Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2009/152 E. 2009/155 K. 06.05.2009 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2009/152
KARAR NO : 2009/155
KARAR TARİHİ : 06.05.2009

ESAS NO : 2009/4-152
KARAR NO : 2009/155
MAHKEMESİ : Sakarya 1.Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 25/12/2008
NUMARASI : 2008/360-2008/386
Taraflar arasındaki tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Sakarya Asliye 1.Hukuk Mahkemesince zamanaşımı nedeniyle davanın reddine dair verilen 15.02.2007 gün ve 2006/452-2007/50 sayılı kararın incelenmesi Davacılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 01.04.2008 gün ve 2007/4500-2008/4424 sayılı ilamı ile; “…Dava, trafik kazasından kaynaklanan maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, zamanaşımı yönünden davanın reddine karar verilmiştir.
Olayda bir kişi ölmüş, iki kişi yaralanmıştır. Yaralananlardan birinin iki buçuk ay iş ve güçten kalır şekilde yaralandığına dair doktor raporu bulunmaktadır. Davalı, ceza davası sonunda TCK’nun 455/2. maddesi uyarınca mahkum olmuştur. Davalının eyleminin TCK’nun 455/2. maddesindeki suçu oluşturduğu ve bu suçun ceza zamanaşımının TCK’nun 102/3. maddesine göre 10 yıl olduğu gözetilmeden, davanın zamanaşımı yönünden reddedilmiş olması doğru görülmemiş, bu nedenle hükmün bozulması gerekmiştir…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davacılar vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, trafik kazasından kaynaklanan maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.
Davacılar, kullandığı mobiletin davalının kullandığı araçla çarpışması sonucu vefat eden kişinin eşi ve çocuğu ile anne ve babası, davalı da kazaya karışan diğer aracın sürücüsüdür.
Davacılar 13.12.2006 tarihinde açtıkları dava ile murislerinin ölümü nedeniyle davalıdan maddi ve manevi tazminat isteminde bulunmuşlardır.
Davalı yasal sürede zamanaşımı def’inde bulunmuş; davacı taraf ise uzamış zamanaşımı uygulanacağını ifadeyle davalı talebinin reddini istemiştir.
Dosyada delil olarak bulunan ceza mahkemesi kararına göre; davalının yönetimindeki vasıta ile davacılar murisinin kullandığı mobiletin 06.10.2001 tarihinde çarpışması sonucu meydana gelen trafik kazasında davacılar murisi ölmüş; birisi 5 gün diğeri de 2 ay 15 gün iş ve gücünden kalacak derecede olmak üzere iki kişi de yaralanmıştır. Mahkemece yapılan yargılama sonucunda, 27.09.2006 tarihli kararla, davalı hakkında TCK.nun 455/2 maddesi gereğince hüküm kurulmuştur.
Yerel Mahkemece, ceza dava dosyasında verilen bu karar da incelenerek sonuçta, davalının zamanaşımı defi kabul edilerek, olay tarihinden itibaren uzamış zamanaşımı olan ve TCK.un 102/4 maddesinde yer alan 5 yıllık süre geçtikten sonra açılan davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.
Davacılar vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece; davada uygulanacak zamanaşımının TCK 455/2 ve 102/3 maddeleri gözetildiğinde 10 yıl olduğu, zamanaşımı nedeniyle davanın reddinin yerinde olmadığı gerekçesiyle karar oybirliği ile bozulmuş; davalı tarafın karar düzeltme istemi de reddedilmiştir.
Mahkemenin önceki kararda direnilmesine ilişkin hükmünü davacılar vekili temyize getirmektedir.
Eldeki davada, uzamış ceza zamanaşımının uygulanacağı konusunda yerel mahkeme ile Özel Daire arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; zamanaşımı süresinin ne olduğu ve davanın zamanaşımı süresi içinde açılıp açılmadığı noktasındadır.
İlkin konuya ilişkin yasal düzenlemelerin irdelenmesinde yarar vardır:
2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 109.maddesinin 1.fıkrasında: “Motorlu araç kazalarından doğan maddi zararların tazminine ilişkin talepler, zarar görenin, zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yıl ve herhalde, kaza gününden başlayarak on yıl içinde zamanaşımına uğrar.” Denilmekte; aynı maddenin 2.fıkrasında ise “Dava, cezayı gerektiren bir fiilden doğar ve ceza kanunu bu fiil için daha uzun bir zaman aşımı süresi öngörmüş bulunursa, bu süre, maddi tazminat talepleri için de geçerlidir.” Hükmü yer almaktadır.
Diğer taraftan, 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 60.maddesinin 1 ve 2.fıkralarında:
“Zarar ve ziyan yahut manevi zarar namiyle nakdi bir meblağ tediyesine müteallik dava, mutazarrır olan tarafın zarara ve failine ittılaı tarihinden itibaren bir sene ve her halde zararı müstelzim fiilin vukuundan itibaren on sene mürurundan sonra istima olunmaz.
Şu kadar ki zarar ve ziyan davası, ceza kanunları mucibince müddeti daha uzun müruru zamana tabi cezayı müstelzim bir fiilden neşet etmiş olursa şahsi davaya da o müruru zaman tatbik olunur.” Hükmüne yer verilmiştir.
Görüldüğü üzere, 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 60. ve 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 109/2.maddesindeki düzenlemeler, zamanaşımı süresinin başlangıcı yönünden birbirine paraleldir. Aralarındaki tek fark, zamanaşımı süresinin trafik kazalarından doğan tazminat talepleri bakımından bir yıl yerine, iki yıl olarak öngörülmesidir.
2918 S.K.nun 109/2.maddesindeki düzenlemenin gözden kaçırılmaması gereken yönü, ceza kanununda öngörülen daha uzun zamanaşımı (uzamış zamanaşımı) süresinin tazminat talebiyle açılacak davalar için de geçerli olabilmesinin, sadece eylemin ceza kanununa göre suç sayılması koşuluna bağlanmış bulunmasıdır.
Eylemin ceza kanununda suç sayılmış olup olmadığı, kural olarak hukuk hakimince belirlenecektir. Söz konusu hüküm, ceza zamanaşımının uygulanabilmesi için, sadece eylemin aynı zamanda bir suç oluşturmasını yeterli görmekte; fail hakkında mahkumiyet kararıyla sonuçlanmış bir ceza davasının varlığı, hatta böyle bir ceza davasının açılması ya da zarar görenin o davada tazminat yönünden bir talepte bulunmuş olması koşulu aranmamaktadır.
Sonuçta; haksız eylemin suç oluşturması durumunda o suç için öngörülen ceza zamanaşımı süresi hukuk yargılamasında da uygulanacaktır.
Hemen burada, davalı hakkında ceza yargılaması sonunda verilen ceza mahkemesi kararı ve karara dayanak alınan yasal düzenlemeler değerlendirilmelidir.
Sakarya 2.Ağır Ceza Mahkemesinin 27.09.2006 gün ve 2005/368 esas, 2006/293 karar sayılı kararı ile; “dikkatsizlik ve tedbirsizlik sonucu ölüme ve birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmak” suçundan yapılan yargılama sonunda, “davalının 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 455/2 maddesi gereğince cezalandırılmasına ve müdahillerin özel hukuka ilişkin haklarının ayrı ayrı saklı tutulmasına” karar verilmiştir.
Karara dayanak alınan ve olay tarihinde yürürlükte olup, eldeki dava tarihinde mülga bulunan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 455.maddesinin 2.fıkrasında “..Eğer fiil birkaç kişinin ölümünü mucip olmuş veya bir kişinin ölümü ile beraber bir veya birkaç kişinin de mecruhiyetine sebebiyet vermiş ve bu yaralanma 456 ncı maddenin 2 nci fıkrasında beyan olunan derecede bulunmuş ise dört seneden on seneye kadar hapis ve 1.000 liradan aşağı olmamak üzere ağır para cezası ile mahkum olur.” Denilmekte; maddede öngörülen hürriyeti bağlayıcı cezanın üst sınırı “on yıl” olarak belirlenmektedir.
Yine, ceza yargılamasında dava zamanaşımına ilişkin 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 102.maddesinin 3.fıkrasında kamu davasının “Beş seneden ziyade ve yirmi seneden az ağır hapis veya beş seneden ziyade hapis yahud hidematı ammeden müebbeden mahrumiyet cezalarından birini müstelzim cürümlerde on sene” geçmekle ortadan kalkacağı hükme bağlanmıştır.
Eldeki tazminat davasının açıldığı 13.12.2006 tarihinde ve halen yürürlükte bulunan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Taksirle Öldürme başlıklı 85.maddesinin 2.fıkrasında da “Fiil, birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise, kişi iki yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” Şeklinde getirilen yasal düzenleme ile öngörülen hürriyeti bağlayıcı cezanın üst sınırı “onbeş yıl” olarak belirlenmiş; aynı kanunun dava zamanaşımına ilişkin 66.maddesinin 1.fıkrasının (d) bendinde “Beş yıldan fazla ve yirmi yıldan az hapis cezasını gerektiren suçlarda onbeş yıl,” ; aynı maddenin 4.fıkrasında da “Yukarıdaki fıkralarda yer alan sürelerin belirlenmesinde suçun kanunda yer alan cezasının yukarı sınırı göz önünde bulundurulur; seçimlik cezaları gerektiren suçlarda zamanaşımı bakımından hapis cezası esas alınır.” Düzenlemesine yer verilmiştir.
Açıklanan tüm yasal düzenlemeler göstermektedir ki; gerek haksız eylem tarihinde ve gerekse eldeki davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan ceza kanunları hükümlerine göre dava zamanaşımı süresinin belirlenmesinde, suç oluşturan haksız eylem için öngörülen, hürriyeti bağlayıcı cezanın üst sınırının esas alınması gerekmektedir.
Tüm açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde:
Davalı, 06.10.2001 tarihinde kullandığı araçla karıştığı kazada; motosiklet sürücüsü davacılar desteğinin önce yaralanmasına, daha sonra da bu yaralanma nedeniyle 25.10.2001 tarihinde ölmesine; diğer iki kişinin de birisi 5 gün, diğeri 2 ay 15 gün iş ve gücünden kalacak derecede yaralanmasına, 6/8 oranında kusurlu olmak üzere, neden olmuştur.
Davalının bu haksız eylemi, aynı zamanda suç teşkil etmektedir.
Haksız eylemin suç oluşturması durumunda o suç için öngörülen ceza zamanaşımı süresinin hukuk yargılamasında da uygulanacağı yukarıda açıklanan yasal düzenlemeler karşısında belirgindir.
Davalının suç oluşturan haksız eylemi nedeniyle, eylem tarihi itibariyle uygulama yeri bulunan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 455/2.maddesinde öngörülen hürriyeti bağlayıcı cezanın üst sınırı “on yıl” olup; bu eylem nedeniyle ceza zamanaşımı süresi de yine aynı Kanunun 102/3 maddesi gereğince “on yıl” olarak düzenlenmiştir.
Ayrıca, eldeki tazminat davasının açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ile de aynı eylem için cezanın üst sınırı onbeş yıl, dava zamanaşımı süresi de yine onbeş yıl olarak belirlenmiştir.
Şu durumda; 06.10.2001 tarihinde meydana gelen haksız eyleme dayanılarak 13.12.2006 tarihinde açılan tazminat davasının uzamış dava zamanaşımı süresi içinde açıldığı belirgindir.
Yerel Mahkemece, aynı hususlara işaret eden bozmaya uyularak, davanın; süresinde açıldığının kabulü ile işin esasının incelenip bir karar verilmesi gerekirken, önceki kararda direnilerek, zamanaşımı yönünden reddedilmiş olması usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
Diğer taraftan, dava tarihi 13.12.2006 olduğu halde, direnme kararında bu tarihin 14.11.2008 olarak gösterilmesi doğru bulunmamış ise de, mahallinde düzeltilebilir maddi hata niteliğinde olmakla ayrıca bozma nedeni yapılmamış; işaret olunmakla yetinilmiştir.
S O N U Ç : Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine 06.05.2009 gününde, oybirliği ile karar verildi.