YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2008/280
KARAR NO : 2008/255
KARAR TARİHİ : 19.03.2008
MAHKEMESİ : İstanbul 1. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 23/10/2007
NUMARASI : 2007/126-2007/227
Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul Asliye 1.Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 27.03.2001 gün ve 1999/567-2001/125 sayılı kararın incelenmesi Davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4.Hukuk Dairesinin 29.11.2001 gün ve 2001/7491-11880 sayılı ilamı ile;
(“Davacı, yapılan yayının hukuka aykırı olması nedeniyle kişilik haklarının saldırıya uğradığı sayı ile manevi tazminat isteminde bulunmuştur.
Davalılar yayının, Basın Yasasının, tanıdığı sınırlar dışına çıkılmadan, özle biçim arasındaki denge korunarak verildiğini bu nedenle davanın reddedilmesi gerektiğini savunmuşlardır.
Mahkemece, istem red edilmiş, karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, yayın yoluyla kişilik haklarının saldırıya uğradığı savına dayanmaktadır. Diğer bir anlatımla dava, yapılan yayında yer alan açıklamaların kişilik değerlerine saldırı içerdiği ve böylece hukuka aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Böyle bir uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasında, genel durumlardaki hukuka aykırılık teşkil eden eylemlerden farklı bir yöntemin izlenmesi ve ayrı ölçütlerin koşul olarak aranması gerekmektedir.
Bunun nedeni, Anayasanın 28. maddesindeki basının özgür olduğu güvencesine ve bu ilkeyi güçlendiren 5680 sayılı Basın Yasasının 1. maddesindeki düzenlemedir. Bu düzenlemede basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin nedeni; toplumun sağlıklı, mutlu ve güven içinde yaşayabilmesi içindir. Bunun için de kişinin, dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Diğer bir anlatımla basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma, yönlendirme yetki ve sorumluluğuna sahiptir. Bunun içindir ki basının yayın yaparken, yaptığı yayından dolayı hukuka aykırılık teşkil edecek olan eylemi, genel olaylardaki hukuka aykırı olan eylemden farklılıklar taşır. İşte bu farklılık ve ayrık durum gözetilerek yapılan yayının hukuka aykırılık veya uygunluk sınırı belirlenmelidir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğu kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir. İşte basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır.
Ne var ki basının bu ayrıcalık taşıyan konumu ve özgürlüğü, tüm özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız değildir. Bundan dolayıdır ki, yayınlarında kişilik haklarına saygı göstermesi ve gerek Anayasanın Temel Hak ve Özgürlükler bölümünde yer alan ve gerekse MK.nun 24 ve 24/a maddesinde ve yine özel yasalarda güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunmaması da yasal ve hukuki bir zorunluluk ve gerekliliktir.
Açıklanan bu yasal düzenlemelerden ve yargısal uygulamalardan da anlaşılacağı üzere, basının özgürlüğü ile kişilerin, kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği, diğer bir anlatımla, hukuk düzenince koruma altına alınan yararların birbirine karşı çatışma içinde bulundukları biçiminde bir görünümün var olduğu kanısı uyanmaktadır.
Halbuki hukuk düzeninin, çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Aksi halde hukukun kendisi, kendi kuralları ile çatışmış olur. Aslında, yapılan düzenleme, hukukun diğer temel kavramları ile birlikte incelendiğinde, iki yararın aynı anda ve aynı olayda birbiri ile çatışmadıkları, somut olaydaki olgular itibariyle koruma altına alınmış bulunan bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği anlaşılacaktır. Bunun sonucunda da, daha az üstün olan yarar, daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında, o olayda ve o an için hukuk düzenince korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir.
Bunun için temel ölçüt, kamu yararıdır. Diğer bir anlatımla yayın, salt toplumun yararı gözetilerek yapılmalıdır. Toplumun çıkan dışında hiçbir kişisel çıkar, gerçeklerin yanlış olarak sunulmasına neden olmamalıdır. Haber olduğu biçimi ile verilmeli ve kişisel katkı yer almamalıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basının bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasının, yayında kamu yararı bulunmasının, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini ve haber verilirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Bu ilke ve kurallar gözetilmeden yapılan yayın hukuka aykırılığı oluşturur ve böylece kişilik hakları saldırıya uğramış olur. Aksi bir yayının ise, gerek Anayasa ve Basın Yasası ve gerekse basının genel işlevi karşısında hukuka uygun olduğu, kişilik değerlerine saldırı teşkil etmediği kabul edilmelidir.
Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O an için o olay veya konu ile ilgili olan, görünen bilinen herşeyi araştırmak, incelemek ve olayları olduğu biçimi ile yayınlamalıdır. Bu işlevi ile gerek yazılı ve gerekse görsel basın, somut gerçeği değil, o anda belirlenen ve var olan ve orta düzeydeki kişilerce de yayının yapıldığı biçimi ile kabul edilen olguları yayınlamalıdır. 0 anda ve görünürde var olup da sonradan, gerçek olmadığı anlaşılan olayların ve olguların yayınından basın sorumlu tutulmamalıdır.
Davaya konu edilen yayında davacı “Zaman” gazetesinin 7/5/1999, 16/5/1999 ve 25/5/1999 tarihli sayılarında yer alan “Saygılı’ya taraflı muhakkik” , “hakkında başlatılan soruşturma için İP’li bir muhakkik görevlendirildi” ve “Sefa Saygılı’ya politik rapor” başlıklı yazılarda kamuoyuna “taraflı, oy havarisi, siyasal ve politik görüşlerine göre rapor veren, çocuksu bir kişiliği olan, küsen, arkadaşından intikam alan” kişi olarak tanıtılmış, soruşturma sonuçlandığı halde yeni atanmış muhakkik olarak gösterilmiştir.
Dosya kapsamına göre yazılara konu edilen soruşturma 26/3/l999’da yayın öncesi sonuçlanmıştır. Ayrıca, İşçi Partisinin noterden tasdikli 24/4/1999 tarihli yarısına göre davacının ismi yukarıda anılan “Aydınlardan İşçi Partisine oy ver çağrısı” başlıklı yazılarda bir yanlışlık sonucu yeralmıştır. Şu durumda yazılanlar gerçek değildir, davacının kişilik haklarına saldırıda bulunulmuştur.
Anılan yön gözetilmeden yazılı gerekçeyle davanın reddine dair verilen karar usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.”.)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davacı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Hukuk Genel Kurulundaki görüşme sırasında, esasa girilmeden önce, müddeabbihin miktarı itibariyle direnme kararına karşı temyiz yolunun açık olup olmadığı, ön sorun olarak incelenmiştir.
Dava, manevi tazminat istemine ilişkin olup, müddeabbihi 1.000,00 YTL (1.000.000.000.- TL) den ibarettir.
21.7.2004 gün ve 25529 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak, öngördüğü istisnalar dışındaki hükümleri yayım tarihinde yürürlüğe giren, 14.7.2004 tarih ve 5219 sayılı “Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”; yürürlük tarihinden sonra Yerel Mahkemelerce verilen hükümler yönünden 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 427. maddesindeki temyiz (kesinlik) sınırını bir milyar TL olarak değiştirmiş; bu sınır 5236 sayılı Kanuna göre katsayı artış oranlarının uygulanması ile 2006 yılı için 1.090 YTL, 2007 yılı için 1.170 YTL ve 2008 yılı için de 1.250 YTL olarak belirlenmiştir.
Eldeki davada, temyiz istemine konu direnme kararının verildiği 23.10.2007 tarihinde, 5219 ve 5236 Sayılı Kanun’ların temyiz (kesinlik) sınırını 1.170,00 YTL. olarak değiştiren hükmü yürürlükte bulunduğuna ve müddeabbih 1.000,00 YTL olup, kesin olduğuna göre, anılan karara karşı temyiz yoluna gidilmesi, miktar itibariyle mümkün değildir.
Hal böyle olunca, Davacı vekilinin temyiz dilekçesinin reddi gerekir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenle davacı vekilinin temyiz dilekçesinin REDDİNE, istek halinde temyiz ilam harcının iadesine, 19.3.2008 gününde oybirliği ile karar verildi.