YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2008/302
KARAR NO : 2008/310
KARAR TARİHİ : 09.04.2008
MAHKEMESİ : Ümraniye Asliye 3. Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 27/12/2007
NUMARASI : 2007/667-695
Taraflar arasındaki “Şuyulandırma bedelinin artırılması” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ümraniye Asliye 3. Hukuk Mahkemesi’nce davanın reddine dair verilen 01.02.2007 gün ve 340–40 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 5. Hukuk Dairesi’nin 17.05.2007 gün ve 4546-6364 sayılı ilamıyla; (…Dava, imar uygulaması nedeniyle bedele dönüştürülen davacı payına takdir edilen karşılığın artırılması istemine ilişkindir.
Mahkemece, 10 yıllık zaman aşımı süresi dolduğundan bahisle davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekilince temyiz edilmiştir.
3194 sayılı İmar Kanununun 17/son maddesinde “bedellere itiraz şekilleri 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu hükümlerine göre yapılır” hükmü yer almaktadır.
2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 25. maddesi gereğince hakların kullanılması ve borçların yerine getirilmesi bakımından kamulaştırma işlemi taşınmaz sahibi için noter marifetiyle yapılan tebligatla başlar. Olayımızda bedele dönüştürme işlemi davalı idarece, davacıya tebliğ edilmemiştir.
Bu nedenle, davacının herhangi bir süreye tabi olmaksızın dava açma hakkı bulunduğu gözetilmeden 10 yıllık zamanaşımı süresi geçtiğinden bahisle davanın reddine karar verilmesi,doğru görülmemiştir…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davacı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, imar uygulaması sırasında bedele dönüştürülen davacı payına takdir edilen karşılığın artırılması istemine ilişkindir.
Davacı vekili 19.6.2006 tarihli dava dilekçesinde; müvekkilinin paydaşı bulunduğu 86 ve 87 parsel sayılı taşınmazlarda davalı Belediyece 2981/3290/3366 sayılı yasalar doğrultusunda yapılan ıslah imar planı uygulaması sonucu, müvekkilinin payının bir bölümünün imar düzenleme ortaklık payı olarak kesildiğini, bir kısım payına karşılık imar parsellerinden yer verildiğini ve dava konusu olan 1032.31 m2 payın ise bedele dönüştürüldüğünü; ancak, bedele dönüştürülen pay karşılığı takdir edilen meblağın, taşınmazın niteliklerine göre düşük olduğunu ileri sürerek, davacının payına takdir edilen karşılığın 6.200,00 YTL arttırılarak, bu bedelin değerlendirme tarihinden itibaren kamu alacaklarına uygulanan en yüksek faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı Ümraniye Belediye Başkanlığı vekili cevap dilekçesinde; müvekkili idarece 2981/3366/3290 sayılı Yasalar kapsamında yapılan ıslah imar planı uygulama çalışmasının askıya çıkarılıp tapuda tescil edildiğini ve davacı yararına takdir edilen ipotek bedellerinin de ödendiğini, bu itibarla şuyulandırma işleminden başından beri haberdar olan davacıya ait alacağın zamanaşımına uğradığını, ayrıca şuyulandırma işleminde aracılık görevi yapan müvekkili idareye husumet yöneltilemeyeceğini savunarak, davanın zamanaşımı, husumet ve esasa ilişkin nedenlerle reddine karar verilmesini cevaben bildirmiştir.
Mahkemenin; “imar uygulaması sonucu bedele dönüştürülen davacı payına idarece takdir edilen çekişmesiz bedelin davacıya ödendiği 18.03.1993–29.06.1993 tarihleri itibariyle davacının imar uygulaması işlemini öğrendiği ve bu tarihten, 19.06.2006 dava tarihine kadar on yıllık genel zamanaşımı süresinin geçtiği” gerekçesiyle “davanın zamanaşımı nedeniyle reddine” dair verdiği karar, Özel Daire’ce yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuş; Yerel Mahkemece “çekişmesiz ipotek bedelini alan davacının, bu bedeli aldığı tarihte dava açmaya yarayacak doğru ve sağlıklı bilgileri edinmiş sayılacağı, bu nedenle zamanaşımının başlangıcına çekişmesiz bedelin ödendiği tarihin esas alınması gerektiği” gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Davacının paydaşı bulunduğu A. D….. pafta, .. ve .. numaralı parsellerin davalı idarece ifraz ve ıslah imar planı uygulaması sonucu bir kısım payının imar düzenleme ortaklık payı olarak ayrıldığı; oluşan imar parsellerinden, davacının kalan bir kısım payına karşılık yer verildiği ve karşılığında imar parseli verilemeyen 1032.31 m2 davacı payının ise bedele dönüştürüldüğü; davalı idarece bankaya bloke edilen çekişmesiz bedelin 18.03.1993–29.06.1993 tarihleri arasında taksitler halinde davacıya ödendiği, ancak bedele dönüştürme işlemine ilişkin davacıya her hangi bir bildirim yapılmadan, paya takdir edilen bu bedelin artırılması talebiyle 19.06.2006 tarihinde eldeki davanın açıldığı konusunda uyuşmazlık bulunmamaktadır.
Uyuşmazlık; on yıllık zamanaşımı süresinin başlangıcına, çekişmesiz bedelin mal sahibine ödendiği tarihin mi, yoksa salt bedele dönüştürme işleminin tebliğ tarihinin mi esas alınması gerektiği; bu bağlamda somut olayda dava tarihi itibariyle on yıllık zamanaşımının geçirilip geçirilmediği noktalarında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümüne geçilmeden önce, imar uygulaması nedeniyle bedele dönüştürme işlemi sonucu malikin payına takdir edilen bedelin hukuki mahiyetinin; bir başka ifadeyle, taraflar arasındaki hukuki bağın niteliğinin irdelenmesinde yarar vardır.
Bilindiği gibi; iki veya daha fazla kimseler arasında mevcut olan ve bunlardan birisini diğerine karşı edimde bulunmakla yükümlü kılan hukuki bağa, borç bağı denir. Borç bağı, alacaklı bakımından bir alacak, borçlu bakımından bir borç veya yükümlülüktür (Andreas Von Tuhr. Borçlar Hukukunun Umumi Kısmı, Cevat Edege çevirisi. 1.cilt. Ankara 1983 s:9).
818 sayılı Borçlar Kanunu’nda, “Borçların Teşekkülü” başlığı altında, sözleşmeden doğan borçlar (m.1-40) ve haksız fiilden doğan borçlar (m.41-60) düzenlenmiş; yine aynı başlık altında, borçların üçüncü genel kaynağı olarak, haksız (sebepsiz) iktisap (m.61-66) öngörülmüştür.
Bunların dışında, ne hukuki bir işlemde açıklanan bir iradeye, ne de hukuka aykırı bir iradeye dayanmayan, diğer bir ifadeyle, kanundan doğan borçlar bulunmaktadır. Kısaca belirtmek gerekirse, borçların kaynağı; sözleşme, haksız fiil, sebepsiz iktisap ya da bir kanun hükmüdür.
Hemen belirtilmelidir ki sözleşme, tek taraflı hukuki işlemden farklı olarak, en az iki irade beyanını içerir, bu irade beyanlarının birbirine uygun ve karşılıklı olması gerekir. Borçlar Kanunu’nda sorumluluk nedenleri arasında düzenlenen haksız fiil ise hukuka aykırı bir eylemle başkasına zarar verilmesidir. Borçlar Kanunu’nda, sorumluluğun üçüncü genel kaynağı olarak öngörülen sebepsiz zenginleşmeden söz edilebilmesi için; bir taraf zenginleşirken diğerinin fakirleşmesi, zenginleşme ve fakirleşme arasında uygun nedensellik bağının bulunması ve zenginleşmenin hukuken geçerli bir nedene dayalı olmaması gerekir.
Görülmekte olan davada davacı, davalı idarece bedele dönüştürme işlemi yapılırken, kendi payına takdir edilen bedelin düşük olduğunu ileri sürmüş ve bu bedelin artırılmasını talep etmiştir. Bu haliyle, uyuşmazlığı doğuran asıl hukuki ilişki, imar uygulaması sonucu bedele dönüştürme işleminden kaynaklanmaktadır.
Taşınmaz mal sahibinin payı, rızası dışında bedele dönüştürüldüğünden, taraflar arasında bir sözleşme ilişkisinin varlığından söz edilemeyeceği açıktır. Yine, davalının hukuka aykırı ve kusurlu bir eylemi bulunmadığı gibi, davacının payının bedele dönüştürülmesinin, davalı yönünden bir sebepsiz zenginleşme oluşturmadığı da duraksamadan uzaktır.
O halde, tüm bunların dışında, kanundan kaynaklanan bir alacağın bulunup bulunmadığı hususu irdelenmelidir.
Bu noktada, gerek 3194 Sayılı İmar Kanununun 18. maddesi, gerekse 3290/2981 Sayılı Kanunun 10/C maddesine göre belediyeler, yerleşim yerleri ile bu yerlerdeki yapılaşmaların planlarını, fen, sağlık ve çevre koşullarına uygun biçimde oluşturulmasını sağlamak amacıyla imar sınırı içinde bulunan binalı ve binasız arsa ve arazileri maliklerinin veya diğer hak sahiplerinin olurlarını aramaksızın “hamur kuralını” uygulamak suretiyle birbirleriyle, yol fazlası ile kamu kurumlarına veya belediyelere ait bulunan yerlerle birleştirmeye bunları yeniden imar planına uygun ada veya parsellere ayırmaya, bağımsız, paylı veya kat mülkiyet esaslarına göre hak sahiplerine dağıtmaya resen tapu işlemlerini yapmaya yetkilidir.
3194 sayılı İmar Kanununun 17. maddesinde ise; “Belediye veya Valilik, kendi malı olan veya imar planlarının tatbiki sonucu kamulaştırmadan artan parçalarla, istikameti değiştirilen veya kapanan yol ve meydanlarda hasıl olan sahalardan müstakil inşaata elverişli olmayan parçaları bitişiğindeki arsa veya bina sahibine bedel takdiri suretiyle satmak, gayrimenkul sahiplerinin yola giden yerlerden dolayı tahakkuk eden istihkaklarını bedel takdiri suretiyle değiştirmek ve komşu gayrimenkul sahibi takdir edilen bedelle satın almaktan imtina ederse, şuyulandırıp satmak suretiyle imar planına uygunluğu temin eder” hükmü yer almış; aynı maddenin son fıkrasında da, bedel takdirleri ve bedele itiraz şekillerinin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu hükümlerine göre yapılması öngörülmüştür.
Buna göre; gerek İmar Kanunu gereğince yapılan parselasyon işlemleri, gerekse İmar Affı Yasasında öngörülen imar ıslah çalışmaları bir idari karara dayanmakta olup, az yukarıda değinildiği gibi, hissenin bedele dönüştürülmesi halinde bir haksız fiil ya da akdi bir ilişkinin varlığından söz edilemeyecektir. O itibarla, hissesi bedele dönüştürülen malike verilen bedelin, kamulaştırma parasında olduğu gibi, hukuka uygun bir işlem sonunda malı alınana verilen bir karşılık olarak nitelendirilmesi gerekir.
Şu durumda, somut olgunun kendine özgü yapısı itibariyle, özel kanundan doğan bir alacağın varlığı söz konusu olup; bu alacağın miktarı yönünden, malik için bizatihi kanundan neşet eden bir dava hakkı doğmaktadır. Kanundan doğan bu borcun ifası hakkındaki zamanaşımı ise, Borçlar Kanununun 125 inci maddesindeki 10 yıllık zamanaşımıdır.
Hemen ifade edilmelidir ki; Borçlar Kanununun 128. maddesi gereğince, zamanaşımı alacağın muaccel olduğu zamandan başlar; alacağın muacceliyeti bir ihbar vukuuna tabi ise, zamanaşımı bu haberin verilebileceği günden itibaren cereyan eder.
Burada, uyuşmazlığın çözümü açısından önemle üzerinde durulması gereken konu, idarenin imar uygulaması işlemi nedeniyle belirlediği bedele yönelik olarak açılacak davalarda zamanaşımının hangi tarihten başlayacağı sorunudur.
T.C Anayasasının 125. maddesinde, idari işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin yazılı bildirim tarihinden başlayacağı kurala bağlanmış; 7201 sayılı Tebligat Kanununa İlişkin Tebligat Tüzüğünün 51. maddesinde ise tebliğin muhatap muttali olmuş ise geçerli olacağı, muhatabın beyan ettiği tarihin tebliğ tarihi sayılacağı ve muhatabın tebliğe muttali olduğunun ve bunun tarihinin iddia ve ispatına cevaz bulunmadığı öngörülmüştür.
Yine, Danıştay İçtihatları Birleştirme Kurulu’nun 12.2.1970 gün ve E:1969/2 K:1970/1 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da, Anayasanın idarenin işlemlerinden dolayı açılacak davalarda zamanaşımının yazılı bildirim tarihinden başlayacağı hükmü karşısında ilan tarihini dava açma süresine başlangıç kabul etmenin imkansız olduğu, zira Anayasanın temel hukuk kuralları dışında bir konuyu ayrıntılarıyla düzenlemesi ve bu hükmün daha önceki kanunlarda bulunup aynı konuyu düzenleyen hükümlere aykırı olması halinde konuyu yeniden düzenleyen Anayasa hükmünün uygulanmasının tabi olduğu vurgulanmıştır.
3290/2981 Sayılı Kanunun 10/C maddesi ve 3194 Sayılı İmar Kanununun 18. maddesi uyarınca parselasyon planlarında ve dağıtım cetvellerinde kapsadıkları alan içindeki her taşınmaz mala karşılık sahiplerine verilecek bağımsız veya şuyulu imar parsellerinin parsel büyüklükleri, hisse miktarı, parsellerin konumu ve yine bedele dönüştürülen hisse miktarı, idarece takdir edilen bedel gibi hususlar ayrı ayrı gösterildiğinden, bu planların düzenlemeye tabi tuttukları taşınmaz sahipleri için sübjektif ve kişisel işlemler oldukları; bu itibarla idarenin böyle bir işlemi bizzat taşınmaz mal sahibine ve 7201 sayılı Yasanın ilgili hükümleri uyarınca tebliğ etmesi gerektiği kuşkusuzdur. Öyle ise, idarece yapılan imar uygulaması işleminden kaynaklanan her türlü dava için zamanaşımı, tebliğ (yazılı bildirim) tarihinden başlayacaktır.
Öte yandan, 3194 sayılı İmar Kanununun 17. maddesinin son fıkrasında Kamulaştırma Kanununa yapılan atıfla, bedel takdirlerinin ve bu bedele itiraz şekillerinin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu uyarınca yapılacağı hükmüne yer verilmiş; Kamulaştırma Kanununun, “Tebliğ ile Doğacak Haklar ve Borçlar” başlığı altında düzenlenen 25. maddesinin, 4650 sayılı Yasa ile değişiklikten önceki ve sonraki metinlerinde, taşınmaz mal sahibi için hakların kullanılması ve borçların yerine getirilmesi bakımından kamulaştırma işleminin tebliğinin esas olduğu, eş söyleyişle kamulaştırma işleminin mal sahibine yapılan tebligatla başlaması öngörülmüştür.
Bu haliyle, mal sahibi yönünden açılacak davalarda, zamanaşımı ve hak düşürücü sürelerin başlangıcına; ilke olarak, mal sahibinin hakkını dava edebilir duruma geldiği tebliğ tarihinin esas alınması gerektiği açıktır. Anılan ilkeye tek istisna, 24.06.1994 tarih ve 1993/3 Esas, 1994/2 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı ile getirilmiş ve mal sahibine kamulaştırma işlemi ile ilgili yasaya uygun bir bildirim yapılmamış olması halinde, Kamulaştırma Kanunu’nun 14.maddesinde öngörülen 30 günlük hak düşürücü sürenin tapuda ferağ işleminin yapıldığı tarihte başlayacağı benimsenmiştir.
Böylece, kamulaştırma hukukunda, hak arama durumunda olan taşınmaz mal sahibi yönünden dava ve talep haklarının kullanılması, idarece yapılacak bildirime bağlanmıştır.
Açıklanan Anayasal ve yasal düzenlemeler karşısında; gerek 3194 Sayılı İmar Kanununun 18. maddesi ve gerekse 3290/2981 Sayılı Kanunun 10/C maddesine göre yapılan imar uygulaması işlemlerinin, idarece taşınmaz mal sahibine 7201 sayılı Tebligat Kanununun ilgili hükümleri uyarınca tebliği zorunlu olup; sözü edilen tebligatın, Borçlar Kanununun 128. maddesinin 2. cümlesinde yer alan ve muacceliyetin başlangıcı olarak işaret edilen “ihbar” mahiyetinde bulunduğu; dolayısıyla, idarece taşınmaz mal sahibine tebligat yapılıp ihbarda bulunulmadıkça, imar uygulamasından kaynaklanan alacağa ilişkin zamanaşımının başlamayacağı her türlü duraksamadan uzaktır. Bu cümleden olarak, bedele dönüştürme işlemi sonucu malikin payına takdir edilen çekişmesiz bedelin ödenmiş olması ihbar (tebligat) mahiyetinde kabul edilip, on yıllık zamanaşımı başlangıcına ödeme tarihinin esas teşkil etmesi olanaklı değildir.
Kısaca; idarece, imar uygulaması nedeniyle bedele dönüştürme işlemi ile ilgili olarak yasaya uygun bir ihbar (tebligat) bildirim yapılmadığı sürece, taşınmaz mal sahibinin her hangi bir süreye tabi olmaksızın dava açma hakkı bulunmaktadır.
Somut olayda; 86 ve 87 numaralı parsellerde müşterek paydaş olan davacının 1032.31 m2 payının, davalı idarece ifraz ve ıslah imar planı uygulaması sonucu bedele dönüştürüldüğü ve bankaya bloke edilen çekişmesiz bedelin 18.03.1993–29.06.1993 tarihleri arasında taksitler halinde davacıya ödendiği anlaşılmaktadır. Ne var ki imar uygulaması işlemi ile ilgili olarak davacıya 7201 sayılı Tebligat Kanununun ilgili hükümleri uyarınca ihtar (tebligat) yapılmadığından, Borçlar Kanununun 125. maddesinde öngörülen zamanaşımının başladığından söz edilemez. Taşınmaz mal sahibi davacı tarafından idare yararına tapuda rızaen ferağ işlemi de yapılmadığından, yukarıda açıklanan Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı çerçevesinde ayrık bir durum da söz konusu değildir.
Sonuç itibariyle, yukarıda değinilen ilkelere göre, davacının tebligat yapılmadığı veya ferağ verilmediği takdirde süreye tabi olmaksızın imar uygulaması sırasında bedele dönüştürülen payına takdir edilen karşılığın artırılması istemiyle her zaman dava açma hakkı bulunmaktadır.
Hal böyle olunca; Yerel Mahkemece, aynı yöne işaret eden ve Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsen Özel Daire bozma kararına uyularak, işin esasına girilmesi ve sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken; yanılgılı teşhis ve değerlendirme sonucu, çekişmesiz bedelin davacı tarafından alındığı 1993 ödeme tarihinin zamanaşımı başlangıcına esas alınarak, 19.06.2006 dava tarihi itibariyle on yıllık zamanaşımın süresinin geçirildiği gerekçesiyle davanın reddine dair verilen kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Direnme kararı bu nedenle bozulmalıdır.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda ve Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı ve HUMK.nun 429 maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 9.4.2008 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Dava, imar uygulaması sırasında şuyulandırma (ortaklaştırma) sonucu bedele dönüştürülen davacı payına takdir edilen bedelin artırılması istemine ilişkin olup davacı Hasan Dalçık tarafından davalı Ümraniye Belediye Başkanlığı aleyhine 19.6.2006 günü açılan davada fazlaya ilişkin hak saklı kalmak kaydıyla sözü edilen bedelin 6.200,00 YTL artırılması istenmiş, davalının zamanaşımı defi ileri sürmesi üzerine mahkemece, Borçlar Yasasının 125. maddesi uyarınca 10 yıllık zamanaşımına tabi olan alacağın imar uygulamasının öğrenilmesinden itibaren 10 yıllık süre dolduğundan ve alacak zamanaşımına uğradığından davalının zamanaşımı ilk itirazının süresinde olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Yargıtay’ın kararlılık kazanmış uygulamalarına göre; İdarenin (Belediyenin) İmar Yasası hükümlerine göre yapmış olduğu şuyulandırması, hemen belirtmek gerekir ki yasaların verdiği yetkiye dayanılarak gerçekleştirilmiş hukuka uygun bir işlemdir.
Dava konusu taşınmaz malın belirli bir hissesi davalı adına kayıtlı iken imar uygulaması nedeniyle kaydı kapatılmış ve müstakil parsellere bölünmüştür. Davacının maliki bulunduğu parsellere ipotek tesis edilmesi nedeniyle 1993 ve 1994 yıllarında kendisine çeşitli miktarda ödeme yapılmış, aradan uzun yıllar geçmesine rağmen bedelin az olduğuna dair herhangi bir itirazda bulunmamış ve 19.6.2006 havale günlü dilekçe ile fazlaya ilişkin hakkını saklı tutarak 6.200 YTL bedel artırımı istemiştir. Dava konusu ortaklaştırma nedeniyle davacıya en son ödeme 1994 yılının ilk aylarında yapılması sonucu idarenin bu işlemini öğrendiğinden davanın açıldığı tarih itibariyle 10 yıllık süre çoktan geçmiştir.
3194 Sayılı Yasanın 17/son maddesinde, bedel takdirleri ve bu bedellere itiraz şekilleri 2942 Sayılı Kamulaştırma Yasası hükümlerine göre yapılır denilmektedir. Bilindiği gibi 2942 Sayılı Kamulaştırma Yasası 4650 Sayılı Yasa ile değiştirilmiş ve bu yasanın yeni hükümleri 5.5.2001 günü yürürlüğe girmiştir.
Sözü edilen değişiklikle Kamulaştırma Yasasının 14. ve 25. maddeleri yeniden düzenlenmiş ve kamulaştırılan taşınmaz malların sahiplerince bedele itiraz davası açılması imkanı ortadan kaldırılmıştır. Mülk sahiplerine sadece maddi hata davası açmak olanağı tanınmıştır. Bilimsel çevrelerde ve Yargıtay uygulamalarında genellikle kabul edildiği gibi her dava açıldığı tarihteki koşullara ve yürürlükte bulunan yasa hükümlerine göre görülüp karara bağlanır. Dava açıldıktan sonra bu duruma açıklık getiren bir yasal düzenleme de yapılmamıştır. O halde, 2942 sayılı Yasanın 5.5.2001 değişikliğinden önceki halini bu olaya uygulamak mümkün değildir çünkü, dava bu değişiklikten sonra 2006 yılında açılmıştır. Soruna genel hükümler çerçevesinde bir çözüm bulmak en isabetli yol olacaktır. Nitekim yerel mahkeme de uyuşmazlığı bu yolla çözmüştür. Davacının taşınmaz malı, bedele dönüştürüldüğüne göre artık malike ait bir arazi veya arsanın varlığından söz edilemez. Ortada bir bedel var ve bu da davacı tarafından davalı idareden alınmıştır. Ancak davacı, bu alacağını eksik aldığını daha fazla bedel takdir edilmesi gerektiğini ileri sürerek bu davayı açmıştır. Borçlar Kanununun hükümleri sorunun çözümü için yeterlidir. Böyle bir yasa maddesi olmasaydı o takdirde belki başka çözüm yolları aramak gerekebilirdi. Borçlar Kanununun 125. maddesine göre; kanunda başka suretle hüküm mevcut olmadığı takdirde, her dava on senelik zamanaşımına tabidir. Gerek İmar Kanununda ve gerekse onun atıfta bulunduğu Kamulaştırma Kanununda zamanaşımı ile ilgili bir düzenleme olmadığı gibi daha uzun süreli bir zamanaşımından da söz edilmemiştir. Bu tür bir dava ile ilgili olarak zamanaşımı süresini sınırsız hale getirmek, bu müesseseyi kabul etmemek, inkar etmek olur. Yürürlükteki yasalarda borçluya yapılması gereken bir tebligat veya bir “ihbar” da bulunmadığına göre zamanaşımı süresi davacının şuyulandırma işlemini öğrendiği tarihten itibaren başlamıştır. Bir hakkın dava edilebilir durumda olması o hakkın zamanaşımı süresini başlatır. Davacı, eksik belirlendiğini iddia ettiği alacağının geri kalan kısmına bu hakkın doğumundan itibaren her zaman dava açarak kavuşabilir. Ancak, somut olayda olduğu gibi 10 yıl geçtikten sonra açtığı davada borçlunun zamanaşımı defi ile karşılaştığı takdirde artık bu alacağını elde etmesi mümkün olamaz. Davacının kendi aleyhine gerçekleştirildiğini öğrendiği işlemle ilgili olarak gerek parayı idareden almazdan önce ve gerekse parayı aldıktan sonra her zaman (10 yıllık süre içerisinde) bedel artırımı (alacak) davasını açmak hak ve yetkisine sahip iken bu hakkını kullanmamıştır ve kendisine ayrıca tebligatı öngören bir yasa maddesi bulunmamaktadır. Yürürlükten kalkmış yasa maddelerini uygulamak ve noter tebligatı yapılması koşulunu aramak artık mümkün değildir. Davacı, çekişmesiz bedeli aldıktan takriben 13 yıl sonra bu davayı açmıştır. Öte yandan bu güne kadar yapılan uygulamada çekişmesiz bedelin ödeme tarihindeki değeri dava tarihine endekslenerek bulunan bu değer, taşınmazın dava tarihindeki değerinden düşülmemektedir. Davacının, 1993 ve 1994 yıllarında almış olduğu çekişmesiz bedel, taşınmaza, şuyulandırma sırasında biçilen değerdir. Halbuki davacı 2006 yılında açtığı dava ile taşınmaz malın bu tarihteki (2006 yılındaki) değerini istemektedir. Saptanan yeni bedelden indirilecek çekişmesiz bedel, 1993 ve 1994 yıllarında aldığı bedeldir. Davacı dava açmayı geciktirerek hem aldığı paranın geçen zaman içerisinde değersiz hale gelmesini ve hem de taşınmaz malın değer kazanmasını sağlamıştır. 4721 Sayılı Türk Medeni Yasasının 2. maddesi herkes haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır demektedir. Davacının davranışı bu yasa kuralına da uymamaktadır. Zamanaşımı müessesesinin kabul ediliş amaçlarından bir tanesi de hakkın kötüye kullanılmasını önlemektir. Konuyu biraz daha açıklamak gerekirse; 1993 yılında idarenin yaptığı şuyulandırma sonucu davacının taşınmaz malına biçtiği ve ödediği bedel, salt 104 sayılı parsel için en az 134.500.000 TL.dir. Bu bedelin, son ödeme tarihinden itibaren dava tarihine kadar olan değeri, 1994-100 endeksine göre 19.784.412.000 TL.dir. Bu para 147 kat değer kaybetmiş, davacının malı ise o oranda değer kazanmıştır. Davacının dava konusu yaptığı her üç parsel için de aynı durum sözkonusu olduğuna göre idarenin kaybı ödeme tarihindeki para birimine göre on milyarlarca liradır. Çünkü, taşınmaz malın dava tarihindeki değerinden sadece davacıya çekişmesiz bedel olarak ödenen 134.500.000 TL düşülecektir. Davacının zamanaşımına uğramadığının kabulü halinde dahi bu adaletsizliğin mahkemece verilecek yeni hükümde de mutlaka dikkate alınmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
Açıklanan nedenlerle yerel mahkeme kararının doğru ve yerinde olduğu kanaatindeyim ve değerli çoğunluğun görüşlerine arz ettiğim sebeplerle katılamıyorum.