Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2008/470 E. 2008/468 K. 02.07.2008 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2008/470
KARAR NO : 2008/468
KARAR TARİHİ : 02.07.2008

MAHKEMESİ : Ankara 14. İş Mahkemesi
TARİHİ : 08/04/2008
NUMARASI : 2008/161-2008/264
Taraflar arasındaki “manevi tazminat“ davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 14.İş. Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 15.11.2006 gün ve 2006/438 E. 2006/1010 K. sayılı kararın incelenmesi taraf vekillerince istenilmesi üzerine, Yargıtay 21.Hukuk Dairesinin 12.2.2007 gün ve 2006/21613 E. 2007/16461 sayılı ilamı ile, (…1-Dosyadaki yazılara toplanan delillere hükmün dayandığı gerektirici sebeplere göre davacının tüm temyiz itirazlarının reddine,
2-Davalının temyizine gelince;
Dava, iş kazası sonucu sürekli işgöremezliğe uğrayan davacının manevi zararının giderilmesi istemine ilişkindir.
Mahkemece istek, ilamda belirtildiği şekilde kısmen kabul edilmiştir.
“Bu tür tazminat davalarında Borçlar Kanununun 125.maddesine göre zamanaşımı olay tarihinden itibaren 10 yıldır.Somut olayda davalı yasal sürede zamanaşımı iddiasında bulunmuş olup, olay 28.2.1992 tarihinde meydana gelmiş, dava ise 26.5.2006 tarihinde açılmış olduğundan Borçlar Kanunun 125.maddesinde düzenlenen zamanaşımı süresinin fazlasıyla geçmiş olduğu ortadadır.
Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular gözetilmeksizin davanın reddi gerekirken, yazılı şekilde tazminata hükmolunması bozma nedenidir.”
O halde; davalının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere ve özellikle Hukuk Genel Kurulu’nun 12.3.2008 gün ve 2008/21-245 E. 2008/249 Karar sayılı ilamında da aynı ilkenin kabul edilmiş olmasına göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ:Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile,direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 2.07. 2008 gününde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY
Davacı, 28.02.1992’de davalı fabrika sahası içerisinde kantin önündeki kaldırımda yürürken, sabah saat 08:00’de mesaiye giderken kayarak düşmüş ve sağ ayağı kırılmıştır. İşverence; iş kazası bildirim formu düzenlenerek, kaza SSK’ya bildirilmiştir. İlk rapor 03.03.1992’de kurum ünitesince düzenlenerek sağtibia kırığı olduğu tespit edilmiştir. Daha sonra davacı, iş göremezlik derecesinin tespiti için bir dizi ameliyat geçirerek tedavi edilmiştir. SSK tarafından kazazedenin söz konusu bu kazaya bağlı sürekli iş göremezlik derecesi SSK Antalya Bölge Hastanesi tarafından düzenlenen Sağtibia kırık ameliyatlısı(vida ameliyatlısı) olduğu ve “sağ ayakta ROMMİNİMAL LİMTASYON MEVCUT bulunduğu tanısı konulmuş olan ve 16.05.2003 tarih ve 1097 nolu “sağlık kurulu raporu” üzerine E. Cetveline göre % 4.1 olarak tespit edilmiştir.
Davacının geçirdiği kazanın İş Kazası olduğu ve sürekli iş göremezlik derecesinin kesinlik kazanması üzerine (bu hususta taraflar arasında uyuşmazlık yoktur) davacı öncelikle 14.10.2004 tarihinde fazlaya dair hakkını saklı tutarak % 4.1 iş göremezlik oranı üzerinden maddi tazminat davası açmıştır. (Bilirkişi raporuna göre ek davasını da 05.05.2005‘de açmıştır) Davalı tarafın 11.11.2004 tarihli cevap dilekçesi ile zamanaşımı definde bulunduğu görülmüş ise de mahkemece yargılama sonuçlandırılarak davacı lehine 21.06.2005 tarihinde maddi tazminata hükmedilmiştir. Davalı tarafın temyizi üzerine dosya, ilgilisi Yüksek 21. Hukuk Dairesi’nce incelenmiş ve hüküm isabetli bulunarak 15.11.2005’te onanarak kesinleşmiştir.
Bu kere davacı Yüksek Dairece onanan ve tüm delillerin bulunduğu maddi tazminat dosyasını ve onama ilamını esas alarak, 25.000.000 TL istemle 26.05.2006 tarihinde MANEVİ TAZMİNAT DAVASI açmıştır. Davalı vekili yine, 29.06.2006 tarihli cevap dilekçesi ile zamanaşımı definde bulunmuş ise de mahkemece kesinleşen maddi tazminat dava dosya kapsamına ve içeriğindeki belgelere dayanılarak ve istem kısmen kabul edilerek 2.000,00 YTL manevi tazminata hükmedilmiştir.
Hükmün her iki tarafça temyiz edilmesi üzerine yine ilgilisi Yüksek 21. Hukuk Dairesi önüne gelmiş, dosya incelenmiş, neticede tazminata konu iş kazasının 28.02.1992’de meydana gelmiş olması, davanın ise 26.05.2006’da açılmış olması, aradan BK 125’te anlatılan 10 yıllık zamanaşımı süresinin fazlası ile geçmiş bulunduğundan mahkemece bu maddi ve hukuki olgular gözetilmeksizin davanın reddi gerekirken yazılı şekilde kabulünün bozma nedeni olduğu ifade edilerek hüküm oy birliği ile 12.02.2007 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Bunun üzerine mahkemece dosya yeniden ele alındığında ilk hüküm gibi hüküm kurularak direnme kararı verilmiştir.
Manevi tazminat davasının dayanağı olan resmi evraklar ve dokümanlar, 1. dava dosyası içerisinde olup, aynısıdır. Ancak manevi tazminat davası maddi tazminat davasının aksine, bölünerek birden çok istemle dava konusu edilemez, talep tek dava ile belirlenmelidir. Bu nedenle idare tarafından hazırlanan tüm bilgi ve belgenin maluliyet raporlarının kesinleşmesi, tazminatın ve miktarının belirlenebilir ve istenebilir hale gelmesi gerekmektedir. Davacı taraf yeterince özenli davranıp maddi tazminat davası sonucunu aldıktan sonra eldeki işbu davayı açmıştır. Borçlar Kanunu 125’de sözü edilen 10 yıllık dava zamanaşımı, önceki davada da işbu davada da ileri sürülmüş ise de mahkemece değerlendirilip geçerli bulunmamıştır. Bu durumda uyuşmazlık ilgili yasada sözü edilen zararı tüm sonuçlarıyla birlikte öğrenme ve isteyebilme halinin, dolayısıyla 10 yıllık sürenin başlangıcının; olay tarihi mi(28.02.1992), yoksa maluliyet raporunun kesinleştiği tarih mi( 16.05.2003 ) olduğu noktasında toplanmaktadır. Diğer yandan BK.128’de de anlatıldığı üzere bir borcun istenebilmesi için muacceliyet kesbetmesi gerekmektedir. Karşı tarafın(borçlu) borcunu ifa edebilmesi için borcun miktarını da belirleyebilecek durumda bulunması gerekir. Üstelik, bu belirleme tarafların da dışında olan idare (SSK) nin idari işlemleri ile gerçekleştirilmektedir. SSK’ca maluliyet oranını belirleyen kesin raporlar hazırlanıp uygulamaya geçirilmediğinde, borcun istenebilme ve ödenebilme olanağı bulunamamaktadır. Bu nedenle uzun yıllar istikrarlı biçimde 21. Hukuk Dairesi tazminat davalarında maluliyetin kesinleşmesinden önce kurulan hükümler raporlardaki bu eksiklik nedeniyle bozulmuştur. 10 yıllık hak düşürücü sürede, süresinde dava açmak için zararı öğrenme zamanını, maluliyet raporlarının kesinleşmesi tarihinden başlatmıştır. HGK 2002/21-1103, 2002/1067; HGK 05.06.2002 tarih 2002/4-470,2002/477 kararları da bu yoldadır.
Somut olaya ilişkin olmak üzere davacının açtığı ve aynı şartları içeren maddi tazminat davasındaki istemin kabulüne dair olan hüküm 21. Hukuk dairesince isabetli bulunarak onanmış ise de aynı delillere dayanan ve aynı şartlarda gelişen (10 yıllık zamanaşımı defi mevcuttur) manevi tazminat davasının kabulüne dair hükmün aynı yüksek dairece isabetli bulunmayarak bozulması sonucunda yargılardaki birlik ve objektiflik olgusuna kuşku düşüreceği gibi istikrardan uzaklaşıldığı izlenimi verdiğinden tarafımca neticesi isabetli bulunmamaktadır.
Yukarıda anlatılan bu nedenlerle usul ve yasaya uygun yerel mahkeme kararını isbetli bulduğumdan katılmaktayım bunun aksi olan Yüksek 21. Hukuk Dairesi’nin bozma kararını benimseyen Genel Kurulun çoğunluk görüşüne ise katılamamaktayım.