Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2009/189 E. 2009/271 K. 17.06.2009 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2009/189
KARAR NO : 2009/271
KARAR TARİHİ : 17.06.2009

MAHKEMESİ : Denizli 3.Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 09.09.2008
NUMARASI : 2008/212 E-2008/273 K.
Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Denizli 3.Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 20.12.2005 gün ve 2004/239 E – 2005/746 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1.Hukuk Dairesinin 09.05.2006 gün ve 2006/3339-5361 sayılı ilamı ile; (“…Dava ve birleştirilen dava ehliyetsizlik ve muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.
Davadaki talep terekeye iade biçimindedir.Tereke elbirliği mülkiyetine tabidir.
Elbirliği (İştirak) halinde mülkiyet, yasa veya yasada belirtilen sözleşmeler uyarınca aralarında ortaklık bağı bulunan kişilerin, bu ortaklık nedeniyle bir mala veya hakka birlikte malik olma durumudur.
M.K.nun 701-703.maddelerinde düzenlenen bu tür mülkiyetin (ortaklığın) tüzel kişiliği olmadığı gibi eşya üzerinde ortaklardan herbirinin doğrudan doğruya bir hakkı da yoktur. Mülkiyet bir bütün olarak ortaklardan tümüne aittir. Başka bir anlatımla ortaklık tasfiye oluncaya kadar ortaklardan birinin ayrı mal veya hak sahipliği bulunmayıp, hak sahibi ortaklıktır.
Değinilen mülkiyet türünde malikler mülkiyet payları ayrılmadığından paydaş değil, ortaktır. Bu kural, M.K.nun 701.maddesinde (…Kanun ve kanunda öngörülen sözleşmeler uyarınca oluşan topluluk dolayısıyla mallara birlikte malik olanların mülkiyeti, elbirliği mülkiyetidir. Elbirliği mülkiyetinde ortakların belirlenmiş payları olmayıp her birinin hakkı, ortaklığa giren malların tamamına yaygındır.) biçiminde açıklanmıştır. Elbirliği (İştirak) halinde mülkiyetin bu özelliği itibariyle ortaklar arasında zorunlu dava arkadaşlığı bulunmaktadır. Şayet yasa veya elbirliği (iştirak) halinde mülkiyeti oluşturan anlaşmada ortaklık adına hareket etme yetkisinin kime ait olacağı belirtilmemişse, ortaklığın tasfiyesini isteme hakkı dışındaki tüm işlemlerde ortakların (iştirakçilerin) oybirliği ile karar almaları ve birlikte hareket etmeleri zorunluluğu vardır.
M.K.nun 702/2.maddesi bu yönde açık hüküm getirmiştir. Ancak, açıklanan kural yargısal uygulamada kısmen yumuşatılmış bir ortağın tek başına dava açabileceği, nevarki, davaya devam edebilmesi için öteki ortakların olurlarının alınması veya miras şirketine atanacak temsilci aracılığı ile davanın sürdürülmesi gerektiği kabul edilmiştir. (11.10.1982 tarih 1982/3-2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı) Nitekim bu görüş bilimsel alanda da aynen benimsenmiştir.
Somut olayda,elbirliği (iştirak) halinde mülkiyet söz konusu olup, dava dışı ortak bulunmaktadır. Hal böyle olunca, davaya katılmayan ortakların olurlarının alınması yada miras şirketine M.K.nun 640. mad. uyarınca atanacak temsilci aracılığı ile davanın sürdürülmesi gerekirken, davanın görülebilirlik koşulu gözardı edilerek yazılı olduğu üzere davanın esası hakkında hüküm kurulması doğru değildir. Davalının temyiz itirazı yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA…”) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle,yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece verilen 02.03.2007 gün ve 2006/595-2007/57 sayılı kararın temyizi üzerine Hukuk Genel Kurulu’nun 07.11.2007 tarih ve 2007/1-843-832 sayılı ilamıyla, “mahkeme kararının direnme değil, yeni bir hüküm olduğunun kabulü ile dosyanın temyiz incelemesi yapılmak üzere Yargıtay 1.Hukuk Dairesine gönderilmesine” karar verilmiştir.
Yargıtay 1.Hukuk Dairesi 08.04.2008 tarih ve 2008/608-4562 sayılı kararıyla;
“Dava, tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın kabulü ile taşınmazların muris ve mirasçıları adlarına tesciline ilişkin verilen karar, Dairece “taraf teşkilinin tamamlanmasından sonra işin esası yönünden bir karar verilmesi gerektiği” gerekçesiyle bozulmuş, mahkemece önceki hükümde direnilmesi üzerine H.G.K’ca direnme hükmü sırasında dava açan mirasçı bakımından hüküm kurulduğundan yeni hükmün incelenmesi için dosya Daireye gönderilmiş olup, yeniden yapılan incelemede kısa kararla gerekçeli kararın çelişkili olduğu görülmektedir.
Bilindiği üzere;tarafların tüm delilleri toplanıp, tetkik edildikten ve HUMK.nun 376.maddesine göre; son sözleri dinlenip duruşmanın bittiği bildirildikten sonra hakimin; aynı yasanın 388.maddesi uyarınca kararı gerekçesi ile birlikte (tam olarak) yazması ve hüküm sonucunu 389.maddede öngörülen biçimde tefhim etmesi asıldır.
Ne varki, uygulamada söz konusu yasanın 381.maddesinin son fıkrasının getirdiği ayrıcalığa dayanılarak bazı zorunlu nedenlerle sadece hükmün sonucu tutanağa geçirilip tefhim edilmekte, gerekçeli karar daha sonra yazılmaktadır.
İşte bu gibi hallerde HUMK.nun 389.maddesine uygun olarak tarafların hak ve yükümlülüklerini açıkca gösteren tefhim ile aleniyet ve hukuki varlık kazanan kısa karara daha sonra yazılan gerekçeli kararın uygun olması zorunludur. Esasen kısa kararı yazıp, tefhim etmekle davadan elini çekmiş olan hakimin artık bu kararını değiştirmesine yasal olanak yoktur. Öte yandan, kısa kararla gerekçeli kararın çelişkili olması, yargılamanın aleniyeti, kararların alenen tefhim edilmesine ilişkin Anayasanın l4l. maddesi ile HUMK.nun yukarıda değinilen buyurucu nitelikteki maddelerine de aykırı bir durum yaratır. Ayrıca anılan husus kamu düzeni ile ilgili olup, gözetilmesi yasa ile hakime yükletilmiş bir ödevdir. Aksine düşünce ve uygulama yargı, yargıç ve kararlarının her türlü düşünceden uzak, saygın ve güvenilir olması ilkesi ile de bağdaşmaz.
Değinilen ilke ve yasa hükümleri gözardı edilerek kısa kararda,önceki hükümde direnilerek 6 parsel sayılı taşınmazdaki 12 nolu bağımsız bölümün tapusunun iptali ile muris Hulusi Kanır adına, 132 parsel sayılı taşınmazdaki 5 nolu bağımsız bölümün tapusunun iptali ile mirasçılar İsa ve F.. adına tesciline biçimindeki hükme çelişkili olarak gerekçeli kararda anılan taşınmazların tapu kayıtlarının davacının payı oranında iptal ve tesciline biçiminde karar yazılması doğru değildir.
Hal böyle olunca,hükmün 10.4.1992 gün 1992/7 esas -1992/4 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararı çerçevesinde bir karar verilmek üzere H.U.M.K.’nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA,” gerekçesiyle, Hukuk Genel Kurulunun kararına dayanarak incelediği bu yeni hükmün bozulmasına karar vermiş; mahkeme bu usul bozmasına uyduktan sonra, geriye dönerek Özel Dairenin 09.05.2006 gün ve 3339-5361 sayılı ilk ilamına direndiğini ifadeyle hüküm oluşturmuştur.
TEMYİZ EDEN : Davalı Z. K.. vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek kararın süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Yerel Mahkemenin, Özel Dairenin 09.05.2006 gün ve 3339-5361 sayılı kararına karşı direndiğini ifadeyle oluşturduğu, 02.03.2007 gün ve 2006/595-2007/57 sayılı kararı; Hukuk Genel Kurulu’nun 07.11.2007 tarih ve 2007/1-843-832 sayılı kararı ile yeni bir hüküm olarak kabul edilmiş ve temyiz incelemesinin Özel Dairece yapılmasına karar verilmekle dosyadan el çekilmiştir.
Dosyanın gönderildiği 1.Hukuk Dairesi 08.04.2008 tarihli kararıyla;“kısa karar ile gerekçeli karardaki çelişki” noktasından yerel mahkeme kararını usulden bozmuştur.
Yerel Mahkemece usul yönünden bu bozmaya uyulmuşsa da, esas yönünden, Özel Dairenin 09.05.2006 tarihli ilk bozmasına konu, 20.12.2005 tarihli ilk kararında direnildiği ifade edilerek, hüküm oluşturulmuş; hükmü davalı Zülfü Kanır temyiz etmiştir.
Öncelikle belirtilmelidir ki, mahkemenin, direnme olarak nitelendirdiği bu kararın, yasal anlamda “direnme” olduğunu kabule olanak bulunmamaktadır.
Yukarıda da açıklandığı üzere; direnildiği ifade edilen 20.12.2005 tarihli karar, Özel Dairenin 09.05.2006 tarihli kararıyla bozulmakla hukuki varlığı sona ermiş; mahkemece 02.03.2007 tarihinde direnme olarak adlandırılarak oluşturulan karar da, Hukuk Genel Kurulu’nca esastan incelenmiş; sonuçta ortada direnme değil, yeni bir hükmün bulunduğu kabul edilerek, dosya temyiz incelemesini yapmakla görevli 1.Hukuk Dairesine gönderilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu’nun bu kararıyla işin esasının inceleme görevinin de daireye ait olduğu açıkça kabul edilmiş; yeni bir hükmün varlığı karşısında usul eksikliğinin incelenmesi de Özel Daireye bırakılmıştır.
Özel Daire, kendisine gönderilen bu yeni hükmü, usulden bozmuş; mahkemece bu bozmaya uyulmuştur. Artık bu noktadan sonra mahkemenin, hukuki varlığını sürdürmeyen ilk bozmaya karşı, yine ilk kararında, direndiğini ifadeyle oluşturduğu hükmün “direnme” olarak kabulü olanaklı değildir.
Bu durumda ortada varlığından söz edilebilecek bir direnme kararı mevcut olmayıp, yeni bir hükmün bulunduğunun kabulü gerekir.
Bu nedenle dosya, yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için Özel Daireye gönderilmelidir.
S O N U Ç : Yukarıda açıklandığı üzere, yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 1.HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 17.06.2009 gününde oybirliği ile karar verildi.