Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2007/748 E. 2007/761 K. 24.10.2007 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2007/748
KARAR NO : 2007/761
KARAR TARİHİ : 24.10.2007

MAHKEMESİ : Karadeniz Ereğli kadastro Mahkemesi
TARİHİ : 16/05/2007
NUMARASI : 2007/203 E-2007/161 K.
Taraflar arasındaki “tapu iptali ve terkin” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Karadeniz Ereğli Kadastro Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 17.5.2006 gün ve 2005/9-54 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 7.Hukuk Dairesinin 16.10.2006 gün ve 3113-3248 sayılı ilamı ile; (…Dava ve temyize konu 141 ada 6 parsel sayılı taşınmazın kadastro tesbit gününden önce genel mahkemeye açılan ve görevsizlik kararı ile kadastro mahkemesine aktarılan dava ile davalı tarafın tutunduğu tapu kaydının yüzölçümünün artırılmasına ilişkin ve hazinenin taraf olduğu dava sonucunda oluşan ve kesinleşen 29.12.1966 günlü, 1966/422-635 E.K. sayılı kesin hükmün dayanağı haritanın kapsamında kaldığı, mahkemece yapılan keşif, uygulama, toplanıp değerlendirilen delillerle belirlenmiştir.Kural olarak, kesin hüküm kamu düzenine ilişkin olup, istek olmasa bile yargılamanın her aşamasında mahkemece resen gözetilmesi zorunludur.Kesin hüküm taraflarını, akdi ve irsi haleflerini de bağlar.Kesin hükmün varlığı halinde başkaca delil aranmaksızın aynı taşınmaz yada taşınmazlara ilişkin sonraki günlü uyuşmazlıkların önceki günlü kesin hükme göre çözümlenmesi zorunludur. Hal böyle olunca, dava ve temyize konu 141 ada 6 parsel sayılı taşınmazın kıyı kenar şeridi kapsamında kaldığı yolundaki uzman bilirkişi raporu ile çekişmeli taşınmazın kıyı kenar şeridi kapsamı raporlar arasındaki çelişkinin giderilmesine de gereksinim yoktur. Mahkemece kesin hükme değer verilerek davanın reddine dava ve temyize konu taşınmazın tesbit gibi davalı taraf adına tapuya tesciline karar verilmesi gerekirken delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hüküm kurulması isabetsizdir….) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, taşınmazın kıyı kenar çizgisi içerisinde kaldığı iddiasına dayalı tapu iptali ve terkin istemine ilişkindir.
Mahkemece, dava konusu taşınmazın kıyı kenar çizgisi sınırlarının deniz yönünde kaldığı gerekçesiyle davanın kabulüne, tespitin iptaline, ..numaralı parselin kıyı vasfında tapulama dışı bırakılmasına karar verilmiş, Özel Dairece yukarıda açıklanan nedenlerle hüküm bozulmuştur.
Mahkemece her ne kadar dava konusu taşınmazın kıyı kenar çizgisi içerisinde kaldığı gerekçesiyle Hazine tarafından açılan davanın kabulüne karar verilmişse de, yapılan araştırma ve inceleme hüküm vermeye yeterli değildir.
Dosya kapsamından Karadeniz Ereğlisi Sulh Hukuk Mahkemesinin 23.3.1964 gün ve 1964/330-205 sayılı kararına ait mahkeme dosyasının getirtilmediği, bu dosyada uygulanan tapu kaydının tesis ve tedavül kayıtlarının bulunmadığı, bu kaydın revizyon gördüğü tüm parsel ve komşu parsellerinin kayıtlarının celp edilmediği, bu tapu kaydının revizyon gördüğü parsellere ilişkin açılmış dava yada davaların bulunup bulunmadığının araştırılmadığı, davaya konu taşınmazın gerçekten sözü edilen ilamın ve bunun çap kaydının kapsamı içerisinde kalıp kalmadığı tespit edilmeden hüküm kurulduğu anlaşılmaktadır.
Daha önce mahkemece verilen bir hükmün kesin hüküm teşkil ettiğinden bahsedilebilmesi için, HUMK.m.237 gereğince dava sebebinin (maddi vakıalar), dava konusunun (müddeabihinin) ve taraflarının aynı olması gerekir.
Karadeniz Ereğlisi Asliye Hukuk Mahkemesinde görülen dava mesaha tashihi davası olup, bu dava sebebine ilişkin vakıalar ileri sürülmüş ve mahkemece bu yönde araştırma ve inceleme yapılıp dosya sonuçlandırılmıştır. Eldeki davada ise, taşınmazın Devletin hüküm ve tasarrufu altında olması gereken kıyı kenar çizgisi içerisinde kalan bir yer olduğu iddia edildiğinden, her iki davanın sebepleri birbirinden farklıdır. O halde, olayda HUMK.m.237 anlamında dava şartı niteliğinde bir kesin hüküm bulunmadığının benimsenmesinde zorunluluk bulunmaktadır.
Ne varki, 3402 sayılı Kanunun geçici 4.maddesindeki “kesin hükme bağlanmış uyuşmazlık” ifadesi ile HUMK.nun 237.maddesindeki “kesin hüküm” kavramı arasında farklılık bulunmaktadır. 3402 sayılı Kanun tasfiye kanunu niteliğinde olduğundan geçici 4.madde ile amaçlanan; farklı bir hukuki sebebe dayalı olarak açılan bir dava sonucunda verilmiş olsa bile, hukuki durumu açıkca belirlenmiş bulunan taşınmazlarla ilgili olarak yeni uyuşmazlıklar çıkartılmasının ve bunların dava yoluyla mahkeme önüne getirilmesinin engellenmesidir. Hal böyle olunca, mesaha tashihi kararının somut uyuşmazlık yönünden kesin hüküm olmasa dahi, taraflar arasındaki mülkiyet durumunu saptayan kuvvetli bir delil niteliğinde olduğu, bunun aksinin ancak daha kuvvetli bir delille kanıtlanabileceği ve artık farklı bir hukuki neden ileri sürülerek yeniden mülkiyet uyuşmazlığı çıkarılamayacağı kanaatine varılmıştır.
Bundan ayrı olarak, her ne kadar daha önce görülen dava mesaha tashihi davası ise de, o davada Hazinenin de taraf olması ve itirazlarını ileri sürerek niza çıkarması nedeniyle bu davanın çekişmeli yargıya dönüştüğü anlaşılmaktadır.
Bu nedenle, daha önce yanlar arasında görülüp kesinleşen Karadeniz Ereğlisi Sulh Hukuk Mahkemesinin 1966/422-638 sayılı ilamının kapsamının belirlenmesi ve eldeki davada dava konusu olan yeri kapsayıp kapsamadığının tereddüde yer vermeyecek şekilde belirlenmesi şarttır.
Bu durumda, eldeki davada sağlıklı bir sonuca varılabilmesi için; Karadeniz Ereğlisi Sulh Hukuk Mahkemesinin 1966/422-638 sayılı dosyası celbedip, bu dosyadaki davanın dayanağı olan Mart 1961 tarih ve C:125, sf:7, sr:17 nolu tapu kaydının tesis ve tüm tedavülleri, revizyon kayıtları ile birlikte istenip, bu yerde yapıldığı anlaşılan Karayolu kamulaştırma haritası, planı, krokileri ile tüm dayanaklarının getirtilip, yöreyi iyi bilen, elverdiğince yaşlı ve yansız yerel bilirkişiler ile uzman bilirkişiler ve tarafların gösterecekleri tanıklar marifetiyle taşınmaz başında yeniden keşif yapılmalı, davalının dayandığı mahkeme ilamının ve ekindeki kroki zemine uygulanıp infaz kabiliyetinin olup olmadığının tereddüde yer vermeyecek şekilde saptanmalı, gerek kök tapu kaydı, gerekse mahkeme ilamı ekindeki krokinin kapsamı belirlenirken değişmez nitelikteki sınır yerleri esas alınmalı, ayrıca arz üzerindeki doğal ve yapay sınırlardan da yararlanılmalı, kamulaştırma haritası ve planları ile daha sonra arazide yapılan revizyonlara ilişkin her türlü kayıt mahalline uygulanmalı, miktarları belirlenmeli, yerel bilirkişi ve tanık sözleri komşu parsel kayıtları ile denetlenmeli, mahkeme ilamı ile tashih edilen tapu kayıt miktarı ile bu kayıttan revizyon gören tapu kayıtlarının miktarları karşılaştırılmalı, dava konusu taşınmazla birlikte revizyon gördüğü dava dışı taşınmazları ve bu taşınmazlara dıştan komşu taşınmazları da bir arada gösterecek şekilde geniş kapsamlı birleşik harita Kadastro Müdürlüğünden getirtilmeli, bundan sonra dıştan komşu taşınmazların tespit tutanakları ve dayanak kayıtları, davalı iseler dava dosyaları getirtilmeli; dayanılan kaydın dava dışı başka taşınmazlara revizyon gördüğü ve davalı olduğu saptandığı takdirde Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 45 ve devamı maddeleri hükmü uyarınca dava dosyalarının birleştirilip birleştirilemeyeceği yönü üzerinde durulmalı, vurgulanan bu olgunun dava ekonomisi ve kaydın kapsamının sağlıklı biçimde belirlenebilmesi için zorunlu olduğu özellikle dikkate alınmalı, teknik bilirkişilere uygulamayı gösteren, ayrıntılı ve keşfi izlemeye elverişli harita çizdirilmeli, bundan sonra tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna uygun bir karar verilmelidir.
Mahkemece böylesine bir araştırma ve inceleme yapılmaksızın yazılı şekilde hüküm kurulması isabetsizdir.
S O N U Ç : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı HUMK.nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 24.10.2007 gününde oyçokluğu ile karar verildi.


KARŞI OY
Davacı Hazine, kıyı kenar çizgisi içerisinde kaldığı iddiasıyla 141 ada 6 sayılı parselin davalı Hüseyin Şişman üzerindeki tapu kaydının iptalini istemiştir.
Mahkemece, dava konusu taşınmazın kıyı kenar çizgisinin deniz yönünde kaldığı gerekçesiyle davalı H.Ş. adına yapılan kadastro tespitinin iptali ile kıyı niteliğiyle tespit dışı bırakılmasına karar verilmiş, davalının temyizi üzerine Yüksek 7. Hukuk Dairesince; dava konusu …ada … parsel sayılı taşınmazın kadastro tespit gününden önce genel mahkemeye açılan ve görevsizlik kararı ile Kadastro Mahkemesine aktarılan dava ile davalı tarafın tutunduğu tapu kaydının yüzölçümünün artırılmasına ilişkin ve Hazinenin taraf olduğu dava sonucunda oluşan ve kesinleşen 29.12.1966 gün 1966/422-635 E.K. sayılı kesin hükmün dayanağı haritanın kapsamında kaldığı, mahkemece yapılan keşif, uygulama, toplanıp değerlendirilen delillerle belirlenmiştir. Kural olarak, kesin hüküm kamu düzenine ilişkin olup, istek olmasa bile yargılamanın her aşamasında mahkemece re’sen gözetilmesi zorunludur. Kesin hüküm taraflarını, akdi ve irsi haleflerini de bağlar. Kesin hükmün varlığı halinde başkaca delil aranmaksızın aynı taşınmaz ya da taşınmazlara ilişkin sonraki günlü uyuşmazlıkların önceki günlü kesin hükme göre çözümlenmesi zorunludur. Hal böyle olunca, dava ve temyize konu .. ada … parsel sayılı taşınmazın kıyı kenar şeridi kapsamında kalıp kalmadığı yolundaki uzman bilirkişi raporları arasındaki çelişkinin giderilmesine de gereksinim yoktur. Mahkemece kesin hükme değer verilerek davanın reddine, dava ve temyize konu taşınmazın tespit gibi davalı taraf adına tapuya tesciline karar verilmesi gerekirken delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek yazılı şekilde karar verilmesinin isabetsiz olduğu gerekçesiyle hüküm bozulmuştur.
Dava konusu taşınmazın bulunduğu yerin tamamı ½’şer paylı olarak Ş.. çocukları A..ve M.. K. adına kayıtlı iken 919 m2 olan miktarı, Ereğli Sulh Hukuk Mahkemesinin 29.12.1966 gün ve 1966/422-635 esas ve karar sayılı ilamı ile 37.480 m2’ye çıkarılmış, daha sonra Karayolları Genel Müdürlüğünce bir bölümü kamulaştırılmış, kalan kısım 6.7.1972 tarihinde yapılan değişiklikle .. ve .. numaralı parçalara ifraz edilerek 14.3.1996 tarih ve 1 nolu 155 m2 miktarındaki bölüm, kadastroca .. ada .. parsel sayısı ile davalı H. Ş. adına tespit edilmiş, ancak Hazine ile davalı olması nedeniyle malik hanesi açık bırakılmıştır.
Dosyadaki bilgi ve belgelere göre dava konusu taşınmaz, kadastrodan önce davacı adına tapuda kayıtlı bir yerdir. Tapu kayıt ve krokisi kapsamında kalması ve niteliğinin de elverişli olması halinde böyle bir yerin tapu maliki adına tescili mümkündür. Mahkemece yapılan uygulama sonucu dava konusu taşınmazın tapu ve dayanağı olan mesaha tashihine ilişkin kroki kapsamında bulunduğu, ancak kıyı çizgisi ile kıyı kenar çizgisi arasında, “kıyı şeridi” içerisinde kalan deniz kumluğu olduğu belirlenmiştir.
Yüksek Genel Kurul çoğunluğu; Hazinenin de taraf olduğu mesaha tashihi davası sonunda verilen hükmün, tarafları yönünden kesin hüküm teşkil etmese de “güçlü delil” niteliğinde olduğu, tapunun dayanağı olan krokinin uygulanması sonucu dava konusu yerin tapu ve kroki kapsamında kaldığının belirlenmesi halinde davacı adına özel mülkiyet şeklinde tapuya kaydının gerektiği görüşünü benimsemiştir.
Dava konusu .. ada ..parselin, tapu kaydı ve krokisi kapsamında kıyı kenar çizgisinin deniz tarafında kaldığı, deniz kumluğu olduğu mahkemece toplanan deliller ve yapılan uygulama ile belirlenmiş olup, bu nitelikteki bir yerin öncesinin Hazine veya özel kişiler adına tapulu olması, tescil ya da mesaha tashihi karar ve krokisinin bu yeri kapsaması, sonuca etkili değildir. Zira böyle bir yerin özel mülkiyet şeklinde tapuya kayıt edilmesi, başta 1982 Anayasası olmak üzere, TMK.nun 999 ve 3402 sayılı Kadastro Kanununun 16/C maddesine aykırıdır.
Anayasanın 43.maddesine göre; “kıyılar Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla, deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir”.
TMK.nun 999.maddesinde “özel mülkiyete tabi olmayan ve kamunun yararlanmasına ayrılan taşınmazlar, bunlara ilişkin tescili gerekli bir ayni hakkın kurulması söz konusu olmadıkça kütüğe kaydolunmaz. Tapuda kayıtlı bir taşınmaz, kayda tabi olmayan bir taşınmaza dönüşürse, tapu sicilinden çıkarılır”.
3402 sayılı Kadastro Kanununun 16/C maddesinde de, Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan kayalar, tepeler, dağlar (bunlardan çıkan kaynaklar) gibi tarıma elverişli olmayan sahipsiz yerler ile deniz, göl, nehir gibi genel sular tescil ve sınırlandırmaya tabi değildir. İstisnalar saklıdır.
Hükümleri yer almaktadır.
Açıklanan Anayasa ve Kanun hükümleri karşısında, deniz kumluğunun davacının tapusu kapsamında kalıp kalmadığının araştırılmasına gerek yoktur. Ancak, taşınmazın niteliği yönünden mahkemece yapılmış olan araştırma ve inceleme yetersiz kabul edilerek deniz kumluğu olup olmadığının kesin olarak belirlenmesi için araştırma yapılması düşünülebilirse de, bozma ilamı böyle bir gerekçe içermemekte sadece, tapuya kapsam tayinine yönelik bulunmaktadır.
Bu durumda bozma ilamı doğrultusunda yapılacak uygulama sonucu dava konusu taşınmazın tapu kapsamında kaldığının ortaya çıkması halinde, davalı adına özel mülkiyet şeklinde tescile karar verilecektir ki, o takdirde, denizin ayrılmaz parçası olan kumsaldan kamunun istifadesi mümkün olmayacaktır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, kıyı çizgisi ile kıyı kenar çizgisi arasında kalan “kıyı şeridi” olarak tanımlanan deniz kumluğunun özel mülkiyet şeklinde tapuda kayıtlı olarak bırakılamayacağını çeşitli kararlarıyla çok açık bir şekilde benimsemiş, ilgili özel daireler de aynı görüş doğrultusunda karar vermişlerdir. Örneğin; HGK.nun 4.11.1967 tarih 1967/395-505 sayılı kararında “deniz kenarında tarıma elverişli olmayan sahipsiz kumsal yerler, aynen kayalar, tepeler gibi özel mülkiyet konusu olamaz. Özel mülkiyet konusu olmayan yerler tapu siciline tescil edilemez…”. HGK.nun 27.2.1980 tarih 1978/1-335-354 sayılı kararında, “sahipsiz ve kamuya ait taşınmazlar üzerinde özel mülkiyet kuralları yürümez, alınıp satılamazlar, zamanaşımı ile kazanılamazlar, kumluk yerler denizin uzantısıdır. Bu bakımdan bu gibi yerler için oluşturulan tapu kayıtları hukuken değer taşımaz”. HGK.nun 30.11.1988 tarih 1988/8-657-966 sayılı kararında, “kamu malı niteliğinde olan deniz kumluklarının tapulamaca bir kimse adına tespit ve tapuya tescil edilmesi halinde açılacak iptal davası hak düşürücü süreye tabi değildir. Bu gibi yerler Tapulama Kanununun 2. maddesi ve MK.nun 912. maddesi hükmüne göre tapuya tescil edilemez. Böyle bir yerin tapuya tescili bir hüküm ifade etmeyeceği gibi lehine tescil yapılan kimse için de bir hak doğurmaz. Bu tür bir tescil açıklanan kanun hükümleri karşısında yok hükmündedir”. Denilmiştir. Yine HGK.nun 9.6.2004 tarih 2004/1-335-354 sayılı kararı ile Yüksek 7. Hukuk Dairesinin 9.10.1969 tarih 1969/5125-6645 sayılı kararı ve Yüksek 1. Hukuk Dairesinin 15.2.1973 tarih 1972/6513-6854 sayılı kararında da bu gibi yerler için alınan tapu kayıtlarının hukuken değer taşımadığı benimsenmiştir.
Anayasa, Türk Medeni kanunu ve 3402 sayılı Kadastro Kanununun açıklanan hükümleri ile bu doğrultudaki uygulamalar nazara alındığında; Kadastrodan önce mevcut olan davalıya ait tapu kaydının kapsamı içerisinde kalsa bile, deniz kumluğu niteliğindeki böyle bir yerin tapuya tescili mümkün olmadığından, bu yer için eski kayda dayanılarak veya idari yoldan ya da mahkemenin tescil kararıyla elde edilmiş olsun ortaya çıkan tapu kaydının hukuken bir değer taşımadığı ve yok hükmünde olduğu düşüncesiyle hükmün onanması görüşünde olduğumdan, saygıdeğer çoğunluğun bozma yönündeki görüşlerine katılamıyorum.