YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2008/462
KARAR NO : 2008/432
KARAR TARİHİ : 18.06.2008
MAHKEMESİ : Bakırköy 7. Sulh Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 30/01/2008
NUMARASI : 2007/271-2008/55
Taraflar arasındaki itirazın iptali davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Zeytinburnu 1.Sulh Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 27.09.2006 gün ve 2006/38-678 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 16.04.2007 gün ve 2007/5209-5951 sayılı ilamı ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Mahkemece, 27.09.2006 tarihli “davacının davasının kabulüne, itirazın kaldırılması ile takibin devamına ödemenin mahsubuna, davalının %40 icra inkar tazminatına mahkum edilmesine” ilişkin ilk kararın Özel Dairece bozulmasından sonra, yapılan yargılamanın, 02.11.2007 günlü celsesinde verilen ara kararı ile hiçbir ayrıma gidilmeden “bozma ilamına uyulmasına” karar verilmiş; ancak 30.01.2008 günlü son celsede bu karardan dönülerek aynen “Yargıtay 3.Hukuk Dairesinin bozma ilamı %40 inkar tazminatı yönündeki bozma gerekçesine mahkememizin de uymasına karar verilmiş; nihai kısa kararda ise aynen; “Mahkememiz Yargıtay’ın bozma ilamı inkar tazminatı yönünde uymakla ve diğer hususlar itibariyle bozma ilamı yerinde görülmediğinden dosyaya ibraz edilen Türk Standartları Enstitüsünün üretilen belgeyle ilgili uygunluk belgesi verdiği ve dolayısıyla yönetici firmanın TSE standartlarına ilişkin dosyada 17.02.2005 tarihli belgesi mevcut olduğu bu belgeye göre boyanın standartlarına uygun olduğu anlaşılmakla Yargıtay 3.Hukuk Dairesi Başkanlığının 200 plastik boyanın şartnamedeki şartları içermediği gerekçesi bozma ilamı mahkememizin bu konuda vermiş olduğu kararın yerinde olduğu yasal faiz hususunda da Yargıtay’ın görüşüne davacı tacir olmakla hükmedilen faizin de yerinde olduğu bu iki husus yönünde Yargıtay bozma ilamı yerinde görülmediğinden mahkememizin kararında ısrar etmesine, inkar tazminatı yönünde Yargıtay dairesinin bu hususa mahkememiz de uymuş olduğundan inkar tazminatına hükmedilmesine yer olmadığına” şeklinde hüküm kurulmuş; gerekçeli kararın hüküm kısmı da yine aynı şekilde kaleme alınmıştır.
Burada “usul hukuku” ile ilgili ortaya çıkan sorun; tarafların beyanları alındıktan sonra mahkemece “ bozmanın usul ve yasaya uygun bulunduğu belirtilerek bozmaya uyulmasına” ilişkin ara kararı oluşturulmasına karşın , son celse bu karardan kısmen dönülerek açıklanan bu hukuki sonucun tam aksine bir karar verilmesinin hukuken mümkün olup olmadığının ve ayrıca mahkemece oluşturulan kısa ve gerekçeli kararların HUMK.nun 381 ve 388 maddelerinde yer alan usule uygun bulunup bulunmadığının belirlenmesi noktasındadır.
Öncelikle belirtelim ki, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429/2 maddesinde bozma sonrası mahkemece yapılacak işlemler açıklanmıştır.
Buna göre mahkeme, temyiz edenden 434 madde uyarınca peşin alınmış olan gideri kullanmak suretiyle, kendiliğinden tarafları duruşmaya davet edip, dinledikten sonra Yargıtay’ın bozma kararına uyulup uyulmayacağına karar verecektir.
Mahkemece tarafların beyanlarının alınıp bozmaya uyulmasına da karar verildikten sonra yapılacak iş; bozma gereklerinin yerine getirilmesi olmalıdır. Zira, mahkemece bozmaya uyulması yönünde oluşturulan karar bozma lehine olan taraf yararına usulü kazanılmış hakkın gerçekleşmesine neden olur. Olayda usulü kazanılmış hakkın gerçekleşmesine engel olacak istisnai bir durumda bulunmadığına göre artık uyma yönünde verilen karardan dönülerek kısmen de olsa önceki kararda direnilmesi usulen olanaklı değildir.
Diğer taraftan, kısa kararda gerekçede yer alacak sözler tekrarlanmış; hüküm fıkrası usulünce oluşturulmamış ve aynı uygulama gerekçeli kararda da sürdürülmüştür.
Hemen vurgulamakta yarar vardır ki, mahkeme kararlarında nelerin yazılacağı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 388.maddesinde belirtilmiştir. Buna göre; hüküm sonucu kısmında gerekçeye ait her hangi bir söz tekrar edilmeksizin isteklerin her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların mümkünse sıra numarası altında birer birer açık şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekir.
Aynı kural HUMK.nun 389.maddesinde de tekrarlanmış; HUMK.nun 381.maddesinde ise “Kararın tefhimi en az 388.maddede belirtilen hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçilerek okunması suretiyle olur” hükmüne yer verilmiştir.
Bu biçim yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereğidir. Aksi hal, yeni tereddüt ve ihtilaflar yaratır. Hatta giderek denebilir ki, dava içinden davalar doğar ve hükmün hedefine ulaşması engellenir. Kamu düzeni ve barışı oluşturulamaz.
Ayrıca, bozma kararı ile ilk hüküm hayatiyetini yitirdiğinden ona atıf suretiyle hüküm tesisinin yukarıda açıklanan kurallara uygun düşmeyeceği de aşikardır.
Nitekim, Yargıtay’ın yerleşmiş görüşü de bu yöndedir (Hukuk Genel Kurulu’nun 19.6.1991 gün 323/391 sayılı;10.9.1991 gün 281-415 sayılı; 25.9.1991 gün 355-440 sayılı; 05.12.2007 gün ve 2007/3-981/936 sayılı; 23.01.2008 gün ve 2008/14-29/4 sayılı kararları).
Ceza Genel Kurulu’nca da önceleri C.M.U.K.nun benzer hükümleri taşıyan 261 ve 268 maddelerinin, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun yürürlüğe girmesi ile birlikte de bu kanunun 34, 223, 230,231,232 maddelerinin uygulanmasında bozulan kararın geçerliliğini ve yerine getirilme yeteneğini yitirdiğinden “önceki hükümde direnilmesine” denilmekle yetinilerek ve atıf suretiyle hüküm kurulamayacağı kabul edilmiştir (Ceza Genel Kurulu’nun 2.2.1976 gün 1/22-25 sayılı; 12.05.1998 gün ve 1998/6-104-171 sayılı; 05.02.2002 gün ve 2001/1-417-2002/153 sayılı kararları).
Somut olayda da; mahkemenin kararı her iki açıdan da usul ve yasaya uygun değildir. Zira, davalı yanın temyizi üzerine verilen Yargıtay bozma kararı ve yerel mahkemenin bu karara uyması ile “bozma kararı dışında kalan hususlar kesinleşmiş olup” davalı yararına usulü kazanılmış hak oluşmuştur. (04.02.1959 gün ve 13/5 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı R.G. 28.04.1959 gün sayı:10193). Bu ilke Kamu düzeni ile ilgili olup Yargıtay’ca kendiliğinden dikkate alınması gerekir. Bunun yanında oluşturulan kısa ve gerekçeli kararlarda da yasal düzenlemelere uygun biçimde hüküm fıkrası oluşturulmamıştır.
Açıklanan nedenlerle, mahkemece bozmaya uyulmakla gerçekleşen usulü kazanılmış hak nazara alınarak hükmüne uyulan bozma gereklerinin yerine getirilmesi gerekirken , uyma kararından dönülüp kısmen direnme kararı verilmiş olması ve kısa-gerekçeli kararlarda hüküm fıkrasının usulünce oluşturulmaması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.
S O N U Ç : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre sair itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, 18.06.2008 gününde, oybirliği ile karar verildi.