YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2008/576
KARAR NO : 2008/555
KARAR TARİHİ : 24.09.2008
MAHKEMESİ : İzmir 7.Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 25.03.2008
NUMARASI : 2006/522 E-2008/87 K.
Taraflar arasındaki “tapu kaydındaki şerhin terkini“ davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir 7.Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 06.06.2005 gün ve 2004/398 E- 2005/200 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 14.Hukuk Dairesinin 22.06.2006 gün ve 2006/6495-7274 sayılı ilamı ile; (…Dava beyanlar sütununda yer alan miktar fazlası kaydının terkini istemine ilişkindir. Öncelikle beyanlar hanesine ilişkin yürürlükte bulunan mevzuat açısından inceleme yaptığımızda aşağıdaki düzenlemelerle karşılaşmaktayız.
“Beyanlar” başlıklı 4721 Sayılı Türk Medeni Kanununun 1012.madde hükmü “Bir taşınmazın eklentileri, malikin istemi üzerine kütükteki beyanlar sütununa yazılır. Bu kaydın terkini, kütükte hak sahibi görünen bütün ilgililerin rızasına bağlıdır. Taşınmaz mülkiyetine ilişkin kamu hukuku kısıtlamalarının beyanlar sütununa yazılması ve bu sütuna yazılabilecek diğer hususlar tüzükle belirlenir. Özel kanun hükümleri saklıdır” şeklindedir. Yasanın sözü edilen bu hükmü uyarınca genellikle tapu kütüğüne yazılarak alenileştirilmesinde fayda umulan hukuki ilişki ve fiili durum şeklinde tarif edilen her beyanın tapu kütüğünün beyanlar hanesinde gösterebilme olanağı yoktur. Başka bir anlatımla, tapu kütüğünün beyanlar hanesine “beyanda” bulunulabilmesi için ya Medeni Kanunda bir hüküm olması veya özel kanunlarda bu konuda bir hükme yer verilmesi, yahut Tapu Sicil Tüzüğünde bir düzenleme yapılmış olması gerekir.
Türk Medeni Kanunun 1012.maddesine göre, bir taşınmazın eklentilerinin malikin istemi üzerine kütükteki beyanlar sütununa yazılması mümkündür. Önceki Medeni Kanundaki teferruat deyiminin karşılığı olarak yeni Medeni Kanunda kullanılan eklentiden maksat; asıl şey malikinin anlaşılabilen arzusuna veya yerel adetlere göre işletilmesi, korunması veya yarar sağlaması için asıl şeye sürekli olarak özgülenen ve kullanımda birleştirme, takma veya başka bir biçimde asıl şeye bağlı kılınan taşınır maldır. (Medeni Kanunun m.856) Türk Medeni Kanunu uyarınca beyanlar sütununda gösterilebilecek diğer haklar ise, yasanın 748. maddesinde sözü edilen geçit haklarından sürekli olanlar, 755 maddedeki toprağın iyileştirilmesi işlemi yapılmak üzere taşınmaz maliklerinin alacakları kararlar, 710.maddedeki yetkili makamlarca belirlenmiş taşınmazın beyanları bölgesinde kaldığına dair beyanlardır.
Tapu Sicil Tüzüğünün 60.maddesi hükmünce kütüğün beyanlar sütununa ancak mevzuatın yazılmasını öngördüğü hususlar yazılabilir. Az yukarıdaki bölümlerde gerek Türk Medeni Kanunun ve gerekse özel kanunların beyanlar sütununa nelerin yazılıma cevaz verdiğinden söz edilmiştir. Tapu Sicil Tüzüğünün 61. maddesi uyarınca teferruatın mülkiyet hakkı sahibinin yazılı talebi üzerine beyanlar sütununda belirtilmesi olanaklıdır. Tüzüğün 62.maddesi Türk Medeni Kanununun taşınmaz mal sicilleri ile ilgili hükümlerine göre kurulmaları artık mümkün olmayan ayni hakların, 63.madde medeni hakların kısıtlanmasına ilişkin mahkeme kararlarının, 64.madde ise, işçi ve yüklenicinin işe başlama tarihi, inşaat ile ilgili sözleşmenin kütüğün beyanlar sütununda gösterilmesine olanak sağlamaktadır.
Medeni Kanunda sözü edilen özel yasa hükümleri ve Tapu Sicil Tüzüğünün 60.maddesindeki düzenlemeden anlaşılan mevzuat hükümleri incelendiğinde, beyanlar sütununda nelerin yer alacağı aşağıdaki şekilde saptanmıştır.
3402 Sayılı Kadastro Kanununun 13/c maddesi uyarınca, taşınmazın tahdit ve tespiti yapılırken malikin ölü olduğu anlaşılır ve mirasçıları belirlenemezse, malik adına tespit yapılır ve malikin ölü olduğu beyanlar sütununda belirtilir. Yine aynı yasanın 19/II.Maddesine göre, taşınmaz mal üzerinde paydaşlardan birisine veya üçüncü kişiye ait muhtesat var ise bu hususta beyanlar sütununa yazılır. 41.madde uyarınca yapılan düzeltmelerde beyanlar sütununda gösterilecek bir diğer husustur.
21 Mart 1995 tarihli Tapulama ve Kadastro Paftalarının Yenileme Yönetmeliğin 11.maddesine göre yenilemeye tabi olacak taşınmazların beyanlar sütununa yenilemeye tabi olduğu yazılır. Yenileme işlemleri yapıldıktan sonra askı ilanı süresinde kadastro mahkemesine dava açıldığında da beyanlar sütununa yenileme sebebiyle davalı olduğu belirtilir.
3194 sayılı İmar Kanununun 11.maddesi uyarınca umumi hizmetlere ayrılan, 18.maddesine göre imar düzenlemesine alınan, imar planına göre tescile tabi olan, imar sebebiyle sayfası kapatılan ve malik hanesi açık olan taşınmazların anılan nitelikleri beyanlar hanesinde gösterilir. Oluşan imar parselleri üzerine kadastro parselinde bulunana beyanlarda aktarılır. Yine imar sırasında uygulanan kat mülkiyeti ve imar parseli üzerindeki binaların sahipleri ve parsel üzerindeki geçici yapılarda beyanlarda yer alır.
3083 sayılı Kanun 13.maddesindeki sulama alanlarında kalan taşınmazlar ve bu kanunun uygulanmasına ilişkin yönetmeliğin 24.maddesi uyarınca toplulaştırmaya alınan taşınmazlar beyanlar hanesinde belirtilir.
2981 sayılı İmar Affı Kanununa göre de, tapu tahsisi belgeleri, bu belgelerin iptaller ve kat irtifakı, kat mülkiyeti belirlemesi beyanlar sütununa yapılır.
634 Sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu uyarınca, her bağımsız bölüme ait eklentiler, arsa paylan, yönetim planı veya yönetim planında sonradan yapılan değişiklikler ve Kat Mülkiyeti Kanunun 41.maddesi gereğince yapılan işlemler, devremülk esasına tabi taşınmazlarda devremülk hakkı, harap olan bağımsız bölüm beyanlar hanesinde işaret edilir.
2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu kapsamında kamulaştırma kararı ve bunların terkini (m.7) beyanlara yazılır.
2924 Sayılı Orman Köylüsünün Desteklenmesine dair Kanunun 7.maddesine göre orman sınırı dışına çıkartılıp mülkiyeti kişilere devir edilen arazilerdeki mülkiyet takyitleri ve bu kabil bir araziyi zilyed olarak tasarruf edenlerin adlan beyanlar hanesinde gösterilir.
2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun değişik 7. maddesine göre korunması gerekli kültür varlığı olarak belirlenen taşınmazların bu niteliği beyanlarda yer alır.
3621 Sayılı Kıyı Kanununun 10 ve 12.maddesinde öngörülen kıyı şeridinde kalan parsel ve yapılar yapılan yapıların durumu beyanlar sütununa yazılır.
3226 sayılı Finansal Kiralama Kanunun 8.maddesine göre Finansal Kiralama sözleşmesine konu taşınmaz mala ilişkin sözleşmeler beyanlar sütununda gösterilir.
6326 sayılı Petrol Kanununun 37.maddesine göre tasfiyehane ve boru hatlarına ilişkin belirlemeler, 3303 sayılı Kanuna göre de taşkömürü sahalarında maliklere getirilen kısıtlamalar beyanlarda yer alır.
1163 Sayılı Kooperatifler Kanununun 15.maddesi uyarınca bir taşınmaza bağlı kooperatif ortaklığının cuz’i haleflere intikal edeceği hususunda beyanlar hanesine yazılır.
Tapu Sicil Tüzüğünün 8, 26, 36, 77, 85 ve 104 maddeleri uyarınca yapılan işlemlerinde beyanlar hanesinde gösterilmesi olanağı vardır.
Ticaret Sicili Tüzüğüne göre ticari işletme rehninin de beyanlara yazılma olanağı vardır.
Açıklanan yasal düzenlemeler dışında yasal düzenlemelerdeki belirsizlikler nedeniyle Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü genelgeleri ile açıklayıcı nitelikteki, bina yapılamaz beyanı, yıkım kararları, uygulanamayan mahkeme ilamları, orman içi binalar, da beyanlar sütununa işaretlenebilir.
Birbirinden farklı konularda beyanlar sütununa yapılan kayıtların bazıları, üçüncü kişilerin iyiniyetini bertarafa yararken, bazıları ilgilisi yararına karine yaratır, bazıları ise taşınmaza bağlı bir ayni hakkı yada şahsi hakkı açıklarken bazı beyanlarda kamu hukukundan kaynaklanan kısıtlamaları açıklar. Bir diğer anlatımla, beyanın niteliğine göre beyana bağlanan sonuç değişmektedir (Oğuzman-Seliçi, Eşya Hukuku, İstanbul 2004, s.204).
Gerek metni yukarda yazılan Türk Medeni Kanunun 1012. ve gerekse Tapu Sicil Tüzüğünün 60.maddelerinden görülmektedir ki, mevzuatın yazılmasına izin vermediği bir belirtmenin kütüğün beyanlar sütununda gösterilebilme olanağı yoktur. Bu genel açıklamalardan sonra somut olaya dönüldüğünde;
Davacı, 51 parsel sayılı taşınmaz üzerinde “944 metrekare fazlalık Hazine’ye aittir” şerhi bulunduğunu, 944 metrekarelik yerin bedelini ödemeye hazır olduklarını ileri sürerek şerhin terkinini istemiştir.
Mahkemece, davacının taşınmazı şerhle yükümlü olarak aldığını sonradan terkinini isteyemeyeceği davanın reddine karar verilmiştir. Hükmü, davacı temyiz etmiştir.
Davacı, miktar fazlası Hazineye aittir kaydının beyanlar sütunundan terkinini istemektedir. Yukarıda açıklanan yasal düzenlemelerin hiç birisinde miktar fazlasının Hazineye ait olduğuna ilişkin kaydın beyanlar hanesinde gösterilmesi gerektiğine ilişkin açıklama yer almamaktadır. Somut olayda da, dava konusu taşınmazın geldiği 13 parsel sayılı taşınmaz, 2613 sayılı, yasa uyarınca yapılan kadastro çalışmaları sonucu 06.01.1955 tarihinde 13819 metrekare miktarında tarla olarak tescil edilmiştir. Dayanağı ise 07.01.1934 tarihli iskanen oluşmuş 13 donum miktarında tarla niteliğindeki 97 numaralı tapudur. Taşınmazın öncesinde Hazinenin hüküm ve tasarrufunda olan yerlerden bulunduğu, İskan Müdürlüğünce dağıtıma tabi tutulduğu ve ilk tapunun bu dağıtım uyarınca oluştuğu anlaşılmaktadır.
Dayanak 13 numaralı tapuda, bu tapunun verilmesine ilişkin iskan müdüriyetinin kararında ilerde fazla çıkarsa Hazineye aittir. Kaydı bulunmasına rağmen kadastro ile oluşan tapuda miktarf fazlasına ilişkin herhangi bir kayıt yoktur. Miktar fazlası şerhi kadastro tespitinden sonra 30.12.1955 tarihinde konulmuştur. Yukarıda değinilen ilkelerde gözetildiğinde, yasal düzenlemeler kapsamında kalmayan ve tespit sırasında nazara alınmayarak tapuya sonradan işlenen şerhin terkini gerekirken aksine bazı düşüncelerle davanın reddi doğru değildir…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN : Davacı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, 1128 ada, 9 Parsel ve 1129 ada, 9 Parsel sayılı taşınmazların beyanlar hanesinde bulunan “Hazine fazlalığı vardır” şerhinin terkini istemine ilişkindir.
Davacı, sözü edilen şerhin bir hukuki kıymetinin kalmamasına rağmen mülkiyet haklarını kısıtladığını ileri sürerek, kaldırılmasını talep ve dava etmiştir.
Davalı Hazine, davada hak düşürücü sürenin dolduğunu ileri sürerek davanın reddi gerektiğini cevaben bildirmiştir.
Mahkemece hak düşürücü sürenin dolduğu gerekçesi ile davanın reddine ilişkin olarak kurulan hüküm, Özel Dairece yukarıda açıklanan nedenlerle bozulmuştur.
Dava konusu taşınmazların, 7.1.1934 tarih ve 97 nolu tapu senedine istinaden 26.8.1949 tarihinde tapu malikleri adına tahdit ve tespitinin yapıldığı, kesinleşmesini müteakip, 4.1.1955 tarihinde 101 ada 13 parsel olarak tapuya tescil edildiği, taşınmaza uygulanan ve 1771 sayılı Mübadele ve Tefiz İşlerinin Kati Tasfiyesi İntacı Hakkında Kanun ve 2510 sayılı İskan Kanunlarına göre oluşturulduğu anlaşılan tapu kaydında ileride fazlalık çıkarsa Hazinenindir” şerhinin bulunduğu, bu kayda istinaden yapılan kadastro tutanağının mülkiyet tablosu bölümünde “fazlası hazineye aittir 680 m2” şeklinde şerh düşüldüğü ve bu durumun 30.12.1955 tarihinde 1727 sayılı yazı ile Defterdarlık Makamına bildirildiği anlaşılmaktadır.
101 ada, 13 parsel, imar uygulaması sonucu 1128 ada, 9 parsel ile 1129 ada, 1-2-3-4-5 ve 8 parsel sayılı taşınmazlara ifraz edilmiş ve mezkur şerh bu taşınmazların tapu kütüklerinin beyanlar hanesine aynen aktarılmıştır. Davacı bu taşınmazların tümünü 24.7.1992 tarihinde satın alarak iktisap etmiş, ardından 1129 ada, 1-2-3-4-5 ve 8 parsel sayılı taşınmazlar tevhit edilerek 1129 ada, 9 parsel sayılı taşınmaz oluşturmuş, aynı şekilde miktar fazlalığı şerhi yeni oluşan parsele aktarılmıştır.
Yerel Mahkeme ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlık; “Hazine fazlalığı şerhinin” yasal dayanağının bulunup bulunmadığı ve on yıllık hak düşürücü sürenin uygulanmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
3402 sayılı Kadastro Kanununun 12.maddesinin 3.fıkrasında öngörülen on yıllık sürenin hak düşürücü süre olduğu konusunda, uygulama ile öğreti arasında tam bir fikir birliği bulunmaktadır. Hak düşürücü süre, doğrudan doğruya hakim tarafından kendiliğinden göz önünde tutulması gereken, davada “itiraz” olarak başvurulması zorunlu olan ve zamanaşımı gibi “kesme” ve “durma” hükümlerine bağlı olmayan, uyulmama halinde “hakkın” kaybına yol açan, yani, hakkın özünü ortadan kaldıran süredir. Anılan maddede öngörülen süre ile, tapu sicilinin kararlılık kazanması, sicillerin bozulmaması, belli bir süre geçtikten sonra yargı organlarınca bu sicillerin tartışma konusu yapılmaması amaçlanmıştır (Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun 2.4.2004 tarih, 2003/1 E, 2004/1 sayılı kararının gerekçesinden).
3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12.maddesinin, 3.fıkrası ile ilgili hükümet gerekçesi de “…Kadastro işlemlerinin eski olaylara dayanılarak süresiz olarak askıda bırakılmasının kamu düzenini ters yönde etkileyeceği ve kamu zararı doğuracağı gerçeğinden hareketle kadastro tutanaklarının kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanılarak dava açılamayacağı…” şeklindeki bir açıklamayı içermekte; bu gerekçe ile de, 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12.maddesinin 3.fıkrasında öngörülen on yıllık sürenin, hak düşürücü süre olduğu vurgulanmaktadır. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 6.2.2008 gün ve 2008/3-60-94 sayılı ilamı; 10.7.2008 gün ve 2008/3-498-497 sayılı ilamı).
Öte yandan 2510 sayılı İskan Kanunu’nun 24.6.1947 gün ve 5098 sayılı kanun ile değişik 30.maddesi “Hükümetçe iskan edilenlere borçlu ve borçsuz olarak iskan yoluyla verilen gayrimenkuller on yıl süreyle hiçbir suretle satılamaz; bağışlanamaz, terhin edilemez, haciz olunamaz. Tapularına o yolda kayıt düşülür.” hükmünü amirdir.
Kadastro yada tapulama ile oluşturulmuş tapu sicillerine karşı açılacak davalarda hakkın türünü, 766 ve 2613 sayılı Kanunlar ile 3402 sayılı Kanun hükümleri sınırlandırmış değildir. Genel bir tanımlama ile “Tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanılarak itiraz olunamayacağını ve dava açılamayacağını” öngörmüş ve sicile geçmiş olan hakkın türü ne olursa olsun on yıl geçtikten sonra dava açılmasına anılan kanunlar izin vermemiştir.
“Beyanlar hanesi”nin “sicil”in kapsamında ve onun bir parçası bulunduğu ve yazılı şerhin “hukuksal bir durum”, Hazineye tanınan bir “Hak” olduğu tartışmasızdır.(MK.nun 919, 920, 921. maddeleri).
Bilinmektedir ki; 2613 sayılı Kadastro Yasasında on yıllık hak düşürücü süre öngörülmediği için 3402 sayılı Kadastro Kanununun 4/3.maddesi 9.10.1987 tarihinden itibaren bir yıl içerisinde 2613 sayılı Kanuna göre kadastrosu yapılmış taşınmazlar hakkında “dava açabilme hakkını” tanımıştır.
Temyize konu bu dava bir yıllık hak düşürücü süre de geçtikten sonra 2.9.2003 günü açılmıştır.
“Hak düşürücü süre” kamu düzeni ile ilgilidir. Davanın “görülebilirlik koşulu”dur. Hakim doğrudan bu yönü göz önünde tutmak zorundadır. Hak düşürücü süre geçtikten sonra açılan davanın esasını hakim inceleyemez.
Davacı, davasında haklı da olsa, tasfiye amacı güden 3402 sayılı Kanun artık bu hakkın özünü silip ortadan kaldırmış, uyuşmazlıkların sonsuza değin sürmesini engellemiş, kişilerle Hazine arasında ve toplum içinde kavgasız bir ortamı sağlamak uğruna hakkı feda etmiştir. (Nusret Ozanalp, Tapulama Kanunu Şerhi, sahife: 240)
Dolayısıyla kadastro tutanağının kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçmekle kadastro tutanağı ve dolayısıyla tapu kütüğü mevcut şekli ile kesinleşeceğinden ve artık kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanılarak itiraz ve dava açma hakkı ortadan kalkacağından, bu gibi nedenlere dayalı olarak şerhin terkininin istenebilmesi olanaklı değildir.
Kadastro tutanağı 4.1.1955 tarihinde kesinleşmiş ve aradan on yıldan çok daha uzun biri süre geçmekle tutanak kesinleşmiştir.
TMK.m.841/1,f gereğince; “Aksine hüküm yoksa kamu hukukuna ilişkin taşınmaz yükünün tapu kütüğüne tescili gerekli değildir.” Aynı kanunun 849/1.maddesindeki; “taşınmaz maliki değişirse yeni malik başka bir işleme gerek bulunmaksızın taşınmaz yükünün yükümlüsü olur.” hükümleri gereğince önceki tapu kaydında bulunan “miktar fazlası Hazinenindir” şerhi yeni malik yönünden de bağlayıcı olur. Kanundan doğan bu taşınmaz yükümlülüğü karşısında TMK.m.1023’de açıklanan tapu kütüğüne güven prensibinden söz edilemez.
14.6.1934 tarih ve 2510 sayılı İskan Kanununun 23.maddesine göre; “Bu kanun hükümlerine göre muhacirlere, mültecilere, göçebelere, naklolunanlara ve yerlilere dağıtılan yapı ve toprakların temlikine vali ve kaymakamlar salahiyetlidir. Dağıtış defter ve kararlarının altı vali veya kaymakamlarca tasdik edilmesi temliktir. Tasdikli defterlerdeki veya kararlardaki miktarlar muteberdir. Benzer bir hüküm, 19 Mart 1931 tarih ve 1771 sayılı Mübadele ve Teffiz İşlerinin Kati Tasfiyesi ve İntacı Hakkındaki Kanun’un 11. ve 18.maddelerinde de bulunmaktadır.
Hal böyle olunca mezkur kanunlar uyarınca verilen tapuların miktarları ile geçerli olacağı ve üzerindeki “miktar fazlalıkları Hazineye aittir” şerhinin 4.1.1955 yılında yapılan kadastro tespiti ile önceki kayıtlara dayalı olarak kadastro tutanağına işlendiği ve 10 yıllık hak düşürücü sürenin fazlası ile geçtiğinin anlaşılmasına göre, artık kayıtlarda mevcut olan bu şerhe itiraz imkanı kalmadığı ve dolayısıyla şerhin geçerli olacağı kuşkusuzdur.
Burada üzerinde durulması gereken bir diğer husus ise 3402 sayılı Kadastro Kanununun 20/D maddesidir. Bu maddeye göre, “Hazinece, özel kanunları hükümlerine göre değişmez ve genişlemeye müsait olmayan sınırlarla miktar üzerinden satılan, tefviz veya tahsis veya parasız dağıtılan taşınmaz mallarda çıkan fazlalık, taşınmaz malla birlikte satış, tefviz, tahsis ve dağıtım tarihinden itibaren 10 yıl geçmiş ise miktarına bakılmaksızın kayıt sahibi adına tespit edilir”.
Bu maddenin uygulanabilmesi için;
-Tapu kaydının özel kanunlara göre (Örneğin İskan Kanunu, Zeytinciliğin Islahı Hakkında Kanun gibi) satılan, İhale edilen, tahsis edilen veya parasız dağıtılan bir taşınmaz olması,
-Taşınmazın değişmez ve genişlemeye müsait olmayan yani sabit sınırlara sahip olması,
-Satım, İhale, tahsis veya parasız dağıtma tarihinden itibaren kadastro tespitine kadar 10 yıldan uzun bir süre kullanmış olması gerekir.
Dava konusu taşınmazın 1771 sayılı Kanuna göre parasız olarak dağıtılan bir taşınmaz olduğu, dağıtım tarihi olan 7.1.1934 tarihinden itibaren kadastro tespit tarihine kadar 10 yıldan uzun bir süre geçtiği hususları tartışmasızdır.
3402 sayılı Kadastro Kanununun Hazine adına kayıtlı taşınmaz mallarda iktisap kenar başlıklı 46. maddesinde; “Kadastrosu yapılacak veya daha önce tapulama veya kadastrosu tamamlanmış bulunan yerlerde, 766 sayılı Kanunun 37 nci maddesi veya 4753 sayılı Kanun ile ek ve tadilleri uyarınca Hazine adına kaydedilen taşınmaz mallar bu Kanun hükümlerine göre doğan iktisap şartlarına istinaden zilyetleri adına tespit ve tescil olunur.
Hazine adına tescil edilmiş taşınmaz mallardan iskan suretiyle veya toprak tevzii suretiyle verilen yerler (işlemleri tamamlanmamış olsa dahi) başka bir şart aranmaksızın, hak sahipleri adına tespit ve tescil olunur. Bu şekilde hak sahipleri adına tespit ve tescil işlemleri gerçekleşinceye kadarki süre içinde evvelce tahakkuk ettirilenler de dahil olmak üzere ecrimisil alınmaz.
Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte, Hazinenin mülkiyetinden çıkmış bulunan veya amme hizmetine tahsis edilen taşınmaz mallar hakkında bu madde uygulanmaz.
İlgililerin, daha önce kadastrosu yapılan yerlerde bu maddeye dayanan talep ve dava hakkı, bu Kanunun yürürlüğe girmesi tarihinden itibaren 2 yıl geçmekle düşer.” hükmünü taşımaktadır.
Yargıtay uygulamasında 1972 yılında kabul edilen 1617 sayılı Toprak ve Tarım Reformu Öntedbirler Kanununun (T.T.R.Ö.K.) yürürlüğe girdiği tarihe kadar, emvali metruke kanunları gereğince devlete kalan tapusuz taşınmazlara usulüne göre el konulmadıkça, olağanüstü zamanaşımı ile kazanılabileceğini kabul ediyordu.
1617 sayılı T.T.R.Ö.K. yürürlüğe girmesinden sonra, kanun maddesiyle ve geç¬mişe etkili olarak Mülga 766 sayılı Kanunun 1617 sayılı Kanunla değişik 33/son maddesi (3402 sayılı Kadastro Kanununun 13/2 maddesi) gereğince kanunlar uyarınca Devlete kalan taşınmazlar tapuda kayıtlı olsun olmasın ka¬zandırıcı zamanaşımı yoluyla iktisap olunamayacağı kabul edilmekteydi.
Ancak taşınmaz, kanunlar gereği Devlete kalan taşınmaz olmakla birlikte, 2510 sayılı veya diğer İskan Kanunlarına göre bir başkasına devir ve temlik edilmişse, mülkiyet tahsis edilmiş kimseye geçeceğinden, bundan devir almak veya sair yollardan iktisabı mümkün hale gelir. Bu durumda, öncesinin firari ve mütegayyip kişilerden kaldığı ileri sürülerek, iktisap edilemeyeceği ileri sürülemez. Mülga Tapulama Kanununun 33/son (3402 sayılı Kadastro Kanununun 18/2) de yazılı yasaklayıcı hükmün, bu Kanununun yürürlüğe girmesinden önce tamamlanmış hukuki işlemler sonucu, Ha¬zine ile ilgisi kalmamış taşınmaz mallar hakkında uygulama yeri yoktur.
Ancak, taşınmazın firari ve yitik bir kişiden değil de, bu nitelikte bulunmayan kişilerden kaldığını ispatlarsa, taşınmazı zamanaşımı yoluyla iktisap edebilir. Bu da iki yolla olur. Ya firari ve yitik denilen kişinin firari ve yitik olmadığı, idare mahkemesinde açılacak bir dava ile ispatlanır, ya da bu taşınmazın anılan firari kimseye ait olmayıp, bir Türk’e ait olduğu genel mahkemede ispatlanır.
Burada kimlerin kaçak ve yitik kişi olduğunun tespiti önem kazanır. Bunlar özellikle Türk vatandaşı olan Ermenilerdir. Bu itibarla Rusların terk ettiği yerler ve Bulgarlardan kalan taşınmazlar emvali metruke sayılmazlar ve bu kanun kapsamına girmezler. (Halil Kılıç Gayrimenkul Davaları 3.Baskı 2006, Cilt 2, Sayfa 3197 vd.)
Öte yandan davacılar iskan kanunları uyarınca zorunlu olarak iskana tabi tutulan kişilerden de değillerdir. Hal böyle olunca bu taşınmazın zilyetlikle iktisap edinilmesinde yasal bir engel bulunmamaktadır. Ne var ki, dava konusu taşınmazın ilk tesis kaydı olan 7.3.1934 tarih ve 97 numaralı ve 13 dönüm miktarındaki tapu kaydındaki sınırlar; doğuda Emine, Batıda Mümin, Kuzeyde Kesik, Güneyde Yunus okumaktadır. Bilindiği üzere kesik sınırı kural olarak değişmeye ve genişletmeye elverişli bir sınır olarak kabul edilir. Ancak bu sınırın arazinin yapısına göre sabit sınırlı olduğu ispatlanabilir. Bu durumda davacı yararına 3402 sayılı Kadastro Kanununun 14 ve 17.maddelerinde açıklanan zilyetlikle iktisap koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediğinin araştırılmasında zorunluluk bulunmaktadır.Dava konusu taşınmazın iktisaba elverişli yerlerden olmadığının anlaşılması durumunda dahi, davacıların 4070 sayılı Yasanın 4707 sayılı Yasa ile değişik 6/2.maddesiyle tanıdığı haklarının bulunduğu da kuşkusuzdur.
Hal böyle olunca; yerel mahkemece davacı yararına 3402 sayılı Kadastro Kanununun 14 ve 17.maddelerinde açıklanan zilyetlikle iktisap koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediğinin araştırılması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken davanın reddine karar verilmesi hatalıdır. Direnme kararının bu nedenlerle bozulması gerekir.
S O N U Ç : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle H.U.M.K.nun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 24.09.2008 gününde oyçokluğu ile karar verildi.