YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2008/520
KARAR NO : 2008/571
KARAR TARİHİ : 24.09.2008
MAHKEMESİ : İstanbul 2. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 06/11/2007
NUMARASI : 2007/275-2007/205
Taraflar arasındaki “ manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul 2.Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 30.12.2004 gün ve 2003/903E-2004/680K sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4.Hukuk Dairesinin 01.12.2006 gün ve 2005/13934E-2006/13281K sayılı ilamı ile; (…Davacı, Haber Türk Gazetesinin 17.04.2003 günlü sayısında: “A..ile flört eden ..Partili kim” başlıklı haberde; toplum içinde ırk, din ve sınıf ayrımcılığı yaratacak şekilde ve davacıya karşı toplumda düşmanca bir ortam hazırlamayı amaçlayan ifadeler kullanılması nedeniyle kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu ileri sürerek manevi tazminat isteminde bulunmuştur.
Mahkemece, “…bir kişinin kürt olması ve kendisine kürt iş adamı veya kürt denilmesi kişilik haklarına saldırı sayılmamalıdır. Köşe yazısında isim kullanılmamıştır. Başbakanın danışmanı denilmiştir. Normal bir vatandaştan, amaçlanan kişinin davacı olduğunu bilmesi beklenemez. Matufiyet unsuru belirgin değildir…” gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.
Basın özgürlüğü, Anayasa’nın 28.maddesi ile 5187 sayılı Basın Yasası’nın 1. ve 3.maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerde basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin amacı; toplumun sağlıklı, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesini gerçekleştirmektir. Bu durum da halkın dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayına ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma ve yönlendirmede yetkili ve aynı zamanda sorumludur. Basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır. Bunun içindir ki, bu tür davaların çözüme kavuşturulmasında ayrı ölçütlerin koşul olarak aranması, genel durumlardaki hukuka aykırılık teşkil eden eylemlerin değerlendirilmesinden farklı bir yöntemin izlenmesi gerekmektedir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir.
Ne var ki basın özgürlüğü sınırsız olmayıp, yayınlarında Anayasanın Temel Hak ve Özgürlükler bölümü ile Türk Medeni Kanunu’nun 24 ve 25.maddesinde yer alan ve yine özel yasalarla güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunulmaması da yasal ve hukuki bir zorunluluktur.
Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haber verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.
Davaya konu yayında ” A..ile flört eden .. Partili kim” başlığı altında: “… tarih 28 Mart 1994 İstanbul Aksaray’da ota galerisi yeleklerinin üzerinde polis yazan 8 kişi tarafından basıldı. Galari sahibi ve 32 yasındaki yeğeni kakorala gitmemiz gerekiyor diye alınıp götürüldü. Galeri sahibi daha önce de uyuşturucu kaçırdığı, ……ya parasal yardım ettiği iddialarıyla gözaltına alınmıştı. Bu nedenle karakola götürülmesini hiç yadırgamadı. Ertesi gün tem otoyolunda şakağına sıkılan tek kurşunla öldürülen galeri sahibi ile yeğeninin cesedi bulundu. O günler, ……ya yardım eden Kürt işadamlarının öldürüldüğü günlerdi… Aradan yıllar geçti. Öldürülen kürt iş adamının bir başka yeğeni bugün Başbakan T. E.’ın danışmanı, öyle sıradan bir danışman değil ama 10 Aralık 2002 tarihinde, Beyazsaray’da ABD Başkanı Bush ile ….Genel Başkanı R.T. E.’ın yaptığı toplantıya katılan bir kaç isimden biri. Babası milletvekili, babası bir dönem insan hakları meseleleriyle çok yakından ilgili idi; dernek başkanıydı, fırsat buldukça İstanbul-Ankara belediyelerinin köprü, yol ihalelerini alınırdı. Ailece S-300 mercedese biniyorlar. Danışmanın üniversite mezunu bile söyleniyor…” şeklinde açıklama yaptıktan sonra, yazının sonuç bölümününde: “…Uzatmayalım, Başbakan Erdoğan’ın tüm danışmanlarının kürt olmaları tesadüf mü? Öyle kabul edelim! Peki hepsinin bir şekilde ABD ile yakın temas içinde olmalarını nasıl açıklayacağız? Bilmem. Ama bildiğim şudur: Türkiye, içindeki düşmanını yanlış yerlerde arıyor; biraz kafasını kaldırıp yukarıya bakması gerekiryor.” biçiminde haber yapılmıştır.
Dava konusu edilen yayında, Başbakan’ın dört danışmanı hakkında ayrıntı içeren özgeçmiş bilgilerine ve buna bağlı olarak yazarın kişisel değerlendirmelerine yer verilmiştir. Davacının Başbakan’ın danışmanı olduğu gözetildiğinde sıfatının gereği olarak kamu oyunun bilgisi dahilinde olduğunun kabulü gerekir. Diğer yandan, her ne kadar isim verilmemiş ise de her bir danışmanın öz geçmişine ilişkin bilgilerden yayında sözü edilenlerden birisinin de davacı olduğu anlaşılmaktadır. Şu haliyle yayının bir bölümünün davacıya yönelik olduğu ve bu anlamda matufiyet olgusunun gerçekleştiği kabul edilmelidir. Açıklanan nedenle mahkemenin bu konudaki gerekçesi ve kabulü yerinde görülmemiştir. Yayının içeriğinde ise, davacının etnik köküni ile ilgili bilgiler ve özel yaşamı konusunda da değerlendirilmeler yapılmıştır. Aynı şekilde bu yönlerin davacının danışman olarak seçiminde de etken olduğu açıkca ve özellikle vurgulanmıştır. Bunlara bağlı olarak da davacı bir düşman gibi tanımlanmış ve kamu oyunun husumetine mağruz bırakılmıştır. Şu durumda hukuka aykırılık unsuru olmuştur. Bu nedenle mahkemece uygun bir miktar manavi tazminata hükmedilmek üzere kararın bozulması gerekmiştir..) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davacı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, yayın yoluyla kişilik haklarına saldırı nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir.
Davacı A.İ.A.vekili 13.06.2003 harç tarihli dava dilekçesinde ve yargılama aşamasındaki beyanlarında: …. Gazetesi’nin 17.04.2003 tarihli nüshasındaki, “D. A. ile flört eden …Partili kim” başlıklı haberde;
“Bir; Öldürülen Kürt işadamının bir başka yeğeni bugün Başbakan R.T.E.’ın danışmanı.Öyle sıradan bir danışman değil ama; 10 Aralık 2002 tarihinde, Beyaz Saray’da ABD Başkanı Bush ile ….. Genel Başkanı R.T.E.ın yaptığı toplantıya katılan birkaç isimden biri.Babası milletvekili. Babası bir dönem insan hakları meseleleriyle çok yakından ilgiliydi; dernek başkanıydı; fırsat buldukça İstanbul, Ankara belediyelerinin köprü, yol ihalelerini alırdı. Ailece S-300 Mercedese biniyorlar.
Danışmanın üniversite mezunu bile olmadığı söyleniyor.” Şeklinde açıklama yapıldıktan sonra yazının sonuç bölümünde; “uzatmayalım, Başbakan E..ın tüm danışmanlarının Kürt olmaları tesadüf mü? Türkiye içindeki düşmanları yanlış yerde arıyor, kafasını kaldırıp yukarıya bakması gerekir.” biçiminde ifadeler kullanarak kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu. Bu nedenle 10.000.00 YTL. manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini ve hükmün anılan gazetede yayınlanmasını talep ve dava etmiştir.
Davalılar M.U.G. ve Y. M.vekili 12.12.2003 tarihli cevap dilekçesinde; Yapılan yayında her hangi bir isim zikredilmediğini, haberin gerçek olduğunu, davacının kişilik haklarına saldırı yapılmadığını, olayda haksız fiilin unsurlarının bulunmadığını, davanın reddine karar verilmesini cevaben bildirmiştir.
Yerel mahkemece; verilen haberde kişilik hakkına saldırı amacı olmadığı, bir kişinin “kürt” olması ve kendisine kürt işadamı veya kürt denilmesinin kişilik haklarına saldırı sayılmayacağı, yazıda isim kullanılmadığı, başbakanın danışmanı denildiği, normal bir vatandaştan amaçlanan kişinin davacı olduğunu bilmesinin beklenemeyeceği, bu nedenle “matufiyet” unsurunun belirgin olmadığı siyasi nitelikte hazırlanmış ve kişiden ziyade idareye yönelik tespit niteliğinde köşe yazısının manevi tazminatı gerektiren koşulları oluşmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Daire, yukarıda açıklanan nedenlerle kararı bozmuştur.
Mahkemenin önceki kararda direnmeye ilişkin kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Uyuşmazlığın niteliği gözetilerek, öncelikle, basın özgürlüğü kavramına ilişkin şu açıklama ve saptamaların yapılmasında yarar bulunmaktadır:
Anayasa’nın 28.maddesi ile 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 1. ve 3. maddeleri, basın özgürlüğünü düzenlemiş ve bunun sınırlarını göstermiştir.
5187 sayılı Kanunun 3. maddesinde;“Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.
Basın özgürlüğünün kullanılması ancak demokratik bir toplumun gereklerine uygun olarak; başkalarının şöhret ve haklarının, toplum sağlığının ve ahlâkının, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği ve toprak bütünlüğünün korunması, Devlet sırlarının açıklanmasının veya suç işlenmesinin önlenmesi, yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması amacıyla sınırlanabilir.’’
Hükmü yer almaktadır.
Bu hükümden de anlaşılacağı üzere; basın özgürlüğü, kişinin dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren olay ve olgular hakkında bilgi sahibi olmasını sağlamayı amaçlar.
Bunun gereği olarak; basın haber toplamak, fikir ve kanaatleri izleyerek bunları çözümlemek, yorumlamak, eleştirmek ve sonuçta kamuoyunu ilgilendiren konularda doğru ve gerçeğe uygun haber vermek hakkına sahip ve bununla görevlidir. Eş söyleyişle, denetim, uyarma, eleştiri ve gerçekleri açıklama, basının doğal ödevleridir.
Yine, basın özgürlüğü ile bağlantılı kavramlar olarak; Anayasa’da düşünce ve kanaat (madde 25); düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü (madde 26) ayrıntılı şekilde düzenlenmiştir. Demokratik yaşamın gelişmesinde, ulusal birliğin sağlanmasında, kamuoyunun sağlıklı bir biçimde oluşmasında, sosyal ve siyasal ilerlemede basının çok önemli bir fonksiyonunun bulunduğu açık ve kuşkudan uzaktır.
Kısaca, basın özgürlüğü, demokrasinin “olmazsa, olmaz” koşuludur.
Bu açıklamalardan sonra, denilebilir ki;
Basın özgürlüğünün kişilik haklarına üstün tutulabilmesi için:
Haberin gerçeğe uygun olması, gerçeğe uygun yayımın haber niteliği taşıması, gerçeğe uygun haberlerin verilmesinde nesnel (objektif) ölçütlere uyulması, haberin veriliş biçimi yönünden, özle biçim arasında ölçülülük bulunması gerekir. Bir yayımın hukuka uygun olduğunun kabul edilebilmesi, ancak, açıklanan bütün bu koşulların birlikte varlığı halinde mümkündür. Yapılan bir yayım, bu temel ilkelerden herhangi birine ters düşüyorsa, hukuka aykırılık unsuru gerçekleşmiş olacaktır.
Basının manevi tazminat sorumluluğunun doğması, Borçlar Kanunu’nun 49. maddesindeki koşulların gerçekleşmiş olmasına bağlıdır.
Önemle vurgulanmalıdır ki, yayımlanmasında kamu yararı bulunan, gerçek ve güncel bir haberin veya eleştirinin, özle biçim arasında denge kurulmak suretiyle verildiği durumlarda, manevi tazminat sorumluluğunun temel öğesi olan “hukuka aykırılık” gerçekleşmeyeceğinden, basının sorumluluğu da söz konusu olamaz(Hukuk Genel Kurulunun 14.02.2001 gün ve 2001/4-103 E.-123K. Sayılı İlamı, Mustafa Reşit Karahasan; Tazminat Hukuku,1996, Cilt;1, Sayfa; 974 vd.)
Anayasa ve Yasaların güvencesi altında bulunan basın özgürlüğü ile kişiyi insan yapan kişilik haklarının çatışması halinde birinin diğerine önceden üstün tutularak sonuca ulaşılması mümkün değildir.
Her olay, kendine özgü koşullar içerisinde değerlendirilerek, çözüme bağlanmalıdır.
Bu ilke ve açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;Yapılan yayında yer alan açıklamalar kişilik haklarına ağır ve haksız bir saldırı oluşturmamakta ve eleştiri sınırları içerisinde kalmaktadır. Bu durumda, manevi tazminat isteminin dayandırıldığı hukuka aykırılık unsuru gerçekleşmediğinden, kişilik haklarına saldırının bulunmadığını kabul eden direnme kararı yerindedir.
S O N U Ç : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı ONANMASINA, gerekli temyiz ilam harcı peşin alındığından başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, 24.09.2008 gününde oy çokluğu ile karar verildi.