YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2008/312
KARAR NO : 2008/306
KARAR TARİHİ : 09.04.2008
MAHKEMESİ : Ankara 26. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 31/12/2007
NUMARASI : 2007/289-2007/491
Taraflar arasındaki “itirazın iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 26.Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 28.12.2005 gün ve 145-486 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 15.Hukuk Dairesinin 07.05.2007 gün ve 2727-3088 sayılı ilamı ile; (…Dava ayıplı mal teslimi nedeniyle uğranılan ek zararların tazmini istemiyle açılmış mahkemece davanın reddine dair verilen kararın davacı vekilince temyiz edilmesi üzerine mahkemece kararın miktar itibariyle kesin olması nedeniyle temyiz isteminin reddine dair verilen karar davacı vekilince temyiz edilmiştir.
Davada 930.864.948 TL asıl alacak, 326.822.002 TL işlemiş faiz olmak üzere toplam 1.257 686.950 liralık icra takibine vaki itirazın iptali istenmiştir. Bu miktar itibariyle davanın konusu kesinlik sınırı dışında kaldığından mahkemenin temyiz isteminin reddine dair oluşturduğu 13.03.2006 tarihli kararın bozulmasına karar verilerek işin esasının incelenmesine geçildi.
Yukarıda da belirtildiği gibi, dava ayıplı imalattan kaynaklanan nakliye masraflarının tahsiline ilişkindir. Ayıplı mal teslim edildiği davalı yanca kabul edilmiştir. BK.’nın 360.maddesi uyarınca imalatın mukavele şartlarına muhalif olması veya eserin reddini gerektirmeyecek derecede ayıplı bulunması halinde eserin reddi veya bedelden tenzil talep edilebileceği gibi, müteahhidin kusurlu bulunması halinde zarar ve ziyan da talep edilmesi mümkündür. Dava konusu olayda eserin ayıplı olması nedeniyle değiştirilen mallar yurtdışına tekrar gönderilmek zorunda kalındığından nakliye ve gümrükleme masrafları da iki kez ödenmiş durumdadır. Bu nedenle davalı sözkonusu masrafları da davacıya ödemekle yükümlüdür. Nevar ki, ayıplı olduğu ileri sürülen mamüller davalıya iade edilmediğinden varsa bunların hurda bedelleri belirlenip davacı alacağından düşülmelidir. Ayrıca icra takibinden önce temerrüt varsa davalının temerrüde düştüğü tarihle icra takip tarihi arasındaki sürede avans faizi oranında işlemiş faiz miktarı saptanmalı ve itirazın bu şekilde iptaliyle takibin devamına karar verilmeli, takip konusu alacak likid olmadığından icra inkar tazminatı istemi de reddedilmelidir…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN : Davacı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, ayıplı mal teslimi nedeniyle uğranılan ek zararın tazmini amacıyla başlatılan icra takibine itirazın iptali istemine ilişkindir.
Davacı, satın alıp ihraç ettiği malların ayıplı çıkması üzerine davalıya başvurduğunu, davalının yeniden imal edilen malzemeyi kendilerine teslim ettiğini, kendilerinin de yurt dışına ihraç ettiklerini, bu şekilde malzemeyi ikinci kez yurt dışına göndermeleri nedeniyle fazladan gümrük ve nakliye masrafı ödediklerini, bu zararlarının tahsili amacıyla giriştikleri icra takibine haksız olarak davalının itiraz ettiğini beyanla itirazın iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı, davanın reddine karar verilmesini cevaben bildirmiştir. Mahkemece davanın reddine ilişkin olarak kurulan hüküm, Özel Dairece yukarıda açıklanan nedenlerle bozulmuş, Yerel Mahkemece ilk hükümde direnilmiştir.
1-Müddeabihin miktarı itibarıyla kararın temyizi kabil olup olmadığı konusu üzerinde öncelikle durulması gerekmektedir.
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 427/2.maddesi, taşınır mal ve alacak davalarında temyiz (kesinlik) sınırını düzenlerken “Miktar veya değer” ölçütünü esas almış, ancak, somut olaydaki gibi, asıl alacak ve onun takip tarihine kadar işlemiş faizinin ödetilmesi istemiyle girişilen bir icra takibinde borca itiraz üzerine açılan bir itirazın iptali davasında veya aynı miktardaki asıl alacak ile işlemiş faizin ödetilmesi istemiyle genel hükümlere göre açılan bir alacak davasında kesinlik sınırının asıl alacak tutarına mı, yoksa, asıl alacak ile onun işlemiş faizi olarak istenilen tutarın toplamına göre mi belirleneceği konusunda açık bir hüküm getirilmemiştir.
Esasen Kanunun bu yöndeki bir ayırımı içeren tek hükmü 1/2.maddededir ve “..Faiz, icra tazminat ve giderler görevin tespitinde hesaba katılmaz” şeklindedir. Açık ifadesine göre, bu hüküm, sadece görevli mahkemenin belirlenmesine ilişkin bir ölçütü içermektedir. Görev konusunda bu hükmü taşıyan Kanunun, temyiz sınırı ve benzeri yönlerden herhangi bir düzenleme içermediği görülmektedir.
Hukuk Genel Kurulu’nun geçmiş uygulamasında, zaman zaman, anılan hükümden (md.1/2) hareketle ve Kanunun düzenlemeleri arasında paralellik sağlanması amacıyla bu hükmün kesinlik sınırının belirlenmesinde de esas alınması gerektiği kabul edilmiş ise de, eldeki davanın temyiz incelemesi sırasında, bu görüş aşağıdaki gerekçelerle çoğunluk tarafından benimsenmemiştir:
Öncelikle Kanun, anılan maddede açıkça ve sadece mahkemelerin görevi açısından bir düzenleme getirmiş; amaçlanması halinde kesinlik sınırı gibi konularda da benzeri bir ayırım yapılması mümkün olmasına rağmen, bu yola gidilmemiştir. O halde, Kanunun salt görevle sınırlı tuttuğu düzenlemenin, başka konuları da içine alacak bir genişlikte yorumlanması doğru değildir.
İkinci olarak, öğretiye ve Yargıtay uygulamasına göre faiz, asıl alacağa bağlı, ikincil (feri nitelikte) ancak, ondan bağımsız bir alacaktır. Bunun doğal sonucu olarak da, belirli bir miktar paradan ibaret alacağın ödetilmesi istemiyle açılmış olan bir davada veya bu yöndeki bir icra takibinde faiz istememiş olan alacaklı, faizden açıkça feragat etmedikçe, asıl alacağa ilişkin dava veya takipte buna ilişkin hakkını saklı tutmasına dahi gerek olmaksızın, asıl alacak zamanaşımına uğramadığı sürece, faiz için ayrı bir dava veya takip yoluna gidilebilir. Eş söyleyişle, ana para (kapital) alacağına dönüşmüş olmasa bile, işlemiş faiz tutarı, tek başına bir davanın veya icra takibinin konusu olabilir. Böylesi bir icra takibi veya davada, müddeabbihin sadece işlemiş faizden oluşacağı açıktır.
Öte yandan, asıl alacakla birlikte istenildiği durumlarda, asıl alacağın türüne, niteliğine, miktarına, temerrüt tarihine ve zamanaşımı süresine bağlı olarak, bazen, ödetilmesi istenilen işlemiş faiz tutarının asıl alacaktan daha fazla olması dahi mümkündür.
Gerek asıl alacakla birlikte istenilmiş ve gerekse bağımsız bir dava veya takibe konu edilmiş olsun, alacaklının ödetilmesini istediği faiz miktarının yerinde ve doğru bir hesaplamaya bağlı olup olmadığının, kesinlik sınırı yönünden yapılacak bir incelemede değerlendirilemeyeceği de ortadadır.
Asıl alacak ve işlemiş faizin toplamını konu alan bir alacak veya itirazın iptali davası sonucunda verilen hükmün miktar yönünden temyizinin mümkün olup olmadığı değerlendirilirken, salt asıl alacak miktarının esas alınması halinde, örneğin; 1.100.000.000 TL. asıl alacak ve 100.000.000 TL. işlemiş faize ilişkin bir davada verilen, davanın bütünüyle kabul veya reddine ilişkin hüküm temyiz edilebilecek; buna karşılık, 1.000.000.000 TL asıl alacak ve 5.000.000.000 TL. işlemiş faizi konu alan başka bir dava sonucunda verilen hükme karşı temyiz yoluna gidilemeyecektir.
Dahası, müddeabihin kesinlik sınırının üzerinde olup olmadığının belirlenmesinde işlemiş faiz alacağının hiçbir şekilde dikkate alınmaması gerektiğinin benimsenmesi durumunda, salt asıl alacağa ilişkin davada veya icra takibinde istenilmeyen işlemiş faiz tutarını konu alan bir alacak veya itirazın iptali davasının müddeabihsiz kabul edilmesi gibi garip, açıklanamaz bir sonuç da doğacaktır. Çünkü, asıl alacağa ilişkin davada istenilmiş olan işlemiş faiz alacağı ile, bağımsız bir davaya konu edilen işlemiş faiz alacağı arasında hukuksal nitelikçe herhangi bir fark yoktur. Salt bağımsız bir davaya konu edilmiş olması, hukuksal nitelikçe işlemiş faiz alacağı olan bir alacağı ana para alacağına da dönüştürmez; bilindiği gibi, bir faiz alacağının ana paraya dönüşebilmesi için başkaca koşulların gerçekleşmiş olması gerekir. Bağımsız bir dava veya icra takibinin konusu olduğu durumlarda müddeabbihi tek başına oluşturan işlemiş faiz alacağının, kendisinin doğumuna neden olan asıl alacakla birlikte istenildiği dava veya takipte müddeabih dışında tutulmasının hiçbir tutarlı açıklaması olamaz.
Bütün bu nedenlerle gerek genel hükümlere göre açılmış alacak ve gerekse itirazın iptali davalarında verilen hükümlerin miktar yönünden temyizlerinin mümkün olup olmadığının belirlenmesinde, salt asıl alacak tutarının değil, onunla birlikte, harcı ödenmek suretiyle müddeabihe dahil edilerek dava veya takip yoluyla istenilmiş olan işlemiş faiz miktarının da gözetilmesi ve her ikisinin toplamının esas alınması gerektiği sonucuna varılmıştır. (Aynı yönde Hukuk Genel Kurulu’nun 04.05.2005 gün ve 2005/13-265 Esas, 2005/300 Karar sayılı ilamı)
Bu açıklamaların ışığında somut olaya bakıldığında davacı-alacaklının 930.864.948 TL. asıl alacak ve 326.822.002 TL. işlemiş faiz olmak üzere toplam 1.257.686.950 TL. miktarındaki alacak için icra takibi başlattığı, davalı-borçlunun bu miktarın tümüne itiraz ettiği, davacının asıl alacak ile birlikte işlemiş faizi de müddeabihe dahil ederek her ikisinin birlikte harcını ödeyerek itirazın iptalini talep ettiği, direnme kararının 31.12.2007 tarihli olup, bu tarih itibariyla kesinlik (temyiz edilebilirlik) sınırın 1.170 YTL. olduğu, dolayısıyla kararın kesin olmadığı anlaşılmakla, bu yöne ilişkin bozma kararı yerinde olup işin esasının incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
2-İşin esasının incelenmesine geçildiğinde, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 193.maddesi uygulaması bakımından dosyada bir ön sorun bulunduğu ortaya çıkmıştır.
Şöyle ki, Ankara 26.Asliye Hukuk Mahkemesi yaptığı yargılama sonunda Tüketici Mahkemesinin görevli olduğu kanaatine vararak 06.05.2004 tarihinde görevsizlik kararı vermiştir. Bu karar davacı vekiline 14.05.2004 tarihinde, davalı vekiline ise 20.05.2004 tarihinde tebliğ edilmiş ve karar temyiz edilmeksizin 07.06.2004 tarihinde kesinleşmiştir.
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 193.maddesi; “Görevsizlik veya yetkisizlik kararının kesinleşmesi tarihinden itibaren on gün içinde yeniden dilekçe verilmesi veya yeniden çağrı kağıdı tebliğ ettirilmesi gerekir. Aksi halde dava açılmamış sayılır”, hükmünü amirdir.
Bu itibarla, görevsizlik kararı veren mahkeme, görevsizlik kararında “dava dosyasının talep halinde görevli mahkemeye gönderilmesine” karar vermekle yetinir. Dava dosyasını resen görevli mahkemeye gönderemez. Dava dosyasının görevli mahkemeye gönderilebilmesi ve davaya görevli mahkemede devam edilebilmesi için, davacının 10 gün içinde görevli (yada görevsizlik kararı veren) mahkemeye başvurarak davalıya tebligat yaptırması gerekir. Aksi halde dava açılmamış sayılır. (HUMK.m. 193)
Görevli mahkemeye başvurma süresi olan 10 günlük süre hak düşürücü nitelikte bir süre olup, mahkemece kendiliğinden gözetilmesi gerekir.
Görevli (veya görevsiz) mahkemeye başvuru bir tahrik dilekçesi ile veya tebligat masrafını yatırarak olur. Bu dilekçe için bir şekil öngörülmemiştir. Bu dilekçe bir dava dilekçesi değildir. Dilekçede, davanın görevli mahkemede görülmesi için gerekli işlemlerin yapılması istenir.
Sözü edilen 10 günlük başvuru süresi içinde görevli (veya görevsiz) mahkemeye başvurarak, karşı tarafa yapılacak tebligat giderinin ve varsa dosya gönderme masrafının ödenmesi gerekli ve yeterlidir.
Dava dosyasını alan görevli mahkeme, ilk olarak, 10 günlük süre içinde görevli (veya görevsiz) mahkemeye başvurulmuş olup olmadığını re’sen inceler. Mahkeme, 10 gün içinde başvurulmadığını tespit ederse, başkaca bir işlem yapmadan, kendiliğinden davanın açılmamış sayılmasına karar verir.
Bu şekilde, 10 gün içinde başvurulması üzerine görevli mahkemede görülmeye başlanan dava, yeni bir dava olmayıp görevsiz mahkemede açılmış olan davanın devamı olduğundan, görevli mahkemede yeni bir harç alınmaz.
Bu hususlar Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 08.12.1984 gün ve 1981/15-616 E, 1984/75 K. sayılı ilamı; 12.05.1999 gün ve 1999/1-275 E, 1999/282 K. sayılı ilamı; 06.02.2002 gün ve 2002/8-72 E. ve 2002/60 K. sayılı ilamı; 21.03.2007 gün ve 2007/1-147 E, 2007/154 K. sayılı ilamı; 31.10.2007 gün ve 2007/11-799 E, 2007/803 K. sayılı ilamında da aynen benimsenmiştir.
Bu bilgilerin ışığında somut olaya bakıldığında ilk görevsizlik kararının kesinleştiği 07.06.2004 tarihinden itibaren HUMK.m.193’te açıklanan prosedüre uygun şekilde 10 günlük süre içerisinde dilekçe verilerek veya çağrı kağıdı tebliğ ettirmek için bir başvuru yapılmadığı anlaşıldığından, mahkemece kendiliğinden davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi gerekirdi. Bu hususa daha önceden dikkat edilmemişse de, yargılamanın her aşamasında re’sen nazara alınması gereken kamu düzenine ilişkin bir konu olması nedeniyle usuli kazanılmış hakkında istisnası olmasına göre; yerel mahkemece bu aşamada davanın açılmamış sayılmasına karar vermek gerekirken, esasa ilişkin olarak hüküm kurulması hatalı olup, bu nedenlerle direnme hükmü bozulmalıdır.
S O N U Ç : Davacı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Kararın kesin olmadığına ve temyizi kabil bulunduğuna oybirliği ile,
2-Yapılan temyiz incelemesi sonucunda davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi gerektiğinden yukarıda açıklanan nedenlerle HUMK.429 maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının iadesine oyçokluğu ile 09.04.2008 gününde karar verildi.