacının kayyım atanması talebinin Türk Medeni Kanunu’nun 75/2. maddesi uyarınca yerinde olmadığı vurgulanmak suretiyle davanın reddine karar verilmiştir. Gerekçesiyle bir bütünlük arz eden hüküm fıkrası, bu bakımdan uyumlu ve açıktır.
Gerekçenin bu açıklığı ve onu tamamlayan hüküm fıkrası irdelendiğinde; Özel Daire’nin kabulünün aksine, kararın gerekçesinde görev hususuna dayanılmadığı gibi hükümde de görev hususuna değinilmediği, gerekçede …İl ve Merkez Yönetimlerinin tasarruflarının yasa ve parti tüzüğüne aykırılığına dair iddiaların eldeki davada ve Sulh Hukuk Mahkemesince incelenmesi olanağının bulunmadığı yönündeki saptamanın, salt davacı iddialarının karşılanması amacına yönelik bulunduğu her türlü duraksamadan uzaktır.
O halde, açık ve kendi içinde çelişmeyen ifadelere dayalı gerekçe ile onu tamamlayan hüküm fıkrasını içeren kararın birbiriyle uyum içinde ve denetlenebilir nitelikte olduğu, gerekçe ile hüküm arasında uygunsuzluk bulunmadığı anlaşıldığından; Yerel Mahkemece bu yöne ilişkin olarak verilen direnme kararı doğrudur.
Ne var ki; kamu düzenini ilgilendiren ve yargılamanın her aşamasında re’sen nazara alınması gereken husumetin, parti tüzel kişiliğinden ayrı ve bağımsız bir tüzelkişiliği bulunmayan İl ve İlçe Başkanlıklarına yöneltildiği anlaşılmaktadır.
Bu itibarla, Hukuk Genel Kurulu’ndaki görüşmeler sırasında, davanın Parti Genel Başkanlığına yöneltilerek sonuçlandırılması olanağının bulunup bulunmadığı hususu tartışılmış ve şu sonuca ulaşılmıştır:
2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nun 13. maddesinde, “Siyasi partilerin merkez organları büyük kongre, genel başkan ile diğer karar, yönetim, icra ve disiplin organlarından ibarettir” hükmüne yer verildikten sonra, aynı Kanunun 15. maddesinin 3. fıkrasında, “Partiyi temsil yetkisi genel başkana aittir. Kanunlardaki özel hükümler saklı kalmak kaydı ile parti adına dava açma ve davada husumet yetkisi, genel başkana veya ona izafeten bu yetkileri kullanmak üzere parti tüzüğünün göstereceği parti mercilerine aittir” hükmü öngörülmüştür.
Yine, Parti Tüzüğü’nün 36. maddesinde, Partiyi Genel Başkanın temsil edeceği ve Genel Başkanın disiplin kurulları dışında bütün parti örgütünün başkanı olduğu belirtilmiştir.
Dava, .. İzmir İl Yönetiminin 16.10.2007 tarihli görevden alma kararının iptali ile genel kurulun toplantıya çağrılması ve kongrenin yaptırılması amacıyla mevcut İlçe Yönetim Kurulu yerine kayyım atanması isteğine ilişkin olup; yukarıda açıklanan hükümler uyarınca, Parti Tüzelkişiliğinden ayrı bir tüzelkişiliği bulunmayan İl ve İlçe Başkanlıklarının temsil yetkisinin bulunmadığı, davanın …..Genel Başkanlığı aleyhine açılıp sonuçlandırılması gerektiği kuşkusuzdur. Eş söyleyişle, görülmekte olan davada Parti Genel Başkanlığının davalı mevkiinde bulunması, Yasanın amir hükmü gereğidir.
Bu noktada ise sorunun çözümü,… İzmir İl Başkanlığı ile Çiğli İlçe Başkanlıklarının davalı gösterilmesinin, temsilcide yanılgı olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği sorusuna doğru cevabın verilmesi ile mümkündür.
Davada sıfat, tarafın, dava konusu maddi hukuk ilişkisinin süjesi olup olmamasıyla ilgilidir. Taraf sıfatının bulunmaması halinde dava, sıfat yokluğundan (husumet yönünden) reddedilecektir.
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 179/1. maddesi, dava dilekçesinde tarafların ve varsa kanuni temsilcilerinin ad ve adreslerinin bildirilmesi gerektiğini hükme bağlamıştır.
Bildirim esnasında yapılan kimi yanlışlıklar, davanın sıfat (husumet) yokluğundan reddi sonucunu doğurmamakta, oluşan hataların giderilmesi bazı durumlarda mümkün olabilmektedir. Davalının temsilcisinde yanılmış olma hali de bu duruma örnek oluşturmaktadır.
Davacının, ….Çiğli İlçe Yönetim Kurulu üyeliğine seçildikten sonra, 16.10.2007 tarihli Parti İl Yönetim Kurulu kararıyla görevden alındığı ve husumetin tevcih edildiği Parti İl Başkanlığı ile İlçe Başkanlıklarının tüzel kişiliği haiz bulunmadıkları çekişmesizdir.
Dava dilekçesinde yerine kayyım atanması talep edilen ilçe yönetim kurulunun 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nun 20. maddesi uyarınca diğer unsurlarla birlikte Siyasi Partinin ilçe teşkilatını oluşturduğu; davacı tarafça aşamalarda, Parti İl Yönetimi ile birlikte Merkez Yönetiminin tasarruflarının da yasa ve parti tüzüğüne aykırı olduğunun ileri sürüldüğü, dolayısıyla davalı olarak Parti Genel Başkanlığının gösterilmesinin amaçlandığı anlaşılmaktadır.
Şu durumda, ortada belirgin biçimde temsilcide yanılma hali bulunmakta olup, bu durumun mahkemece resen gözetilmesi ve davanın usulünce yasal hasım olan … Genel Başkanlığı’na yöneltilebilmesi için davacı yana olanak sağlanması gerekir.
Hal böyle olunca; Yerel Mahkemece temsilcide hata halinin varlığının kabulü ile, . … Genel Başkanlığı’na davanın yöneltilmesi için davacıya süre verilerek Parti Genel Başkanlığı’na davetiye tebliğinden sonra işin esasının çözümü yoluna gidilmesi gerekirken, yasal hasım olan Parti Genel Başkanlığının davaya katılımı sağlanmadan işin esasına dair verilen önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Direnme kararının bu nedenle bozulması gerekir.
S O N U Ç: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda gösterilen değişik gerekçeyle BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine 21.10.2009 gününde yapılan ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY
Dava, siyasi parti ilçe yönetimine kayyım atanması istemine ilişkindir.
Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş, Yüksek Özel Daire’ce hüküm diğer temyiz itirazları konusunda bir değerlendirme yapılmaksızın sadece kararın gerekçesi ile sonuç bölümü arasında çelişki bulunduğundan bahisle bozulmuş, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Bu durumda direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık yerel mahkeme kararının gerekçesi ile sonuç hüküm arasında çelişki bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
Her mahkeme gibi Hukuk Genel Kurulu’nun görevi de kanunla belirlenmiştir ve Yargıtay Kanunu’nun 15/1.maddesi uyarınca Hukuk Genel Kurulu “Yargıtay Dairelerinin bozma kararlarına karşı mahkemelerce verilen direnme kararlarını inceleyerek karara bağlar. Yani bir kararda hüküm bölümündeki taleplerin tümü ile ilgili bozma kararı verilmesi halinde bir kısım taleplerle ilgili bozma kararına uyulması bir kısmına direnilmesi ve hükmün tamamının temyiz edilmesi halinde, Hukuk Genel Kurulu sadece direnilen bölüm ile ilgili temyiz incelemesi yapma konusunda görevlidir, bunu aşarak direnilmeyen kısımla ilgili temyiz incelemesi yapamaz. Uyulan kısım yönünden temyiz inceleme görevi Özel Daire’ye aittir. Yani Hukuk Genel Kurulu sadece direnme yoluyla önüne gelen uyuşmazlıklarla ilgili değerlendirme ve inceleme yapabilir.
Somut olayda Yüksek Özel Dairenin kararı sadece yerel mahkeme hükmünün gerekçesi ile sonuç bölümü arasında çelişki bulunduğundan bozulmuş ve yerel mahkeme, kararının gerekçesi ile hüküm bölümü arasında çelişki bulunmadığından bahisle direnme kararı vermiştir.
Hukuk Genel Kurulu sadece bu kanundaki direnme hükmünü inceleyerek sonuca varacaktır. Biçimsel olarak inceleme sonucu verilen bozma kararına karşı direnmenin yerinde olup olmadığı değerlendirilmiş ve Hukuk Genel Kurulu bu konuda gerekçe ile hüküm arasında çelişki olmadığını kabul etmiştir. Bundan sonra işin esasına girişilerek hükmün diğer hususlarda değerlendirilmesi ancak Yüksek Özel Dairenin görevi içindedir. Aksi düşünülerek Hukuk Genel Kurulu’nca direnme dışındaki hususlarda bozma kararı verilmesi yerel mahkemenin yeni bozma nedenleri karşısında direnme hakkını ortadan kaldırma sonucunu doğuracaktır. Yıllardır Hukuk Genel Kurulu uygulaması da diğer hususları incelenmeksizin verilen bozma kararlarına karşı direnildiğinde, bu konudaki direnmenin yerinde görülmesi halinde davanın esasına yönelik incelemesini Yüksek Özel Dairece yapılması için dosyanın ilgili Özel Daireye gönderilmesi yolundadır.
Bütün bu gerekçeler karşısında, konunun Hukuk Genel Kurulu’nun yasal görev alanı dışında kalması ve yerel mahkemenin direnme hakkının engellenmemesi bakımından, hükmün gerekçesi ile sonucu arasında çelişki bulunmadığına ilişkin direnme kararının uygun olduğu düşüncesiyle davanın esası ve direnme dışındaki diğer konularla ile ilgili inceleme yapılmak üzere dosyanın Yüksek Özel Daireye gönderilmesi gerektiği kanaatinde olduğumuzdan sayın çoğunluk görüşüne karşıyız.