Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2008/389 E. 2008/376 K. 14.05.2008 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2008/389
KARAR NO : 2008/376
KARAR TARİHİ : 14.05.2008

MAHKEMESİ : Tokat 1. İş Mahkemesi
TARİHİ : 06/03/2008
NUMARASI : 2007/583-2008/104
Taraflar arasındaki “Tarım Bağ-Kur sigortalılığının tespiti aksine kurum işleminin iptali“ davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Tokat İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 8.2.2007 gün ve 2006/1615 E. 2007/106 K. sayılı kararın incelenmesi davalı Bağ-Kur vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 21.Hukuk Dairesinin 5.4.2007 gün ve 2007/5627 E. 2007/6065 K. sayılı ilamı ile, (…1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici nedenlere göre davalı Kurumun aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazlarının reddine,
2-Dava davacının 7.4.2001-1.6.2006 tarihleri arasında tarım Bağ-Kur sigortalısı olduğunun tespiti istemine ilişkindir.
Tokat İş Mahkemesinin Yargıtay 21.H.D.nin 2005/12463-14599 sayılı ilamı ile onanarak kesinleşen 18.10.2005 tarih 2005/352-1628 sayılı kararında davacının 1.5.1995-10.3.2004 tarihleri arasında Tarım Bağ-Kur sigortalısı olduğunun kabulüne karar verilmiştir. Temyize konu 8.2.2007 tarih 2006/1615 E. 2007/106 sayılı kararda ise davacının 6.4.2001-10.3.2004 tarihleri arasında Tarım Bağ-Kur sigortalısı olduğunun tesbitine karar verilmiştir. Her iki karar birlikte değerlendirildiğinde davacının 6.4.2001-10.3.2004 tarihleri arasında Tarım Bağ-Kurlu olduğunun tesbiti mükerreren kabul edilmiştir. Tokat İş Mahkemesinin 18.10.2005 tarihli kararında tesbite karar verilen 1.5.1995-10.3.2004 tarihleri arasındaki dönemde davacının aynı zamanda 25.2.2001-5.4.2001 tarihleri arasında 39 gün zorunlu SSK sigortalısı 1.9.2001-30.10.2001 tarihleri arasında SSK. İsteğe bağlı sigortalısı olduğu da görülmektedir. Zorunlu SSK.lı olduğu 25.2.2001-5.4.2001 ile 1.9.2001-30.10.2001 tarihleri arası isteğe bağlı sigortalı olduğu sürelerin dışlanmak sureti ile mahkeme kararının uygulanması gerekeceği Anayasanın 138/4.maddesinin gereğidir.
Kabule göre de davacı 7.,4.2001 tarihinden itibaren Zorunlu Tarım Bağ-Kur sigortalılığının kabulüne karar verilmesini ve bunun aksine kurum işleminin iptalini talep etmiştir. Mahkemece talep aşılarak davacının 6.4.2001 tarihinden itibaren de zorunlu Tarım Bağ-Kur sigortalısı olduğuna karar verilmesi ayrıca bozma nedenidir.
Yapılacak iş;davacının 10.3.2004 tarihi ile 4.9.2006 tarihleri arasında zorunlu Tarım Bağ-Kur sigortalılığının kabulüne karar vermek, diğer döneme ilişkin talebin ise “kesin hüküm” nedeni ile red etmekten ibarettir.
Mahkemece; bu maddi ve hukuki olgular göz önünde tutulmaksızın hatalı değerlendirme sonucu ile yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davalı Kurumun bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
I-Dava, Kurum işleminin iptali ile Tarım Bağ-Kur sigortalılığının tesbiti istemine ilişkin olup, yerel mahkemenin istemin kabulüne dair kararı, Özel Dairece, yukarıda yazılı gerekçelerle bozulmuş, yerel mahkemece önceki kararda direnilmesine karar verilmiştir.
Uyuşmazlık; davalı Kurumun, kesinleşen yargı kararı ile hüküm altına alınan sigortalılık süreleri yönünden kısmi iptal kararı verip veremeyeceği, bu yöndeki bir işleminin, yeni bir Kurum işlemi olarak kabulü ile iptal davasına konu olup olamayacağı noktalarında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle; “dava şartı” ile “kesin hüküm” kavramlarının temel hukuki esasları üzerinde durulmasında yarar vardır.
Dava şartları, mahkemenin davanın esası hakkında yargılamada bulunabilmesi için gerekli olan şartlardır. Diğer bir anlatımla; dava açılabilmesi için değil, mahkemenin davanın esasına girebilmesi için aranan kamu düzeni ile ilgili zorunlu koşullardır.
Dava konusu uyuşmazlığın daha önce bir kesin hüküm ile çözümlenmemiş olması da (olumsuz) dava şartıdır. Birinci dava ile ikinci davanın müddeabihlerinin (konusunun), dava sebeplerinin (vakıaların) ve taraflarının aynı olması maddi anlamda kesin hüküm oluşturur (HUMK m. 237). Kesin hüküm, hem bireyler için hem de devlet için hukuki durumda bir kararlılık ortaya koyar. Bununla, hukuki güvenlilik ve yargı erkine güven sağlandığından kamu yararı ile doğrudan ilgilidir.
Mahkeme, hem davanın açıldığı günde, hem de yargılamanın her aşamasında dava şartlarını kendiliğinden araştırıp inceler ve bu konuda tarafların istem ve beyanları ile bağlı değildir. Dava şartları dava açılmasından hüküm verilmesine kadar varolmalıdır.
Bir kısım sigortalılık süresi yönünden daha önce verilmiş ve kesinleşmiş bir mahkeme kararı vardır. Eldeki davanın tarafları, konusu ve maddi vakıaları önceki dava ile aynı olup, kesin hükmün varlığı ortadadır.
Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular gözönünde tutulmaksızın (belirtilen sigortalılık süresi ile sınırlı olarak) davanın kesin hüküm nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken kabulü yönünde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
II-Kesinleşen yargı kararı ile hüküm altına alınan sigortalılık sürelerinin davalı idarece iptal edildiği, bu nedenle, belirtilen sigortalılık sürelerinin geçerli olduğunun tesbiti ile aksine Kurum (iptal kararının) işleminin iptaline karar verilmesi gerektiği yönündeki düşünceye gelince;
Anayasanın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyetinin hukuk devleti olduğu vurgulanmakta ve 138. maddesinin son fıkrasında “Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiç bir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez” yolunda açık, kesin ve buyurucu bir kurala yer verilmektedir.
Benzeri bir hükme 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 28. maddesinde de yer verildiği görülmektedir. Anılan maddede yer verilen, “Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur” normu ile Anayasanın 2. maddesinde yer alan “hukuk devleti” ilkesine uygun bir düzenleme getirilmektedir.
Anayasa hükmü karşısında, idarenin maddi ve hukuki koşullara göre uygulanabilir nitelikte olan bir yargı kararını “aynen” ve “gecikmeksizin” uygulamaktan başka bir seçeneği bulunmamaktadır.
Nitekim Yasa Koyucu, görevlilerin yargı kararlarına uymamalarının, yada uygulamış gibi görünüp, yargı kararının sonuçlarını etkisiz hale getirmeye yönelik eylemlerinin kişisel hakların çiğnenmesine yol açacağı, devlete olan güveni sarsacağı ve adalete olan inancı zayıflatacağı düşüncesiyle, “keyfi” davranan görevlilerin eylemlerini TCK kapsamında yaptırıma bağlamıştır. Gerek öğretide, gerekse sapma göstermeyen Yargısal içtihatlarda, yargı kararlarını uygulamamanın salt kişisel kusuru oluşturacağı benimsenmiştir.
Mahkeme kararları, yasal yöntemi ile ortadan kalkmadıkça hukukun gerçeğini belgeleyen hükümler olarak uygulanması zorunlu yaptırım gücüne sahip belgelerdir. Bu yaptırım gücünün, herhangi bir nedene dayanılarak ve dayanılan nedenin haklılığı ileri sürülerek etkisiz hale sokulması ya da zafiyete uğratılması hukuk devletinde kabul edilemez.
Gerçekte de bireylerin devlete karşı güven duyabilmeleri, maddi ve manevi varlıklarını serbestçe, korkusuzca geliştirebilmeleri, ancak hukuk güvenliğinin sağlandığı bir sistem içinde olanaklıdır. Hukuk devleti ilkelerinin yaşama geçirilmesi, amacının sağlanması için bağımsız yargı kararlarına uymak kaçınılmaz bir zorunluluktur.
Tüm bu kurallar, yargı kararlarının etkinliğini artırmaya, keyfiliği önlemeye, hukukun üstünlüğü ve adalet kavramlarının yaşama geçirilmesini temine yöneliktir.
Yukarıda belirtilen maddi ve yasal olgular dikkate alındığında, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uymak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda ve Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA, 14.05.2008 gününde oybirliğiyle karar verildi.