YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2008/333
KARAR NO : 2008/326
KARAR TARİHİ : 16.04.2008
MAHKEMESİ : Çayeli Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 11/12/2007
NUMARASI : 2007/184-2007/185
Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Çayeli Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 20.2.2007 gün ve 11-20 sayılı kararın incelenmesi davalı tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1.Hukuk Dairesinin 30.4.2007 gün ve 3606-4662 sayılı ilamı ile, (..Dava, tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; çekişme konusu ..parsel sayılı taşınmazın Sosyal Sigortalar Genel Müdürlüğü’ne ait iken üzerinde hastane binası bulunması sebebiyle 5283 Sayılı Yasa hükümleri uyarınca davalı Hazineye devredildiği anlaşılmaktadır.
Davacı idare, 16 parsel sayılı taşınmazı üzerinde, hastane binası bulunduğu gibi aynı zamanda mensuplarının lojman ihtiyacını karşılayan binaların da bulunduğunu, lojman niteliğinde olan bölümlerin yasa kapsamında bulunmadığı halde davalıya devredildiğini ileri sürerek, bu bölümlere ilişkin tapunun iptali ile adına tescilini istemiştir.
Yanlar arasındaki uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasında, 19.1.2005 gün ve 25705 sayılı mükerrer resmi gazetede yayınlanan “Bazı Kamu Kurum ve Kuruluşlarına Ait Sağlık Birimlerinin Sağlık Bakanlığına Devredilmesine” ilişkin 5283 Sayılı Yasanın amaç ve kapsamını belirlemede zorunluluk bulunduğu kuşkusuzdur.
Anılan yasanın “tanımlar” başlıklı 3/d maddesi, “kurum tabiplikleri hariç olmak üzere kamu kurum ve kuruluşlarına ait hastane, dispanser, sağlık merkezi veya istasyonu ile her ne ad altında olursa olsun insan sağlığı ile ilgili hizmet sunan tüm birimleri sağlık birimi olarak tanımlamış; yasanın 4.maddesi, “kamu kurum ve kuruluşlarına ait tüm sağlık birimleri; bunlara ait her türlü görev, hak ve yükümlülükler, taşınırlar ve taşınmazlarla birlikte Soysal Sigortalar Kurumuna ait alanları bedeli karşılığı, diğerleri bedelsiz olarak aşağıdaki usul ve esaslar çerçevesinde bakanlığa devredilir;” hükmünü düzenlemiş; 4/b-1.maddesi, “devirlerin kurulacak komisyonlar aracılığı ile yapılacağını ve komisyonların nasıl kurulduğunu belirlemiş; 4/e maddesinde ise “devredilen sağlık birimleri, kamu kurum ve kuruluşlarına ait arazi, arsa ve binaların bir bölümünde hizmet vermesi halinde, bunların komisyonlarca tespit edilecek kısımları gerektiğinde ifraz edilerek veya kat mülkiyeti ya da kat irtifakı kurularak Bakanlığa devredilir. Bu kısımların tespitinde; Sosyal Sigortalar Kurumunun ihtiyacı, hizmetin etkin ve verimli sunulması ve geleceğe yönelik kapasite ihtiyacı göz önünde bulundurulur. Binaların bir kısmında hizmet sunulan sağlık birimlerinin devrinde komisyonlarca, devrin taşınır, taşıtlar ve personelle sınırlı tutulmasına da karar verilebilir.” 4/1 maddesinde de “bu kanunla Bakanlığa devredilen sağlık birimlerine ait taşınmazların mülkiyeti tapuda resen Hazine adına tescil edildikten sonra bu taşınmazlar Sağlık Bakanlığına tahsis edilmiş sayılır biçiminde düzenlemeye yer verilmiştir.
Tüm bu hükümler ışığında Yasanın 4. maddesinde kastedilen taşınmazların “fiilen sağlık hizmeti veren taşınmazlar olduğu” sonucuna varılmaktadır.
Nitekim, Maliye Bakanlığı Milli Emlak Genel Müdürlüğü yazılarında da devredilmesi gereken taşınmazların fiilen sağlık hizmeti verilen taşınmazlar olduğu vurgulanmıştır.
Somut olaya gelince, gerçekten de taşınmazın bir kısım bölümlerinin fiilen sağlık hizmeti veren hastane niteliğinde olduğu, bir kısmının da devri gerekmeyen lojman niteliğinde yer olduğu bilirkişi raporuyla sabittir. Devri gerekmeyen yerlerin ifrazının mümkün olması halinde, davanın kabul edilmesi gerektiğinde kuşku yoktur. Ancak, bunun ve 3194 Sayılı Yasanın 15 ve 16.maddesi hükmü uyarınca belediye encümeninin ifrazının mümkün olup olmadığına ilişkin kararına bağlı olacağı şüphesizdir.
Ne varki, mahkemece sadece belediye başkanlığının imzaladığı yazı ile yetinilerek karar tesisi cihetine gidilmiştir.
O halde, öncelikle bilirkişi raporunda yasa kapsamında olmadığı belirtilen taşınmaz üzerindeki lojman binası yerinin ifrazının mümkün olup olmadığının belediye encümeninden alınacak kararla saptanması, orada belirlenecek durum gözetilmek suretiyle bir karar verilmesi gerekirken, yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalı
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü;
Dava, 5283 sayılı Kanun’dan kaynaklanan tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Davacı S.S.K Başkanlığı, çekişme konusu 49 ada 16 parsel sayılı taşınmaz üzerinde hastane ile lojman olarak kullanılan binaların bulunduğunu, hastane binasının yer aldığı taşınmaz bölümünün 5283 sayılı Kanun hükümleri gereğince 8.5.2005 tarihinde Hazineye devrinde bir isabetsizlik bulunmamasına karşın, aynı taşınmaz üzerinde lojmanların bulunduğu kısımların ifraz edilmek suretiyle idareleri üzerinde bırakılması gerektiği halde, lojman binasının da devredilmiş olmasının yasal bir dayanağının bulunmadığını, bu bölümlere ilişkin Hazine üzerindeki sicil kaydının yolsuz tescil niteliği taşıdığını ileri sürerek, lojmanların yer aldığı taşınmaz kısımlarının ifrazı ve tapusunun iptaliyle S.S.K Başkanlığı adına tapuya tescilini talep ve dava etmiştir.
Davalı Hazine temsilcisi, 4205 m2 yüzölçümlü, 49 ada, 16 parsel sayılı taşınmaz üzerinde 5283 sayılı Kanun kapsamında kalmayan “lojman” nitelikli binaların bulunduğu bölümlerin ifrazının mümkün olmadığını, taşınmazın bir bütün olarak Hazine adına tescil edildiğini, davanın reddine karar verilmesini cevaben bildirmiştir.
Mahkemece, çekişme konusu taşınmazda kısmen hastane ve kısmen de lojman olarak hizmet veren binaların bulunduğu keşfen saptanmış, Çayeli Belediye Başkanlığından alınan, lojmanın üzerinde yer aldığı taşınmaz bölümünün ifrazına olanak bulunmadığına dair yazı hükme esas alınarak davanın kabulüne, taşınmazda kat mülkiyeti kurulmak suretiyle lojmanın kat mülkiyetli hali ile S.S.K. Başkanlığı adına tesciline karar verilmiştir.
Davalı Hazine temsilcisinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairece, yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuştur.
3194 sayılı İmar Kanunu’nda yer alan hükümler kamu düzeniyle ilgilidir. Bu sebeple yasa koyucu imar planlarının bozulmaması yönünden taşınmazların tevhit ve ifraz işlemlerini kişinin veya kişilerin insiyatifine bırakmamış, 3194 sayılı Kanunu’nun 16.maddesi hükmüyle belediye ve mücavir alan hudutları içindeki gayrimenkullerin re’sen veya müracaat üzerine tevhit veya ifrazı, bunlar üzerinde irtifak hakkı tesisi veya bu hakların terkini belediye encümeninin, şayet taşınmaz belediye veya mücavir alan sınırları dışında ise bu takdirde de il idare kurullarının onayına bağlı tutmuştur. Başka bir anlatımla, yasal bir ifraz veya tevhit işleminin varlığının kabul edilebilmesi mutlaka encümen kararına dayalı olması halinde mümkün bulunmaktadır. Esasen 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun encümenin görev ve yetkilerini belirleyen 34.maddesinin (İ) fıkrası hükmünde de ”diğer kanunlarda belediye encümenine verilen görevleri yerine getirmek” şeklinde düzenlemeye yer verilmiştir.
Değinilen ilke ve yasal düzenlemeler karşısında, mahkemece belediye başkanlığından alınan ve bir encümen kararına dayanmayan taşınmazın ifrazının mümkün olmadığına dair yazıya değer verilerek neticeye gidilmiş olmasının kural olarak yasal ve doğru olduğu söylenemez.
Türk Medeni Kanunu’nun 719.maddesi taşınmazların yatay mülkiyet kapsamını belirlerken 718.maddesi hükmü ile de dikey mülkiyet kapsamını belirlemiştir. Ayrıca, 684.maddesi de; zemine malik olan kimsenin onun mütemmim cüzüne de malik olacağını öngörmüştür. Bu düzenlemelere göre; arz üzerindeki ana gayrimenkul bakımından 634 sayılı Kanun hükümlerinin öngördüğü kat mülkiyeti ve kat irtifakı kurulmadıkça taşınmazın üzerindeki binanın müstakil katları ve bölümleri yönünden müstakil mülkiyet oluşturulmasına yasal açıdan olanak yoktur. Zira Türk Medeni Kanunu zemin bir kimseye ait iken, üzerindeki yapının başkasına ait olması şeklinde çifte mülkiyete cevaz vermemiştir. O halde, ifrazın yatay mülkiyet halinin söz konusu olduğu hallerde araştırılması, aksi taktirde ifrazın olanaklı olup olmadığının araştırılmasına gerek bulunmadığı açıktır.
Kaldı ki, mahkemece ana gayrimenkulde kat mülkiyeti kurulmak suretiyle dava kabul edilmiştir.
Oysa, 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu’nun 10/4.maddesi hükmü kat mülkiyetinin ne yolla kurulacağı ve tescil edileceği konusunda genel kuralı belirlemiştir. Buna göre, kat mülkiyeti tapu memurunca düzenlenen resmi senet (sözleşme) uyarınca ya da aynı maddenin son fıkrasına göre; mahkeme kararı ile kurulur ve tescil edilir. Böylece varlık kazanır. Gerek sözleşme uyarınca tapu idaresince ve gerekse mahkeme kararı ile kat mülkiyeti kurulacak hallerde aynı Kanun’un 10.maddesi ile 13.4.1983 tarihli ve 2814 sayılı Kanun’un 4, 6.maddeleriyle değişik 12, 13.maddesi hükümlerinin gözetilmesi gerekeceğinde kuşku bulunmamaktadır. Bu iki halden ilkinde ana taşınmazın maliki ya da ortak malikleri tarafından istenilmesiyle; mahkeme kararıyla kat mülkiyetine geçişte ise 10.maddenin, 5.fıkrasında öngörüldüğü üzere kat mülkiyetine konu olmaya elverişli bir gayrimenkul üzerindeki ortaklığın giderilmesi davalarında mirasçılardan veya ortak maliklerden birinin paylaşmanın kat mülkiyeti kurulması ve bağımsız bölümlerin tahsisi suretiyle yapılmasını istemesiyle mümkün olacağı tartışmasızdır. O halde, değinilen yasal düzenlemeler ve ilkeler ışığında durum irdelendiğinde, kat mülkiyetinin kurulmasını isteme hakkının mutlaka taşınmazın malikine veya paydaşına yahut onların yasal temsilcilerine ait olacağı kuşkusuzdur. Bir başka ifadeyle, taşınmazda mülkiyetten kaynaklanan bir hakkı bulunmayanın ya da yasal temsilci olmayanın bu hakkı kullanmasına olanak yoktur. Aynı ilkeler 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu’nun 14.maddesinde öngörülen kat irtifakının kurulmasında da geçerlidir.
Somut olaya gelince; taşınmaz tapuda davalı adına kayıtlıdır. Davacı adına sicilden kaynaklanan bir mülkiyet hakkı bulunmamaktadır. Tescilden önce mülkiyet hakkı sağlayan Türk Medeni Kanunu’nun 705.maddesi hükmünde sayılan hallerden hiçbirinin davacı bakımından gerçekleşmediği gözetildiğinde, davacı idarenin kat mülkiyetine geçilmesi yönünde açacağı davanın da dinlenilmesinin olanaklı olduğu söylenemez.
Ayrıca, kat mülkiyeti kurulmasına yönelik düzenlemelerin 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu’ndan kaynaklandığı açıktır. Anılan Kanun’un 2814 sayılı Kanun’un 15.maddesi ile getirilen Ek 1.maddesinde aynen; “Bu Kanunun uygulanmasından doğacak her türlü anlaşmazlık Sulh Hukuk Mahkemelerinde çözümlenir” düzenlemesine yer verilmiştir.
Bilindiği üzere; görev kamu düzeniyle ilgili olup, davanın her aşamasında mahkemece kendiliğinden gözetilmesi gerekli bir kuraldır.
Öyleyse, mahkemece bu kuralın gözardı edilmiş olması da doğru değildir. Ancak, somut olayda tapu iptali ve tescil talep edilip, dava açıldığından kat mülkiyetine geçiş istenilmediğinden görev konusuna girilmemiştir.
O halde, taraflar arasındaki çekişmenin davacının taşınmazda paydaş kılınmasıyla çözüme kavuşturulacağında, daha açık bir söyleyişle, kat mülkiyetine geçme olgusunun da davacının taşınmazda malik olması (paydaş kılınması) ile ancak mümkün ve dinlenilebilir hale geleceğinde şüphe yoktur.
Bütün bu anlatılanların ışığında, öncelikle mahkemece Çayeli Belediye Başkanlığı’na yazı yazılarak dava konusu taşınmazın ifrazının mümkün olup olmadığına ilişkin belediye encümeni kararı istenip, ifraz olanaklı bulunduğu takdirde ifraza karar verilmesi; bulunmadığı takdirde taraflar arasındaki uyuşmazlığın mahkemece taşınmazın kanun gereğince devrinin mümkün olmadığı belirlenen bölümlerinin, ana taşınmazın yüzölçümüne oranlanmasıyla bulunacak oran dahilinde davacı idarenin taşınmazda paydaş kılınması suretiyle çözüme bağlanması gerekir. Açıklanan nedenlerle, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Direnme kararı bozulmalıdır.
S O N U Ç : Davalı Hazinenin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.’nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, 16.4.2008 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Dava, Bazı Kamu Kurum ve Kuruluşlarına Ait Sağlık Birimlerinin Sağlık Bakanlığına Devredilmesine Dair 5283 sayılı Kanun uyarınca Rize’nin Çayeli İlçesinde bulunan Sosyal Sigortalar Kurumu Hastanesinin Sağlık Bakanlığına devri sırasında bu parsel üzerinde bulunan lojmanların da devredildiği ileri sürülerek, Kuruma ait olan ve yolsuz tescil sonucu Maliye Hazinesi adına tescil edilen Çayeli İlçesi …Mahallesi ..Ada .. parselde kayıtlı lojman binasına ait tapu kaydının iptali ile Sosyal Sigortalar Kurumu (Genel Sağlık Sigortası Kurumu) adına tescili istemine ilişkindir.
Bilindiği üzere, 5283 sayılı Kanun, kamu kurum ve kuruluşlarına ait sağlık birimlerinin Sağlık Bakanlığına devredilmesi için kabul edilmiş olup, devrin usul ve esaslarını belirlemiştir. Kanunun 3. maddesinde sağlık birimlerinden neyin amaçlandığı açıkça gösterilmiş, lojmanlar devire konu yerler arasında sayılmamış, dolayısıyla ayrık tutulmuştur. Dosyada mevcut 24.02.2005 günlü “Taşınmaz tespit tutanağı”nda; 4205 m2’lik parsel üzerinde inşa edilmiş bulunan Çayeli SSK Hastanesinin bir bodrum, bir zemin ve üç normal kattan müteşekkil olup kapalı alanının toplam 5000 m2 olduğu açıklanmıştır. Dava konusu taşınmaz mal ile ilgili olarak Çayeli Belediyesinin 14.07.2005 gün ve 1299 sayılı yazısında; İlçenin ..Mahallesi … Pafta, … Ada, .. Parsel numarası ile tapuya kayıtlı bulunan yerin bulunduğu alanın, imar planında resmi kurum alanı olarak ayrıldığı, sözü edilen taşınmazın üzerinde bulunan Hastane binası ve bunun müştemilatı olan lojman binası yerinin ifraz edilmesi ile oluşacak yeni parsellerin imar planı yapım yönetmeliğinde belirtilen sosyal ve teknik altyapı alanlarının büyüklüğünü sağlamayacağının belirlendiği bildirilmiştir. Bu yazıdan da anlaşılacağı gibi sözü edilen ..parsel sayılı taşınmazın ifrazının mümkün olmadığı bildirilmiş, ayrıca yargılama sırasında bu konuda yapılan keşif sonucu inşaat ve harita mühendislerinden oluşan teknik bilirkişi kurulu da 31.1.2007 günlü raporunda; İmar Planı Yapım Yönetmeliğinin 27. maddesi hükmüne dayanarak ifrazın mümkün olmadığı görüşünü ileri sürmüştür. Öte yandan 5283 sayılı Kanunun 4/e maddesinde; devredilen sağlık birimlerinin, kamu kurum ve kuruluşlarına ait arazi, arsa ve binaların bir kısmında hizmet vermesi halinde, bunların komisyonlarca tespit edilecek kısımları gerektiğinde ifraz edilerek…. Bakanlığa devredilir denilmektedir. İfrazın mümkün olamadığı hallerde ise bir çözüm yolu olarak kat mülkiyeti kurulmasını önermektedir. Bu düzenlemeden de açıkça anlaşılmaktadır ki yasa koyucu, imar mevzuatına aykırı düşecek ifrazlara izin vermemektedir. Belediyenin, kendi imar planı ve imar mevzuatı çerçevesinde yapmış olduğu değerlendirmeyi kabul etmeyip bu konuda ayrıca Belediye Encümeninin kararını istemek yasalara aykırı bir taleptir. Çünkü 5393 sayılı Belediye Kanununun 33. maddesine göre; Belediye encümeninin başkanı, Belediye Başkanıdır. Aynı Yasanın 35. maddesinde de; encümenin gündeminin Belediye Başkanı tarafından hazırlanacağı, Encümen üyelerinin, Başkanın uygun görüşü ile gündem maddesi teklif edebilecekleri, Belediye Başkanı tarafından havale edilmeyen konuların encümende görüşülemeyeceği hiçbir tereddüde yer vermeksizin öngörülmüştür. Bu madde hükmünden de anlaşılacağı gibi Belediye Başkanının istemediği, görüşülmek üzere gündeme almadığı hiçbir konu encümende görüşülmez ve karara bağlanamaz. Encümen, genellikle bir karar organıdır ve Belediye Başkanının yasalar gereği Belediye Encümeninden geçirmek ve oradan karar almak zorunda bulunduğu konularda görüş bildirir, aldığı çok sınırlı sayıdaki kararları uygular (kamulaştırma kararlarında olduğu gibi), veya gündemine getirilen konularda onay verir, reddedebilir. 3194 sayılı İmar Kanununun 16. maddesiyle Belediye Encümenlerine verilen yetki sadece onay yetkisidir. Belediye Başkanı, imar planında bir değişiklik yapmak istediği takdirde taslağı encümen toplantısına getirir ve böyle bir değişikliğin İmar Kanununa ve Yönetmeliğine uygun olup olmadığını denetleyip onaylamak encümenin görevleri arasındadır. Belediye Encümenine yasa, imar planı yapmak veya değiştirmek yetkisi vermemiştir. İfraz ve tevhid işleri burada olduğu gibi imar planı değişikliğini gerektiriyorsa, bu konuda Belediye İmar Müdürlüğü veya bunun görevlerini yerine getiren ilgili birim, gerekli değişikliği mevzuata ve yönetmeliğe uygun şekilde yapıp Belediye Encümeninden geçirir ve oradan bu koşullarda onay almak zorunluluğu doğar. Yüksek 1. Hukuk Dairesinin bozma kararı, Belediye Başkanını adeta imar planında değişiklik yapmaya ve bu değişikliği encümenin gündemine getirmeye zorlamaktadır. İdari konularda idareyi bu şekilde karar almaya yöneltmek yasalara uygun düşmemektedir. Şehir İmar Planı değişikliğini, yasalara ve onların uygulamasını gösteren yönetmeliklere aykırı bir şekilde yaparak ifraz işlemini gerçekleştirmek mümkün değildir. Belediyenin, sözü edilen dava konusu …numaralı parselin ifrazının olanaklı olmadığına dair yazısı tamamen teknik bir değerlendirme sonucu yazılmış bir yazıdır. Zira; Resmi Gazete’de yayımlanarak İmar Kanunu ile birlikte yürürlüğe girmiş bulunan Plan Yapımına Ait Esaslara Dair Yönetmeliğin 16. maddesinde; hazırlanacak her ölçekteki imar planlarının yapım ve değişikliklerinde plan, planlanan beldenin ve bölgenin şartları ile gelecekteki gereksinimleri göz önünde tutularak sosyal ve teknik donatı alanlarında Ek -1’deki tabloda belirtilen asgari standartlara uyulacağı belirtilmiş, Yönetmeliğin Ek-1/C maddesinde de Dispanser-semt polikliniği için asgari alan büyüklüğünün en az 5000 m2 olması gerektiği öngörülmüştür. Dava konusu parselin alanının 4205,00 m2 olduğu dikkate alınırsa, bunun ifrazı hiçbir şekilde mümkün olamayacağı aşikardır. Denilebilir ki; ifrazın mümkün olup olmadığına Belediye Başkanı karar veremez. Bunun için, (ifrazın mümkün olmadığına dair) encümenden karar alınmalıdır. Böyle bir mantıkla hareket ettiğimiz takdirde yasalara göre belediye idaresinin başı olan ve belediye tüzel kişiliğini temsil eden Belediye Başkanlarına güvenmemiş oluruz. Somut olayda Belediye Başkanı Encümene bu konuyu nasıl getirecek. Mahkemenin istemi üzerine dahi olsa Kanuna aykırı imar planı değişikliği gerçekleştirip encümenin önüne getiremez. Geriye bir tek konu kalıyor. O da; Belediye Başkanının tafsilatlı bir yazı ile Belediye Encümenine başvurarak; imar mevzuatına aykırı olduğu için dava konusu 16 numaralı parselin ifrazının mümkün olmadığını ilgili yerlere bildirdiğini, kendisinin bu konuda yetkisiz olduğuna encümen kararı alınması gerektiğine karar verildiğini belirterek Encümenin konuyu değerlendirip bir karar vermesini isteyecektir. Yasa hükümleri karşısında Belediye Başkanını böyle davranmaya zorlamak mümkün değildir. Kaldı ki dava konusu parselin ifrazının mümkün olmadığını görmek için teknik bilgi ve deneyime de ihtiyaç yoktur. Mevzuatı gözden geçiren herkes kolaylıkla bu kanıya varabilir. Belediyenin iç çalışma düzeninde böyle bir yazıyı bizzat Belediye Başkanının kimseye danışmadan, imar planını incelemeden yazıp ilgili yerlere göndermesi mümkün değildir. Konu, ilgili birimce incelenir ve gerekli cevap yazısı hazırlanarak Belediye Başkanının imzasıyla ilgili yerlere gönderilir. Açıklanan tüm bu nedenler karşısında yerel mahkeme kararının hukuka, kanuna, idare hukukunun temel prensiplerine uygun olduğu kanaatine vardığımdan Yüksek Dairenin bozma kararı ile sınırlı olarak Hukuk Genel Kurulunun değerli çoğunluğunun bu konudaki görüşüne katılamıyorum