Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2008/248 E. 2008/240 K. 05.03.2008 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2008/248
KARAR NO : 2008/240
KARAR TARİHİ : 05.03.2008

MAHKEMESİ : Ankara 19. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 19/10/2007
NUMARASI : 2007/227-2007/333
Taraflar arasındaki tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara Asliye 19.Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 31.5.2005 gün ve 2003/874-2005/245 sayılı kararın incelenmesi taraflar vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4.Hukuk Dairesinin 19.12.2006 gün ve 2005/14080-2006/14335 sayılı ilamı ile, (“…Dava, kurum zararının tahsili istemine ilişkindir. Mahkemece davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, karar taraflarca temyiz edilmiştir.
Davacı, davalının İl Müdürlüğü’nde İl müdürü olarak görev yapmakta iken, kuruma ait banka hesaplarında bulunan nakit fazlalıklarını genel müdürlüğün talimatlarına rağmen 10/2/1998-30/9/1998 tarihleri arası repo yaparak değerlendirmediğinden kurum zararının oluşmasına neden olduğunu iddia ederek, zararın işlemiş faizi ile birlikte tahsilini istemiştir.
Davalı, kurumda 657 sayılı yasaya tabi olarak memur statüsünde çalıştığını,soruşturma raporu sonucu genel müdürlüğünün 21/4/2000 tarihli onayı ile işlem yapılması istenmesine rağmen davanın 9/12/2003 tarihinde açıldığı davacının zarar ve failini soruşturma rapor tarihi olan 14/4/2000 günü öğrendiğini, BK. nun 60.maddesi gereğince davanın zamanaşımı nedeniyle reddi gerektiğini belirterek yasal süresi içinde zamanaşımı savunmasında bulunmakla birlikte, sorumluluğunda bulunmadığını ileri sürmüştür.
Mahkemece, tazminat isteminin 1479 sayılı Kanunun 16. maddesine dayanılarak açıldığını, aynı kanunun 70. maddesi ve ilgili mevzuat hükümleri gereğince davalının zamanaşımı itirazı reddedilerek, istemin kısmen kabulüne karar verilmiştir.
1479 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar ve diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu’nun 16. maddesinde kurumun ayıracağı karşılıkların nasıl işletileceği düzenlenmiştir. Aynı Kanunun 70. maddesinde ise, “Bu kanuna dayanılarak kurumca açılacak tazminat ve rücu davaları…10 yıllık zamanaşımına tabidir” şeklinde düzenlemeye yer verilmiştir. Davalı zarar tarihinde il müdürü olup, davalı idarede 657 sayılı Kanun hükümlerine göre atama tasarrufu ile çalışmakta olan bir memurdur. İlgili yasa gereği devlet memurları görevlerini dikkat ve itina ile yerine getirmek zorundadır. Görevleri nedeniyle idareye verdikleri zarardan ötürü Borçlar Kanunu’nun haksız fiil hükümleri gereği sorumlu tutulurlar. O halde bu davada Borçlar Kanunu’nun 60. maddesinde sözü edilen bir ve on yıllık zamanaşımı süresinin gözetilmesi gerekir. Zarar gören davacı idare olduğuna göre bir yıllık zamanaşımı süresi ancak idarede bu davayı açmaya emir veya yetkili makamın öğrenme gününün esas alınması gerekir.
Dosya içeriğinden zararlandırıcı eylemin 10/2/1998-30/9/1998 tarihleri arasında gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Olay hakkında yapılan soruşturma neticesi 14/4/2000 tarihli rapor tanzim edilmiş ve genel müdürlük makamı 21/4/2000 tarihinde onaylamıştır. BK.nun 60/1. maddesine göre zarar süresi zarara ve faile ıttıla tarihinden itibaren bir yıldır. BK.nun 60/2 maddesine göre uzamış (ceza) zamanaşımı süresi ise TCK. nun 102. maddesi gereğince olay gününden itibaren beş yıldır. Eldeki bu dava 9/12/2003 tarihinde açılmıştır. Bu durumda uzamış (ceza) zamanaşımı süresi geçtikten sonra dava açılmış olduğu belirgindir. Şu durum karşısında davanın zamanaşımı nedeniyle reddedilmesi gerekirken, yerel mahkemece olayda uygulama yeri bulunmayan 1479 sayılı Kanunun 70. maddesindeki düzenlemeden bahsedilerek davanın kısmen kabulüne karar verilmiş olması bozmayı gerektirmiştir…”) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle,yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire Bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile,direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 12.3.2008 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY YAZISI
Dava, davacı kurumda 657 sayılı Kanun’a tabi olarak memur statüsünde çalışan davalının talimata aykırı davranışından kaynaklanan zararın tazminine ilişkindir.
Yerel mahkeme davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Davalının temyizi üzerine mahkeme kararı, Yüksek Özel Dairece “davanın reddine karar verilmesi” gerekçesiyle bozulmuştur.
Özel daire bozma kararında; 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu’nun 16. maddesinde “kurumun ayıracağı karşılıkların nasıl işletileceği” düzenlenmiştir. Aynı Kanunu’nun 70. maddesinde ise “Bu kanuna dayanılarak kurumca açılacak tazminat ve rücu davaları… 10 yıllık zamanaşımına tabidir.” şeklinde düzenlemeye yer verilmiştir. Davalı zarar tarihinde il müdürü olup davacı idarede 657 sayılı Kanun hükümlerine göre atama tasarrufu ile çalışmakta olan bir memurdur. İlgili yasa gereği Devlet Memurları görevlerini dikkat ve itina ile yerine getirmek zorundadır. Görevleri nedeniyle idareye verdikleri zarardan ötürü Borçlar Kanunu’nun haksız fiil hükümleri gereği sorumlu tutulurlar. O halde bu davada Borçlar Kanunu’nun 60. maddesinde sözü edilen bir ve on yıllık zamanaşımı süresinin gözetilmesi gerekir. Zarar gören davacı idare olduğuna göre bir yıllık zamanaşımı süresi ancak idarede bu davayı açmaya emir veya yetkili makamın öğrenme gününün esas alınması gerekir.” düşüncesiyle karar bozulmuştur.
Yerel mahkeme, önceki kararında direnmiştir. Mahkemece, “Davanın dayanağını oluşturan Bağ-Kur Kanunu’nun 16. maddesi, kurumun uyguladığı kanunlardan elde ettiği her türlü gelirlerin, riskin dağıtılması ilkesine göre kurum lehine en yüksek getiriyi sağlayacak şekilde yönetilmesi esasını getirmiştir. Taraflar arasındaki ihtilafa Bağ-Kur Kanunu ve ilgili mevzuat hükümleri uygulanmalıdır. 1479 sayılı Bağ-Kur Kanunu’nun 70/2. maddesi; Bu kanuna dayanılarak kurumca açılacak tazminat ve rücu davaları 10 yıllık zamanaşımına tabidir…” hükmünü taşımaktadır. Davada zamanaşımı gerçekleşmemiştir.” gerekçesiyle önceki kararında direnmiştir.
Hukuk Genel Kurulu’nda, çoğunluk görüşü, Özel Daire bozma kararı doğrultusunda davanın reddine karar verilmesi yolunda oluşmuştur. Yerel mahkemenin kararının bozulmasına karar verilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu’nun bozma yolunda oluşan çoğunluk görüşüne katılmıyorum. Şöyle ki; davalı, Bağ-Kur İl Müdürü olup 1479 sayılı Yasa’nın 16. maddesi hükümlerini ihlal etmiştir. Kurumun zarara uğramasına neden olmuştur. 1479 sayılı Yasa’da belirlenen zamanaşımı süresinin uygulanması gerekir. Bu sürede 10 yıldır. Kanun koyucu bu konuda özel hüküm getirmiştir.
1941/23 karar nolu ve 16/06/1943 günlü İçtihadı Birleştirme Kararı’nda, “Memurların cezayı gerektirsin veya gerektirmesin, haksız eylemleri ile devlete karşı sebep oldukları zararlara ait davaların zamanaşımında Borçlar Yasası’nın altmışıncı maddesi hükmü uygulanır” sonucuna varılmıştır. İçtihadı Birleştirme kararı 1943 tarihlidir. Bu tarihte, Bağ-Kur ve Sosyal Sigortalar gibi kurumlar yoktu. Bu nedenle yasal düzenlemelerde yoktu. Yasalar ve İçtihatlar toplumların gelişmesine göre değişikliğe uğramak zorundadır. Hukuk toplumun gerisinde kalamaz. Zamanaşımı, bizde hak aramayı kısıtlayan bir durum haline gelmiştir. Bu durum Anayasa’nın 2. maddesindeki Hukuk Devleti kavramına, herkesin meşru yollardan davacı ve davalı olma, iddia ve savunmada bulunma hakkına ve Anayasa’nın 141. maddesindeki hükümlere aykırıdır. Borçlar Kanunu’nun 60. maddesindeki bir yıllık süre çok azdır. Bu süreler Alman ve Avusturya Hukukunda 3 yıl ve 30 yıl olarak kabul edilmiştir.
Ülkemizdeki olumsuz nedenlerden dolayı yargının çok yavaş işlediği herkes tarafından bilinmektedir. Yargılama aşamasında özellikle kasıtlı engeller zamanaşımı sonucu hak kaybına neden olmaktadır. Borçlar Kanunu’nda uygulanan zamanaşımı süreleri Devleti soyanları, ağır suç işleyenleri, yolsuzluk yapanları, uzayan davalarla kurtulmalarını sağlamakta ve toplum vicdanını rahatsız etmektedir. Hukuk bu rahatsızlığı gidermek zorundadır.
Somut olayda; davalı zarar tarihinde il müdürüdür. Devletle memuru arasındaki münasebet özellik arz eder. Memur görevini yaparken yasaya uygun hareket etmek zorundadır. Devlete verdiği zararları tazmin etmek ile mükelleftir. Tazmin sorumlusu için Borçlar Kanunu’nun 60. maddesindeki zamanaşımı süresi uygulanamaz. Devlete zarar veren, yolsuzluk yapan sorumlular lehine zamanaşımı kısaltılması hukuka uygun olmadığı gibi adalete uygun düşmez. Memurun devlete kasten veya ihmalen yaptığı zararlar için özel yasadaki on senelik müruruzaman süresi gözetilmelidir. 1479 sayılı Bağ-Kur Kanunu’nun 70/2. maddesindeki 10 yıllık zamanaşımı süresi uygulanmalıdır. Bu yasa ile özel zamanaşımı süresi getirilmiştir. Memurların, memuriyetleri sırasında yasaya uygun olmayan hareketlerinden doğan borçlarını herhangi bir haksız muameleden doğma bir borç sayılmaları hukuka uygun düşmez.
1479 sayılı Yasa özel yasa olup, davanın İş Mahkemelerinde görülmesi için görevsizlik kararı verilmesi gereklidir. Mahkeme kararı görevsizlik kararı verilmek üzere bozulmalıdır.
Yukarıda açıklanan nedenlerle; Hukuk Genel Kurulu’nun çoğunluk kararına katılmıyorum.