Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2008/455 E. 2008/449 K. 25.06.2008 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2008/455
KARAR NO : 2008/449
KARAR TARİHİ : 25.06.2008

MAHKEMESİ : İstanbul 5. Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ : 12/03/2008
NUMARASI : 2007/553-2008/141
Taraflar arasındaki alacak davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul Asliye 5.Ticaret Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 21.11.2006 gün ve 2004/244-2006/652 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 19.4.2007 gün ve 2007/1166-6108 sayılı ilamı ile, (“…Davacı vekili, müvekkilinin gecekondusunun arsasını satarak edindiği 108.000 USD’ nin Egebank Bahçekapı Şubesine 21.12.1999’ da yatırdığını, ertesi gün bankaya BDDK’ca elkonulduğunu, parasını çekmek için şubeye gittiğinde paranın off shore hesabına geçirildiğinin bildirildiğini, oysa off shore hesap açılması yönünde müvekkilinin kimseye vekalet ve yetki vermediğini, işlemi yapan şube müdürünün parayı tekrar eski hesaba çevrilmesi için gerekli olduğunu söyleyerek müvekkiline bazı evraklar imzalattığını ve içeriğini de açıklamadığını, Egebank A.Ş. ve Egebank Off Shore Ltd’nin organik bağ içinde olup, mudilerin kandırılarak paralarının içedildiğini ileri sürerek, ıslah ile birlikte 108.000 USD’nin faizi ile birlikte davalılardan tahsilini istemiş, yargılama sırasında Egebank Off Shore Ltd.hakkındaki davanın geleceğe terk etmiştir.
Davalı Oyakbank A.Ş. vekili, BDDK ile Oyak arasında imzalanan 09.08.2001 tarihli hisse devir sözleşmesi gereğince, Oyakbank A.Ş.’ ne devredilen bankalar aleyhine açılacak tüm davaların TMSF’ na 5 gün içinde ihbar olunacağının ve hukuki sorumluluğunda TMSF’na ait olacağının kararlaştırıldığını bildirmiş, davanın ihbarı üzerine Oyakbank A.Ş. temsilcisi TMSF vekili sıfatıyla verilen yanıt ile de; davanın ayrı tüzel kişilik olan Egebank Off Shore Ltd’ ne yöneltilmesi gerektiğini, davacının talimatı ile paranın Off Shore hesaba havale edildiğini ve Off Shore hesaptaki paranın garanti kapsamı dışında olduğunu, aksi düşünülse dahi vadesiz mevduat faizi işlenebileceğini, TMSF açısından davanın idari yargı görevine girdiğini savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece; toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna göre, davacının Egebank A.Ş.’de 1791274 müşteri numaralı hesap açtığı, mevduat hesabında olan 108.000 USD’nin Egebank A.Ş. yetkililerince 21.12.1999 tarihinde Egebank Off Shore Ltd.ne havale edildiği, anılan havalenin dayanağı olarak gösterilen formda davacının imzası olmakla birlikte tanzim tarihinin bulunmadığı, havale edilen tutarın yazı yada rakam ile belirtilmediği, paranın hangi hesaba havale edileceğine ilişkin kayıt bulunmadığı, bu nedenlerle hukuken geçerli bir talimat olmadan paranın off Shore hesaba gönderilmesinin geçersiz olduğu gerekçesiyle davalı TMSF hakkındaki davanın kabulü ile 108.000 USD’ nin 21.12.1999 tarihinden itibaren 3095 S.K’ nun 4/a maddesi gereğince faizi ile birlikte davalıdan tahsiline, Egebank Off Shore Ltd hakkındaki dava atiye terk edildiğinden karar ittihazına yer olmadığına karar verilmiştir.
Kararı, üstlenen davalı sıfatıyla TMSF vekili temyiz etmiştir.
Dava, davalı bankadaki tespit bulunan davacıya ait mevduatın usulsüz olarak off-shore hesaba havale edildiği iddiasına dayalı alacak davasıdır. Mahkememce, davalı yanca sunulan havale talimatındaki imzanın davacıya ait olmakla birlikte, havalesi istenen tutarın ve havale edilecek hesabın talimat içeriğinde gösterilmediği ve bu hali ile geçerli bir havale talimatından sözedilemeyeceği gerekçesiyle bankanın borcunu üstlenen, TMSF hakkındaki davanın kabulüne karar verilmiştir.
Karara dayanak olarak gösterilen havale talimatındaki imza davacıya ait olduğu çekişmesiz olup, davacının davalı bankada başkaca bir mevduat hesabı bulunduğu iddia edilmediğine göre imzalı talimat ile havale edilmesi istenen hesap, davacı adına açılmış bulunan ve davanın konusunu oluşturan hesap olduğunun kabulü gerekir. Bu durumda, havale talimatına hesap numarasının ve havalesi istenen tutarın yazılmamış olması, talimatın geçersizliği sonucunu doğurmaz.
O halde mahkemece, davacının imzasını taşıyan havale talimatına değer atfedilmeksizin yazılı şekilde davalı TMSF açısından davanın kabulüne karar verilmiş olması doğru görülmemiş, kararın bu nedenle davalı TMSF yararına bozulması gerekmiştir…”) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava; davacının banka hesabındaki paranın usulsüz olarak off-shore hesaba havale edildiği iddiasına dayalı, alacak istemine ilişkindir.
Yerel Mahkemenin davanın kabulüne dair kararı, davalı tarafın temyizi üzerine Özel Dairece, metni yukarıda bulunan ilamla bozulmuştur.
Bozmadan sonraki 28.11.2007 günlü ilk oturumda davalı vekili bozmaya uyulmasını istemiş; davacı asıl ise aynı oturumda “Benim davam 10 yıldır devam ediyor ve maddi durumum çok kötüdür, karar benim lehime bozulmuştur, benim durumumdaki aynı türden açılan davalarda çoktan kararlar alınmıştır, benim davamın bu kadar uzun sürmesi mağdur ediyor, bozma kararına uyulsun, talebim gibi karar verilsin” şeklinde beyanda bulunmuş; müteakip 12.3.2008 günlü oturumdaysa “Benim davam 10 yıldır devam ediyor, benim beyanım yanlış anlaşıldı, eski kararda direnilmesini istiyorum, bu dava nedeniyle çok mağdur oldum” demiştir.
Yerel Mahkeme tarafların bu beyanlarından sonra direnme kararı vermiştir.
Hukuk Genel Kurulu’ndaki görüşme sırasında; 28.11.2007 günlü ilk oturumda, gerekçesi kamu düzenine ilişkin olmayan bozmaya uyulmasının her iki tarafça da istenilmiş olması karşısında, Yerel Mahkemenin direnme kararı vermesinin usulen mümkün bulunup, bulunmadığı hususu ön sorun olarak incelenmiştir.
1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesine göre, Yargıtay’ın bozma kararı üzerine Yerel Mahkeme tarafları duruşmaya davet edip dinledikten sonra, bozma ilamına uyulup uyulmayacağına karar verir (Bu kural, aynı Kanunun 26/09/2004 gün ve 5236 S.K. ile değişik 439. maddesinde de tekrarlanmıştır). Buna göre Yerel Mahkeme kural olarak, Yargıtay bozma kararına uymak ya da bu karara karşı direnme kararı vermek konusunda tarafların istekleri ile bağlı olmayıp, serbest takdir yetkisine sahiptir.
Ancak, Yargıtay’ın yerleşik uygulamasına göre; bozma kamu düzenine ilişkin ve dolayısıyla hakimin kendiliğinden göz önünde bulundurması gereken nedenlere dayalı değilse ve her iki taraf da bozmaya uyulmasını istemişlerse, artık Yerel Mahkeme önceki kararında direnemez (Bu konudaki yerleşik uygulamaya örnek olarak: Hukuk Genel Kurulunun 18.10.1989 gün ve 541-534; 21.2.1990 gün ve 10-117; 7.10.1990 gün ve 439-562; 19.2.1992 gün ve 635-82; 3.2.1993 gün ve 734-26; 26.3.2008 gün ve 2008/18-271-272 sayılı kararları).
Somut olayda, Özel Dairenin bozma gerekçesi kamu düzenine ilişkin bir nedene dayalı değildir ve yukarıda belirtildiği üzere, bozmadan sonraki ilk oturumda hem davacı asıl, hem de davalı vekili bozmaya uyulmasını istemişlerdir.
Ne var ki; davayı bizzat takip eden davacı asılın bozmadan sonraki 28.11.2007 günlü oturumda tutanağa geçirilen ve yukarıya aynen alınmış olan beyanı bir bütün olarak değerlendirildiğinde; gerçekte aleyhine olan bozma ilamını yanlış algıladığı, kendisinin lehine olduğu zannıyla bozmaya uyulmasını istediği, bu beyanının, bozmanın kapsamı ve sonucu konusundaki esaslı bir yanılgıdan kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Davacının anılan ilk oturumda hem bozmaya uyulmasını, hem de bu beyanıyla tamamen çelişecek biçimde davanın kabulünü istemiş olması da, bozmaya uyulması yönündeki beyanının yanılgıya dayalı ve maksadını aşan bir beyan olduğunu açıkça göstermektedir. Nitekim, davacı, müteakip 12.3.2008 günlü oturumda beyanını düzeltmiş ve direnme kararı verilmesini istemiştir. Hal böyle olunca, 28.11.2007 günlü oturumda davacının gerçekte bozmaya uyulmasını değil; önceki kararda direnilmesini istemiş olduğunun kabulü gerekir.
Bu durumda ise, ortada, her iki tarafın da uyulmasını istediği bir bozma ilamı mevcut değildir. Dolayısıyla, Yerel Mahkemenin direnme kararı vermesi usulen mümkündür.
Ön sorun bu şekilde oybirliğiyle aşıldıktan sonra, işin esası incelenmiştir.
Esasa ilişkin inceleme sonucuna göre:
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire Bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA, 25.06.2008 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY
Vekili tarafından verilen dava dilekçesinde; davacının ancak imza atabilecek kadar tahsile sahip, cahil bir ev kadını olduğu bildirilmiş ve bu yön, aşamalarda davalı tarafın itirazına uğramamıştır. Ötö yandan, davanın açılmasından sonra vekilini azledip, davayı bizzat takip eden davacı, bozmadan sonraki 28.11.2007 günlü ilk oturumda, aslında aleyhine olan Özel Daire bozma ilamını kendisinin lehine zannederek bozmaya uyulmasını istemiştir. Bütün bu yönler birlikte değerlendirildiğinde, davacının yeterli bir bilgi ve algılama düzeyine sahip bulunmadığı kanaatine varılmaktadır. Aleyhine olan bozmaya uyulması yönündeki davacı isteminin eksik ve yanlış algılamadan kaynaklandığının ön soruna ilişkin oylama sonucunda Hukuk Genel Kurulu’nca oybirliğiyle benimsenmiş bulunması; sayın çoğunluğun da davacının bu sübjektif durumuna vakıf olduğunu göstermektedir.
Uyuşmazlık, somut olayın açıklanan bu özelliği gözden kaçırılmaksızın değerlendirildiğinde:
Her ne kadar, dava dosyasına davalı tarafça, davacı adına açılan hesaba, bu hesaba yatırılan paranın Off-Shore hesabına havale edilmesine dair birtakım belgeler sunulmuş ve bu belgelerdeki imzaların davacıya aidiyeti çekişmesiz ise de, yeterli bir bilgi ve algılama düzeyine sahip bulunmadığı yukarıda belirtilen davacının, karmaşık nitelikteki anılan bankacılık işlemlerinin yapılması sırasında, banka tarafından işlemlerin mahiyeti hakkında gerekli ve yeterli ölçüde bilgilendirildiği ve söz konusu işlemleri, doğabilecek hukuksal sonuçları bilerek yaptığı hususu, davalı tarafça savunulmamış ve ve bu yönde bir kanıt da dosyaya sunulmamıştır. Mali durumu, işlemlerin yapılmasından bir gün sonra yönetim ve denetimine BDDK tarafından el konulmasını gerektirecek ölçüde kötü olan Bankanın (Egebank); 21.12.1999 işlem tarihi itibariyle Türk Bankacılığında çok yeni olan ve o alanın uzmanları dışındakilerce fazlaca bilinmeyen Off-Shore işlemleri konusunda, sübjektif durumu yukarıda açıklanan davacıyı bilgilendirmeksizin, üstelik birçok bölümü boş bulunan matbu nitelikteki belgelere imzasını attırmak suretiyle davaya konu işlemleri yaptırmış olması, Medeni Kanun’un 2.maddesindeki iyiniyet kuralına aykırıdır.
Nihayet, temyiz incelemesi yapılan benzer mahiyetteki başka dosyaların içeriklerinden, aynı Bankanın, birçok kişiye bu şekilde işlemler yaptırmış olduğu da anlaşılmaktadır. Türk Medeni; Kanunu’nun 2.Maddesi 2.fıkrası “Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz” amir hükmüyle davalının bu tür işlemlerine cevaz verilemeyeceğini açıkca dile getirmiştir.
Davalı TMSF yönünden davanın kabulüne dair Yerel Mahkeme kararının, açıkladığımız bu gerekçeyle sonucu itibariyle doğru olduğu kanaatini taşıdığımızdan, sayın çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılamıyoruz.