Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2008/498 E. 2008/497 K. 16.07.2008 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2008/498
KARAR NO : 2008/497
KARAR TARİHİ : 16.07.2008

MAHKEMESİ : Çanakkale Sulh Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 19/09/2007
NUMARASI : 2006/855-2007/875

Taraflar arasındaki istirdat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Çanakkale Sulh Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 9.12.2005 gün ve 2005/857-1159 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 3.Hukuk Dairesinin 1.6.2006 gün ve 2006/6757-6839 sayılı ilamı ile, (…Davacı vekili dilekçesi ile; müvekkilinin maliki olduğu taşınmazın tapu kaydı üzerinde vakıf şerhi bulunduğundan taviz bedeli ödemek zorunda kaldığını, bu ödemenin haksız olduğunu iddia ederek; 4.040,60 YTL’nin ödeme tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Mahkemece; taşınmaza ilişkin vakıf şerhinin kadastro tutanaklarının kesinleşmesinden itibaren Kadastro Kanununun 12\3. maddesinde düzenlenen 10 yıllık hak düşürücü süreden sonra konulduğu gerekçesi ile davanın kabulü ile, taviz bedelinin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiş, hüküm davalı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiştir.
Gerçekten, Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 2.4.2004 tarih ve 2003/1-2004/1 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca vakıf şerhinin tapu sicilinden silinmesi ya da tapu siciline yazılmasına ilişkin istemleri içeren davalarda 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12/3. maddesinde öngörülen 10 yıllık hak düşürücü sürenin uygulanması gerekir. Ne var ki, Yargıtay İçtihatları Birleştirme Kararından sonra 3402 sayılı Kadastro Kanununa 5304 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle ek 1. madde eklenmiş ve bu medenin 2. fıkrası ile” Tapu kayıtlarında icareteyn veya mukataalı olduğuna dair vakıf şerhi bulunan taşınmazlarda 12. maddenin 3.fıkra hükümleri uygulanmaz” hükmü getirilmiştir. 5304 sayılı Kanun 3.3.2005 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak, yayımına ilişkin 15. maddesi hükmü uyarınca aynı tarihte yürürlüğe girmiştir. Eldeki dava bu kanunun yürürlüğe girmesinden sonraki tarihte (8.9.2005 tarihinde) açılmış bulunmaktadır.
Somut olayda, dava 5304 sayılı Yasanın yürürlüğe girdiği 3.3.2005 tarihinden sonra açıldığından dava tarihinde olaya uygulanacak mevzuat 2.4.2004 tarih 1-1 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı değil, 5304 sayılı Yasanın ek 1. maddesidir. Bu hüküm gereğince tapu kayıtlarında vakıf şerhi bulunan taşınmazlarda 12. maddenin 3. fıkra hükümleri uygulanamayacağından mahkemece davanın hak düşürücü sürenin geçtiğinden bahisle kabulü doğru olmamıştır. Böyle olunca mahkemenin vakıf türüne göre tavize tabi olup olmama yönünden araştırma ve inceleme yapması zorunlu olmaktadır.
Yargıtay’ın yerleşmiş içtihatlarına göre, taşınmazdaki vakıf şerhine dayanılarak taviz bedeli istenebilmesi; ilgili vakfın sahih vakıflardan olması koşuluna bağlıdır. Gayri sahih vakıflar yönünden taviz bedeli isteminin hukuksal bir dayanağı bulunmamaktadır. Mahkemece, bu yönde herhangi bir inceleme ve araştırma yapılmadan, vakfın türü belirlenmeden, eksik inceleme sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir.
Mahkemece yapılacak iş; kök tapu kaydı ve belgeleri getirtilip, vakfiye örneği dosyaya alınmalı, sonra bu konuda uzmanlığı bulunan bilirkişi aracılığı ile vakfiye incelenmeli ve varsa tarafların bu konudaki tüm delilleri toplandıktan sonra deliller değerlendirilmeli, böylece şerhe konu vakfın sahih vakıflardan olup olmadığı saptanmalı, sahih nitelikte ise taviz bedeline tabi bulunduğu gözetilip davanın reddine karar verilmelidir. Aksi takdirde, gayri sahih vakıf olduğu anlaşılırsa, taviz bedeli istenemeyeceği gerekçesi ile ödenen taviz bedelinin iadesine karar verilmelidir…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalı vekili,
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, vakıf şerhine dayanılarak davalı tarafından davacıdan alınan taviz bedelinin istirdadı istemine ilişkindir.
Davacı C.. E.. vekili, davacının maliki bulunduğu 55,56,64 parsel sayılı taşınmazlarını satmak istediğinde, tapuda işlem yapılması sırasında, taşınmazların tapu kayıtlarında vakıf şerhi bulunduğu gerekçesiyle işlem yapılabilmesi için taviz bedeli istenildiğini, bunun üzerine davacının davalıya taviz bedeli olarak 4.040.400.000 TL. yatırdığını; satışın gerçekleşmesinden sonra yapılan araştırma sonucunda, tapu kaydına kadastrodan ve tapunun kesinleşmesinden sonra, mahkeme kararı olmaksızın davalının tek taraflı talebine istinaden vakıf şerhi işlendiğinin tespit edildiğini, 10 yıllık hak düşürücü süre geçtikten sonra bu şekilde vakıf şerhi konulmasının yasaya aykırı olduğunu, bu şerh nedeniyle taviz bedeli alınmasının da haksız bulunduğunu ileri sürerek, ödenen 4.040.400.000 TL.nin ödeme tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı Vakıflar Genel Müdürlüğü vekili vakıf şerhinin taşınmazların kök tapu kayıtlarında mevcut olduğunu, 2762 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 27-30. maddelerine göre, taşınmazın vakıfla olan ilişkisinin ancak taviz bedelinin ödenmesiyle kesileceğini, vakıf şerhinin gayrimenkul mükellefiyeti niteliğinde olması nedeniyle, taviz bedeli ödenmedikçe taşınmazın vakıf ile ilişkisinin devam edeceğini; Yargıtay kararlarına göre uyuşmazlığa 5304 sayılı Kanunun 11. maddesi hükmünün uygulanması gerektiğini cevaben bildirmiştir.
Yerel Mahkeme (2.4.2004 tarih ve 1/1sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında, vakıf şerhinin tapu sicilinden silinmesi ya da tapu siciline yazılmasına ilişkin istemleri içeren davalarda 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12/3. maddesinde öngörülen on yıllık hak düşürücü sürenin uygulanması gerektiği belirtilmiştir. Davaya konu taşınmazların tapulama tespitleri 1976 yılında kesinleşmiş, vakıf şerhi ise 10 yıllık hak düşürücü süre geçtikten sonra, Vakıflar İdaresinin tek taraflı, mesnetsiz ve gerekçesiz talebiyle konulmuştur. Vakıflar İdaresinin tek taraflı beyanıyla vakıf şerhinin konulmuş olması hukuka uygun değildir. Bu şekilde konulan vakıf şerhi nedeniyle Vakıflar İdaresinin taviz bedeli alması sebepsiz olup, sebepsiz zenginleşmeye yol açmıştır) gerekçesiyle davanın kabulüne, 4.040,40 YTL.nin dava tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar vermiş; davalı vekilince temyiz edilen karar Özel Dairece metni yukarıda bulunan ilamla bozulmuş, Yerel Mahkeme gerekçesini tekrar ederek ve genişleterek önceki kararında direnmiştir.
Davaya konu taviz bedeli ödemelerinin ilişkin bulunduğu Çanakkale İli, …. İlçesi, … Mahallesi, 55,56,64 parsel sayılı taşınmazların evveliyatını oluşturan 21 ada, 3 ve 7 parsel sayılı tarla vasıflı taşınmazların, 1976 yılında kesinleşen kadastro tespiti sonucunda F.. E..adına tapuya tescil edildikleri, tevhit ve bilahare de ifraz yoluyla davaya konu 55,56,64 parsel sayılı taşınmazların oluştuğu, davacı bu taşınmazlarda intikal yoluyla 24.9.2004 tarihinde 1/3 oranında paydaş olduğu ve aynı gün her üç taşınmazdaki paylarını üçüncü kişilere sattığı, satıştan önce davadaki istirdat istemine konu taviz bedelini davalıya ödediği, bu ödeme üzerine vakıf şerhinin silindiği dosya kapsamıyla sabit ve çekişmesizdir.
Yine, 1976 yılında kesinleşen kadastro tespit tutanaklarında, taşınmazların herhangi bir vakıfla ilgisini gösteren bir şerhin bulunmadığı, ancak, sonradan Çanakkale Vakıflar Şube Müdürlüğünce, Çanakkale Tapu Sicil Müdürlüğü’ne gönderilen ve örneği dosyada bulunan 22.1.1993 tarihli yazıya istinaden, tapu kaydına 27.1.1993 tarihinde Ahi Yunus Vakfı şerhinin konulduğu da dosya kapsamından anlaşılmaktadır.
Bu noktada, öncelikle konuya ilişkin kanuni düzenlemeler hakkında genel bir açıklama yapılmasında yarar görülmüştür.
21.06.1987 günlü ve 3402 Sayılı Kadastro Kanunu’nun 12.maddesinin birinci fıkrası “30 günlük ilan süresi geçtikten sonra, dava açılmayan kadastro tutanaklarına ait sınırlandırma ve tespitler kesinleşir.”; üçüncü fıkrası da “Bu tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz.” hükmünü taşımaktadır.
02.04.2004 tarih ve Esas: 2003/1; karar:2004/1 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında, vakıf şerhinin tapu sicilinden silinmesi ya da tapu siciline yazılmasına ilişkin istemleri içeren davalarda, 3402 Sayılı Kadastro Kanunu’nun 12.maddesinde öngörülen on yıllık hak düşürücü sürenin uygulanması gerektiği kabul edilmiştir.
Anılan İçtihadı Birleştirme Kararından sonra 03.03.2005 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak aynı gün yürürlüğe giren 22.02.2005 gün ve 5304 sayılı Kadastro Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 11. maddesiyle, 3402 sayılı Kanuna “…Tapu kayıtlarında icareteyn veya mukataalı olduğuna dair vakıf şerhi bulunan taşınmazlarda 12 nci maddenin 3 üncü fıkra hükümleri uygulanmaz.” Şeklinde madde (Ek Madde 1) eklenmiştir.
Bilindiği üzere; kanunların zaman bakımından yürürlüğü konusundaki kural, geleceğe etkililiktir. Eş söyleyişle, kural olarak kanunlar geçmişe etkili olarak uygulanmazlar. Bu kuralın istısnalarından biri, geçmişe etkililik konusunda ilgili kanunda açık bir hükmün bulunması; başka bir ifadeyle, kanunun geçmişe etkili olarak uygulanacağına dair açık bir hükmü bizzat içermesidir. Öğreti ve uygulamada, kamu düzeni ve genel ahlaka ilişkin kurallar ile yargılama hukukunu düzenleyen kanunların da geçmişe etkili olacakları, dolayısıyla, anılan kuralın istisnaları arasında bulundukları kabul edilmektedir.
Yargıtay’ın konuya ilişkin kararlılık kazanmış uygulamasında, yukarıda açıklanan kuraldan ve istısnalarından hareketle; 5304 Sayılı Kanun’un geçmişe yürürlülük konusunda açık bir hüküm taşımaması ve belirtilen diğer istisnalardan her hangi birinin de söz konusu olmaması karşısında, 5304 sayılı Kanunun 11. maddesinin (bu maddeyle 3402 S.K.na eklenen ek 1. maddenin) geçmişe etkili olmayacağı kabul edilmiştir (Örneğin: Hukuk Genel Kurulu’nun 14.3.2007 gün ve 2007/3-121-128; 05.12.2007 gün ve 2007/3-921-939; 6.2.2008 gün ve 2008-3-60-94 sayılı kararları).
Ne varki, görülmekte olan davada Özel Daire bozma ilamından ve Yerel Mahkemenin direnme kararından sonra yürürlüğe giren 20.2.2008 gün ve 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 18. maddesinde konuyla ilgili olarak farklı bir düzenleme getirilmiş ve bu yeni düzenlemenin devam etmekte olan davaları da kapsayacak şekilde geçmişe etkili olacağı geçici 5. maddede belirtilmiştir.
Anılan Kanun’un 18. maddesi aynen “Tapu kayıtlarında, icareteyn ve mukataalı vakıf şerhi bulunan gerçek ve tüzel kişilerin mülkiyetinde veya tasarrufundaki taşınmazlar, işlem tarihindeki emlak vergisi değerinin yüzde onu oranında taviz bedeli alınarak serbest tasarrufa terk edilir. Ancak miri arazilerden mukataalı hayrata tahsis edilmeyenler ile aşar ve rüsumu vakfedilen taşınmazlar tavize tâbi değildir.Taviz bedelinin hesaplanmasında; ortaklığın giderilmesi veya cebri icra yoluyla satılanlarda satış bedeli, kamulaştırmalarda ise kamulaştırma bedeli esas alınır.Bu Kanun hükümleri gereğince taviz bedelinin tamamı vakfı adına ödenmedikçe, taşınmaz üzerindeki temliki tasarruflar tapu dairelerince tescil olunmaz.Vakıf şerhleri ile ilgili olarak, diğer kanunlarda yer alan zamanaşımı ve hak düşürücü sürelere ilişkin hükümler uygulanmaz.” Şeklindedir.Geçici 5. Madde ise “Vakıf şerhleri ile ilgili devam etmekte olan davalarda; diğer kanunlarda yer alan zamanaşımı ve hak düşürücü sürelere ilişkin hükümler bu Kanun açısından uygulanmaz.” Hükmünü taşımaktadır.
Görüldüğü üzere, 20.2.2008 gün ve 5737 sayılı Vakıflar Kanunu, hem, 18. maddesiyle dava konusu uyuşmazlığın da özünü oluşturan taviz bedeli konusunda yürürlükten kaldırdığı 2762 sayılı Vakıflar Kanunu’ndakinden farklı ve yeni bir düzenleme getirmiş, hem de, vakıf şerhleri ile ilgili olarak, diğer kanunlarda yer alan zamanaşımı ve hak düşürücü sürelere ilişkin hükümlerin uygulanmayacağını öngörmüştür. Dahası, geçici 5. maddeyle, bu düzenleme devam etmekte olan davalarda da uygulanacak şekilde geçmişe yürütülmüştür.
Belirtilmelidir ki; geçici 5. maddede yer alan ‘Vakıf şerhleri ile ilgili devam etmekte olan davalar’ ifadesi, sadece vakıf şerhinin konulması veya silinmesi talebiyle açılan davaları değil; somut olayda olduğu gibi, taviz bedelinin alınmasına dayanak oluşturan vakıf şerhinin hukuka aykırı şekilde konulduğu iddiasına dayalı olarak açılmış olan ve ödenen taviz bedelinin istirdadı istemini içeren davaları da kapsamaktadır.
Hal böyle olunca, Yerel Mahkemece uyuşmazlığın bozma ve direnme kararlarından sonra yürürlüğe giren ve içerikleri yukarıda belirtilen Kanun hükümlerinin ortaya koyduğu yeni hukuksal durum çerçevesinde ele alınıp, değerlendirilmesi ve varılacak uygun sonuç dairesinde bir karar verilmesi zorunludur.
Direnme kararı bu nedenle bozulmalıdır.
SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile,direnme kararının yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 16.7.2008 gününde oybirliğiyle karar verildi.