YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2007/848
KARAR NO : 2007/840
KARAR TARİHİ : 14.11.2007
MAHKEMESİ : Üsküdar 3. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 29/03/2007
NUMARASI : 2007/29-2007/60
Taraflar arasındaki istirdat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Üsküdar Asliye 3.Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 27.12.2005 gün ve 2004/274-2005/409 sayılı kararın incelenmesi taraflar vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 16.5.2006 gün ve 2006/4918-7960 sayılı ilamı ile, (…Davacı, davalının haricen düzenlenmiş araç satış sözleşmesine dayanarak kendisine karşı alacak davası açtığını, mahkemece verilen ilk kararı icraya koyduğunu, kararın taraflarca temyiz edildiğini, Yargıtay’ın bozması sonucu oluşturulan ikinci kararı da aynı icra dosyasında takibe koyduğunu, karar dışına çıkarak talepte bulunduğunu, talep edilen miktarı ödemek zorunda kaldığını, bu yönde icra hakimliğine açtığı davayı kaybettiğini ileri sürerek işlemiş faiz olarak fazladan ödediği 807.087.222 TL’nın, fazladan ödediği 80.000.000 TL yargılama gideri ve 3.866.657.523 TL faiz alacağının, ilk takip nedeniyle fazladan ödediği 519.255.972 TL vekalet ücretinin ve 100.000.000 TL ücretin ve 150 USD’nin tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece bilirkişi raporu esas alınarak 5.403 YTL üzerinden davanın kabulüne karar verilmiş; hüküm, taraflarca temyiz edilmiştir.
1-İcra İflas Kanunu’nun 40.maddesi hükmünce bir ilam hükmü icra edildikten sonra Yargıtay’ca bozulduğundan aleyhine icra takibi yapılmış olan kimsenin hiç veya o kadar borcu olmadığı kati bir ilamla tahakkuk ederse, ayrıca hükme hacet kalmaksızın icra tamamen veya kısmen eski haline iade olunur. Diğer taraftan kesinleşmiş ilama dayalı olarak yapılan takiplerde ilam dışına çıkılarak talepte bulunulur ve bu talep de icra müdürlüğünce kabul görür ise şikayet yolu ile bu tür işlemlerin iptali her zaman mümkündür.
Hal böyle olunca davacının dava açmakta hukuki yararı yoktur. Davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir.
2-Bozma nedenine göre davacının temyiz itirazlarının incelenmesine gerek görülmemiştir…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle,yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Taraflar vekilleri
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava; ilamlı icra takibinde, davacı borçludan fazla para tahsil edildiği iddiasına dayalı, istirdat istemine ilişkindir.
Davacı N.Ö.vekili, araç alım-satımından kaynaklanan bir ihtilaf nedeniyle, davalı tarafından davacı aleyhine 33.000 USD’nin tahsili istemiyle alacak davası açıldığını, Mahkemece verilen davanın kısmen kabulüne dair kararın takibe konulduğunu, ancak Yargıtay’ca hükmün bozulması üzerine icra takibinin durduğunu, Mahkemenin bozmaya uyarak verdiği kararın da aynı takip dosyasına ibraz edildiğini, yeni bir takip talebine dayalı olarak icra emrinin tebliğ edildiğini, oysa, takibe konulan bir kararın bozulması halinde, aynı icra dosyası üzerinden, yeniden icra emri düzenlenilmesine gerek olmadan, bozmadan sonraki hükme dayanılarak takibe devam edilmesi gerektiğini, aynı icra dosyası üzerinden, aynı mahkemenin kararlarına dayalı olarak iki ayrı icra emri düzenlenmek suretiyle, kanuna aykırı bir takım tahsilatlar yapıldığını, ikinci takip talebinde faiz fazlası ve mahkeme kararının dışında kalan taleplerde de bulunulduğunu, bunların iptali için davacı tarafça Üsküdar 2. İcra Tetkik Merciinin 2003/65 esasında kayıtlı davanın açıldığını, ancak o dava sonuçlanmadan takibe dayanak ilam onandığı için, Merci kararı beklenmeden takip konusu alacakların tamamının davalı tarafından tahsil edildiğini ileri sürerek; yapılan fazla faiz tahsilatından dolayı şimdilik 150 USD.nin; yargılama gideri olarak fazladan tahsil edilen miktardan şimdilik 80.000 000 TL. nin; ‘ilk takipten doğan faiz alacağı’ adı altında tahsil edilen miktardan 3.866.657.523 TL. nin; ‘İlk takipten doğan vekalet ücreti’ adı altında tahsil edilen miktardan 519.255.972 TL. nin; tüm bu ödemeler nedeniyle davalı yararına fazladan tahakkuk ettirilen vekalet ücretinden dolayı da şimdilik 100.000.000 TL.nin istirdadına, her bir kalem için, ödeme tarihinden itibaren yasal faiz yürütülmesine, davalının kötüniyetli olarak takip yapmış olması nedeniyle asgari %40 oranında kötüniyet tazminatına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı N. F. vekili, dava dilekçesinde, istirdat talebinin dayandırıldığı üç kalemden ikisinin, icra memurunun faiz hesaplamasından kaynaklanan şekli bir hataya, diğerinin de, yargılama gideri ile ilgili yine şekli bir hataya dayalı olduğunu, faiz tutarları ile yargılama giderlerinin hesaplanmasında icra memurları tarafından yapılan hataların maddi hata değil, şekli hata niteliğinde olduklarını, memur işlemindeki hataların şikayet yolu ile İcra Hukuk Mahkemelerinde çözümlenmesi gerektiğini, her ne kadar, borçlunun menfi tespit veya istirdat davası açması mümkün ise de, bu davaların ancak maddi hukuka ilişkin sebeplere dayalı olarak açılabileceğini, istirdat davasının ön koşulunun da, icra mahkemesine başvurup, ret kararı alınması olduğunu; icra memurunun hesaplamalarındaki şekli hatalarının istirdat davasına konu edilemeyeceğini, bu tür hataların düzeltilmesi için alacaklının İcra Hukuk Mahkemesine başvurması gerektiğini, davacının daha önce İcra Mahkemesinde açtığı davayı da takip etmeyerek işlemden kalkmasına sebep olduğunu cevaben bildirmiştir.
Yerel Mahkeme; bilirkişi raporunu esas alarak, icra takibinde davacıdan 5.403 YTL. asıl alacak, 3.481 YTL. faiz olmak üzere toplam 8.884 YTL.nin fazladan tahsil edildiğinin sabit bulunduğu gerekçesiyle, bu miktarlar üzerinden davanın kısmen kabulüne, fazlaya ilişkin istemin reddine karar vermiş; hüküm Özel Dairece metni yukarıda bulunan bozma ilamındaki gerekçeyle bozulmuş; Yerel Mahkemenin gerekçesini tekrarlayarak ve özellikle, İİK. nun 40. maddesindeki düzenlemenin, borçlunun genel hükümlere göre mahkemeye müracaat edip, istirdat talebinde bulunma hakkını ortadan kaldırmayacağı, daha güvenli olan dava yolunun tercih edilmesinde hukuki yararın bulunduğu gerekçesiyle önceki kararında direnmiş; direnme kararı da her iki taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
Bu noktada; öncelikle eldeki istirdat davasındaki fazla para tahsilatı iddiasının dayandırıldığı maddi olgu ortaya konulacaktır.
Eldeki davanın davalısı N.F. tarafından, eldeki davanın davacısı N.Ö. hakkında 10.10.2001 tarihli dilekçeyle açılıp, Üsküdar Asliye 3. Hukuk Mahkemesinin 2001/1121 esas sayılı dosyasıyla yürütülen alacak davası sonucunda, Mahkemece, 27.6.2002 gün ve 2002/714 karar sayılı ilamla, davanın kısmen kabulüne, geçersiz araç satım sözleşmesi nedeniyle ödenen satış bedeli 33.000 USD’nin davalıdan tahsiline, diğer isteklerin reddine karar verildiği, bu ilama dayalı olarak, 25.7.2002 günlü takip talebiyle, Üsküdar 1. İcra Müdürlüğünün 2002/7814 esas sayılı dosyası üzerinden icra takibi yapıldığı, ilamda hüküm altına alınan 33.000 USD.nin 3095 S.K. nun 4. maddesi uyarınca döviz faiziyle birlikte fiili ödeme günündeki TL. karşılığının; ayrıca, ilam harcı, yargılama gideri ve vekalet ücreti toplamı 5.742.140.000 TL. nin tahsilinin istenildiği, ancak, her iki tarafça da temyiz edilen hükmün, Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 19.12.2002 gün ve 2002/11444-13732 sayılı ilamıyla, taraflar yararına olarak bozulduğu, Mahkemenin bozmaya uymak suretiyle, 27.10.2003 gün, 2003/356-1041 sayılı kararla davanın kısmen kabulüne, geçersiz araç satım sözleşmesi nedeniyle ödenen satış bedeli 33.000 USD’nin dava tarihinden itibaren Devlet bankalarının USD cinsinden hesaplara uyguladıkları en yüksek faiz oranı üzerinden faiziyle birlikte fiili ödeme günündeki TL. karşılığının, ayrıca, ödenen vergi borcu 5 milyar TL. nin dava tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline, fazlaya ilişkin istemin reddine hükmettiği, bu ilama dayalı olarak, aynı icra takip dosyasında 7.11.2003 günlü takip talebiyle, bu kez, 33.000 USD asıl alacak ve bunun işlemiş faizi 4.047 USD olmak üzere toplam 37.047 USD’nin asıl alacağa tahakkuk edecek döviz faiziyle birlikte fiili ödeme günündeki kur değeri üzerinden karşılığı TL.nin; ayrıca, 5 milyar TL. vergi alacağı, 6.691.115.000 TL. bunun işlemiş faizi; 2.253.000.000 TL. ilam harcı; 1.005.840.000 TL. yargılama gideri, 2.920.000.000 TL. mahkeme avukatlık ücreti; 3.866.657.523 TL. ilk takipten doğan faiz alacağı; 519.360.000 TL. ilk takipten doğan avukatlık ücreti olmak üzere toplam 22.255.972.523 TL. nin faiziyle birlikte tahsilinin istenildiği; 27.10.2003 gün, 2003/356-1041 sayılı anılan kararın, 13.Hukuk Dairesinin 10.5.2004 gün ve 2003/16490 – 2004/6942 sayılı ilamıyla onandığı, takip borçlusunun takip dosyasına verdiği 26.5.2004 günlü dilekçeyle dava haklarını saklı tutarak 26.5.2004 tarihinde 25.056.000.000 TL; 28.5.2004 tarihinde de 68 milyar TL. yatırdığı, kesintilerden sonra alacaklı vekiline 26.5.2004 tarihinde 23.650.800.000 TL. ve 28.5.2004 tarihinde de 64.931.000.000 TL. ödendiği hususları tüm dosya kapsamından anlaşılmakta olup, esasen bu yönler çekişmesizdir.
Bozma ilamında, davadaki istirdat isteminin dayandırıldığı olgunun, İcra ve İflas Kanunu’nun 40. maddesindeki düzenleme kapsamında bulunduğu kabul edilmiş ve bozma gerekçesi bu hükme dayandırılmıştır. Anılan hükme göre; bir ilam, hükmü icra edildikten sonra bozulur ve takip borçlusunun hiç veya bozulan ilamda hüküm altına alınan miktar kadar borcu olmadığı kesinleşmiş bir başka ilamla belirlenir ise, ayrıca bir hüküm alınmasına gerek olmaksızın, icra tamamen veya kısmen eski haline iade olunur. Başka bir ifadeyle, bu hüküm, sadece, kendisine dayalı olarak tahsilatın yapıldığı ilamın sonradan bozulması ve borçlunun daha az miktarda borçlu olduğunu yahut hiç borcu bulunmadığını gösteren başka bir kesinleşmiş ilamın alınmış olması halinde uygulama alanına sahip bir düzenlemeyi içermektedir.
Oysa, somut olayda, icra takibi Üsküdar Asliye 3. Hukuk Mahkemesinin yukarıda değinilen 27.6.2002 gün ve 2001/1121- 2002/714 sayılı ilamına dayalı olarak başlatılmış ise de, sonradan bozulmuş olan bu ilam çerçevesinde borçludan yapılmış herhangi bir tahsilat bulunmamaktadır. Detayları az yukarıda açıklanmış olan tahsilatların tümü, anılan ilamın bozulması üzerine, Mahkemenin bozmaya uyarak verdiği ve Yargıtay’ca onanarak kesinleşmiş olan 27.10.2003 gün, 2003/356-1041 sayılı hükme dayalı olarak düzenlenen takip talebi ve ödeme emri çerçevesinde gerçekleştirilmiştir.
Dolayısıyla, ortada, takibe konulup, sonradan bozulmuş bir karara dayalı herhangi bir tahsilat mevcut değildir. Tersine, yapılan tahsilatların dayanağı durumundaki ilam, derecattan geçerek kesinleşmiş bulunmaktadır. Bu durumda, uyuşmazlığın İcra ve İflas Kanunu’nun 40. maddesindeki düzenleme çerçevesinde değerlendirilmesine hukuken olanak yoktur. Özel Daire bozma ilamındaki değerlendirme bu nedenle yerinde görülmemiştir.
Uyuşmazlığın çözümünde uygulanması gereken hukuk normuna gelince:
Bilindiği üzere, açılmış bir davanın esasının incelenebilmesi (davanın mesmu,yani dinlenebilir olabilmesi) bazı şartların tahakkukuna bağlı olup, bunlara dava şartları denir. Dava şartlarından bir kısmı olumlu (varlığı mutlaka gerekli); diğer bir kısmı da, olumsuz (yokluğu mutlaka gerekli) niteliktedir. Hakim, önüne gelen bir davada, dava şartlarının mevcut olup olmadığını re’sen gözetmelidir.
Olumlu dava şartlarından biri de, davacının o davayı açmakta hukuki yararının bulunmasıdır. Açılmasında davacısı yönünden hukuki yarar bulunmayan bir dava, dava şartının yokluğundan dolayı reddedilmelidir.
Hukuki yararın varlığı koşulunun mevcut olup olmadığı, her bir davada o davaya konu olayın somut özellikleri çerçevesinde, hakim tarafından değerlendirilmelidir.
Bir hakkın, mahkeme kararına gerek olmaksızın, başka bir yolla ve aynı ölçüde güvenli olarak elde edilebilmesinin mümkün bulunduğu hallerde, o hakla ilgili olarak dava açılmasında hukuki yarar yoktur. Bazen bizzat Kanun, bir hakkın dava dışı bir yolla elde edileceğini açıkça düzenler ve hak sahibinin ayrıca bir ilam almasına gerek bulunmadığını özellikle vurgular. İşte, bir davanın açılmasında hukuki yarar bulunmadığının, açık ve özel bir kanun hükmüyle belirtildiği bu tür hallerde, davacının o davayı açmakta hukuki yararı bulunup bulunmadığının hakim tarafından resen değerlendirilmesine gerek yoktur. Zira, Kanun Koyucu, ayrıca hüküm alınmasının gerekmediğini belirtmek suretiyle, o hakkın dava konusu edilmesinde hukuki yararın mevcut olmadığını baştan ve bizzat belirlemiş olmaktadır. Özel Daire bozma gerekçesinin dayandırıldığı, İcra ve İflas Kanunu’nun 40. maddesindeki düzenleme de bunlardan biridir; ne var ki, yukarıda açıklandığı üzere, bu hükmün somut olayda uygulama yeri yoktur.
Mahkeme kararına gerek bulunmadığı Kanunda özel olarak belirtilen hallerden biri de İcra ve İflas Kanunu’nun “Fazla verilen paranın geri alınması” başlıklı 361. maddesidir. Bu hüküm, “İcra dairelerince borçludan fazla para tahsil olunarak alacaklıya verildiği yahut yanlışlıkla bir tarafa para tediye olunduğu hesap neticesinde anlaşılırsa verilen para ayrıca hükme hacet kalmaksızın o kimseden geri alınır.” şeklinde emredici bir düzenlemeyi içermektedir.
Belirtilmelidir ki; 361. madde hükmü, ilamlı veya ilamsız tüm icra takiplerinde, her ne sebeple olursa olsun, borçludan fazla para tahsil edilen her durumda uygulama yeri ve alanı bulunan, özel bir hükümdür. Buna göre, icra daireleri, hesaplama sonucunda fazladan tahsil edildiği ortaya çıkan tutarları, ayrı bir mahkeme hükmüne gerek olmaksızın, borçluya geri vermekle yükümlüdürler.
Açıktır ki, burada, icra müdürüne kanun tarafından verilmiş, özel bir görev ve daha da önemlisi cebri icra gücünün kullanılması kapsamındaki bir yetki söz konusudur: İcra Müdürü, dayanağı ve şekli ne olursa olsun, girişilmiş bir icra takibinde, borçludan tahsil edilen paranın, tahsili gerekenden daha fazla olduğunu hesap sonucunda belirlediği durumlarda, cebri icra gücünü kullanarak, fazla tahsilatı borçluya geri verecektir.
Borçlunun o yoldaki talebine rağmen, icra müdürlüğü iadeyi sağlamadığı takdirde, bu işleme karşı borçlunun İcra ve İflas Kanunu’nun 16. ve 17. maddeleri uyarınca şikayet yoluna başvurabileceği açıktır. Bu yolun, borçlu yönünden genel hükümlere göre dava açma yoluna oranla daha az güvence sağlayacağı da ileri sürülemez. Zira, icra müdürü işlemini şikayet yoluyla inceleyecek olan da bir Mahkeme (İcra Mahkemesi)dir ve onun kararına karşı kanun yolları da açıktır. Dahası, fazladan tahsil edilen paranın istirdadı konusunda ayrı bir ilam alınmış olsa bile, o ilamın infazı yine icra dairesince sağlanacağına göre, dava yoluyla elde edilecek başkaca ve pratik bir yarar da bulunmayacaktır.
Hal böyle olunca, somut olayda, davacının fazladan tahsil edildiğini bildirdiği miktarlar yönünden İcra ve İflas Kanunu’nun 361. maddesi çerçevesinde talepte bulunması gerektiğinin, eldeki istirdat davasını açmakta hukuki yararı bulunmadığının, dolayısıyla davanın bu nedenle reddi gerektiğinin kabulü zorunludur.
Yerel Mahkemenin direnme kararı bu nedenle bozulmalıdır.
2-Bozma nedenine göre davacı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine gerek görülmemiştir.
SONUÇ:
1- Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı (değişik gerekçeyle) H.U.M.K.nun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA,
2- Bozma nedenine göre davacı vekilin temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına,
İstek halinde temyiz peşin harçlarının geri verilmesine, 14.11.2007 gününde oyçokluğuyla karar verildi.