Yargıtay Kararı Hukuk Genel Kurulu 2007/450 E. 2007/449 K. 04.07.2007 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2007/450
KARAR NO : 2007/449
KARAR TARİHİ : 04.07.2007

MAHKEMESİ : Bakırköy 7. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 29/11/2006
NUMARASI : 2006/221-350
Taraflar arasındaki “satışın iptali-bedel” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Bakırköy 7.Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 25.11.2004 gün ve 662-385 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4..Hukuk Dairesinin 2.3.2006 gün ve 3017-2051 sayılı ilamı ile; (..1-Dava konusu araç davalılardan C. B. adına kayıtlı olmadığından ona husumet yöneltilemeyeceğine göre davacının adı geçene yönelik temyiz itirazları reddedilmelidir.
2-Diğer davalıya yönelik temyiz itirazlarına gelince; davacı, davalılardan F.Ö. A.’a ait aracın karıştığı trafik kazasında desteklerinin öldüğünü, adı geçen davalı hakkında tazminat davası açtığını, davalının sahibi olduğu ve kazaya karışan aracını, doğacak tazminattan kurtulmak amacıyla danışıklı (muvazaalı) olarak diğer davalı C.B.’e satıp devrettiğini bildirerek satışın iptali ile trafik kaydının düzeltilmesini istemişlerdir.
Davalılardan F. Ö.A. satış sırasında cezaevinde olduğunu, ailesinde satış vekaletnamesi bulunduğunu, aracın nasıl satıldığını bilmediğini, diğer davalı ise F.Ö.A.un babasından noterde düzenlenen senetle aracı satın aldığını, tamir ettirip 3-4 ay sonra başkasına sattığını ileri sürerek davanın reddedilmesi gerektiğini savunmuşlardır.
Yerel mahkemece, Borçlar Yasası’nın 18. maddesi gereğince muvazaa olabilmesi için davacının bir haktan yoksun bırakılması gerektiği, ceza ve tazminat davası henüz elde olduğundan doğmuş bir hak bulunmadığı, İcra ve İflas Yasası’nın 277 ve 283. maddeleri yönünden de mevcut bir alacağa karşılık mal bulunmayışı, alacaklıdan mal kaçırma gayesi ortaya konulmadığı, henüz aciz halinin de bulunmadığı gerekçesiyle istemin reddine karar verilmiştir.
Karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, Borçlar Yasasının 18. maddesinde düzenlenen biçim ile dava konusu işlemin danışıklı yapıldığı (muvazaa) iddiasına dayalı tasarrufun iptali istemi niteliğindedir. Kural olarak üçüncü kişiler, danışıklı işlem nedeniyle hakları zarara uğratıldığı takdirde bu hukuki işlemlerin geçersizliğini ileri sürebilirler. Çünkü; danışıklı bir hukuki işlem ile üçüncü kişilere zarar verilmesi, bir haksız eylemdir ve zarar gören üçüncü kişi, satıcı ile birlikte hangi durumda olursa olsun malı elinde bulundurana karşı eldeki gibi bir dava açabilir. Ancak, üçüncü kişilerin danışıklı işlem ile haklarının zarara uğratıldığının benimsenebilmesi için istekte bulunanın, danışıklı işlemde bulunanlardan alacağı bulunmalı ve danışıklı işlem o alacağın ödenmesini önlemek amacıyla yapılmış olmalıdır.
Diğer yandan zarara uğradıklarını ileri süren üçüncü kişilerin, danışıklı işlemde bulunduğu iddia edilen kişi hakkında tazminat davası açmış olmaları, bu davanın kabulü için tek başına yeterli olmadığından danışıklı işlemde bulunanın, üçüncü kişilere borçlu olması ve borcunu ödememek için danışıklı hukuki işlem yapmış olması gerekir.
Davacı, desteklerinin F.Ö. A.a ait aracın çarpması sonucu ölümü nedeniyle, davaya konu edilen aracın, hükmedilecek tazminattan kurtulmak amacıyla, danışıklı olarak diğer davalıya devredildiği iddiası ile eldeki bu davayı açmıştır. Davacının bu davadaki amacı, açtığı tazminat davası sonucu kazanacağı alacağını alabilmeye yönelik olarak, danışıklı olduğunu ileri sürdüğü hukuki işlemlerin kendisi yönünden geçersizliğini sağlamaktır. Davacının zararının desteğin ölüm gününde doğduğunun benimsenmesinde zorunluluk vardır. Ölüme yol açan aleyhine davacı tarafından tazminat davası açıldığı dosyadaki bilgilerden anlaşılmaktadır. Yargılama sonunda davaya konu edilen satışın danışıklı olduğunun kanıtlanması halinde davacı, satışa konu edilen maldan da alacağın tahsili için yararlanabileceklerdir.Ancak, davacının bu hakkı ayni değil şahsi sonuç doğuracağından, danışıklı işlemin kanıtlanması durumunda araç sahibi hakkındaki tescilin iptaline değil, İcra ve İflas Yasasının 283/1. maddesi kıyasen uygulanarak, iptal ve tescile gerek olmaksızın aracın haciz ve satışına karar verilecektir. Bu davada güdülen amaç da bu olduğundan, davacının karşılanması gereken bir alacağı bulunup bulunmadığının belirlenmesi gerekir. Bunun için de davacının açtığı tazminat davasının sonucu beklenilmeli ve ona göre karar verilmelidir.
Olaydan kısa bir süre sonra yapılan satışın borçtan kurtulmak amacıyla yapıldığı anlaşıldığına göre davacının açtığı tazminat davasının sonucu beklenilmeli, o dava sonunda davacının tahsili gereken bir alacağı bulunduğu takdirde İcra ve İflas Yasasının 283/1. maddesi uygulanmak suretiyle, araca ait tescil kaydının iptaline gerek olmadan davacının alacağını alabilmesini sağlamak için dava konusu aracın haciz ve satışını isteyebilmesi yönünde hüküm kurulmalıdır. Kararın infazı aracı elinde bulunduranın da davada davalı olarak gösterilmesi halinde mümkündür.
Yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgular gözetilmeden, yerinde görülmeyen yazılı gerekçeyle, istemin reddedilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir…..) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN : Davacı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, muvazaa iddiasına dayalı tasarrufun iptali istemine ilişkin olup, yapılan ıslahla bedel istemine dönüştürülmüştür.
Davacı, davalı F. Ö.’ün kullandığı aracın 4.2.2003 tarihinde anne ve babasına çarpması sonucu anne ve babasının vefat ettiğini, açtıkları tazminat davasını sonuçsuz bırakmak amacı ile kazaya karışan aracın 10.2.2003 tarihinde diğer davalı C.B.’e satılarak devredildiğini, bu satışın muvazaalı olarak gerçekleştirildiğini ileri sürerek, bu nedenle yapılan araç satışının iptalini talep etmiştir.
Davacı 17.3.2004 tarihli ıslah dilekçesi ile dava konusu aracın 3.kişi konumunda bulunan Ş.K.a 29.7.2003 tarihinde satılarak devredildiğini öğrendiklerini belirterek davasını bedele dönüştürmüştür.
Davalılar davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece; iptali istenen tasarrufun yapıldığı anda henüz doğmuş ve oluşmuş bir alacağın varlığı söz konusu olmadığı, aciz halinin de bulunmadığı belirtilerek davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Dairece yukarıda açıklanan nedenlerle davalılardan C.B.adına kayıt olmadığından ona husumet yönlendirilemeyeceğinden, davacının adı geçene yönelik temyiz itirazlarının reddine karar verilmiş ve hüküm diğer davalı yönünden yukarıda açıklanan nedenlerle bozulmuştur.
Davacı, destekleri olan anne ve babasının davalılardan F.Ö.ün kullandığı aracın çarpması sonucu 4.2.2003 tarihinde ölmesi nedeniyle, açtığı tazminat davasında hükmedilecek tazminatı ödemekten kurtulmak amacıyla dava konusu aracın diğer davalı C.’e muvazaalı olarak devredildiği iddiası ile eldeki davayı açmıştır.Davacının bu davayı açmaktaki gayesi, açtığı tazminat davası sonucu kazanacağı tazminat alacağını garanti altına alabilmeye yönelik olarak, muvazaalı olarak yapıldığını ileri sürdüğü araç satış işleminin kendisi yönünden geçersizliğini sağlamaktır.Hal böyle olunca davacının zararının dolayısıyla da alacak hakkının desteklerinin ölüm gününde doğduğu kabul edilmelidir. Davacının muvazaa iddiasına dayalı olarak açtığı bu davada icra takibine geçilmesine ve aciz belgesi alınmasına gerek bulunmamaktadır. Çünkü İcra İflas Kanununun 277 ve izleyen maddelerinde iptal davasına konu olan tasarruflar özünde geçerli olmalarına rağmen kanunun icra hukuku yönünden iptaline imkan verdiği tasarruflardır.O durumda ayrıca muvazaayı ileri sürmeye ve ispata gerek yoktur. BU davada ise davacı muvazaalı işlemle kendisinin zararlandırıldığını ileri sürmektedir.İİK.nun 277 vd.maddelerinde düzenlenen iptal davası açma hakkı davacının genel hükümlere göre muvazaaya dayanarak dava açmasına engel teşkil etmez.
Tasarrufun iptali davaları özel şekle tabidir.Davacı olası zararın önlenmesi için Borçlar Kanununun 18.maddesine dayalı olarak muvazaa nedeniyle iptal davası açabilir.
Dava konusu araç davalı C.tarafından 29.7.2003 tarihinde dava dışı Ş.K.’a satılmıştır. Davacı vekili de bu nedenle davasını 17.3.2004 tarihinde yaptığı ıslah ile bedel davasına dönüştürmüştür. Ne var ki, bedele hükmedilebilmesi için aracı elden çıkaran C.e de davanın yönlendirilmesi gerekir. Her ne kadar davacı davasını kazayı yapan F. Ö. ile birlikte aracı ilk satın alan C.’e yönlendirmiş ise de, yerel mahkemece her iki davalı yönünden davanın reddine karar verilmiştir. Kararın temyizi üzerine Özel Dairece davalı C. yönünden davacı vekilinin temyiz istemi reddedilmekle onun yönünden davanın reddi yönündeki hüküm kesinleşmiştir. Bu durumda davalı C.hakkındaki bedel davasının infaz kabiliyeti kalmamış, dava son araç malikine de yöneltilmemiştir.
Bu itibarla sonucu itibariyle doğru olan davanın reddi yönündeki yerel mahkeme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle onanması gerekmektedir.
SONUÇ:Davacı vasisinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, gerekli temyiz ilam harcı peşin alınmış olduğundan başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, 4.7.2007 gününde sebebinde oyçokluğu, sonucunda oybirliği ile karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Dava, açılmış veya açılacak alacak veya tazminat davasını sonuçsuz (karşılıksız) bırakmak amacı ile kötü niyetli (borçlu) davalı ile 3. kişi arasındaki muvazaalı mal kaçırmaya ilişkin hukuki işlemlerin (tasarrufların) iptali davasıdır.
Söz konusu muvazaalı mal kaçırmaya ilişkin işlemlerin (tasarrufların) iptali davalarında yasa koyucu alacaklıların alacaklarını tahsil edebilmesi için kötü niyetli borçlular ile 3. kişiler arasındaki işlemlerin (tasarrufların)iptali için (kesinleşmiş bir alacağın olması, borçlunun borcunu ödemekten acze düşmesi nedeniyle aciz vesikasının verilmesi, vs.) gibi koşulların bulunması kaydı ile İİK nun 277 ve devamı maddelerinde düzenleme yapmış olmasına rağmen, Yargıtay 4. Hukuk Dairemizin sayın çoğunluğu alacak veya tazminat isteği ile açılmış bir davanın varlığını yeterli görerek, İİK’ nun 277 ve devamı maddelerinde ön görülen koşulların varlığının araştırılmasına gerek görmeyerek açılan davada borçlu (davalı) olduğu iddia edilen kişinin alacak veya tazminatın doğumu tarihine yakın tarihte 3. kişilerle yaptığı hukuki işlemlerin (tasarrufların) B.K nun muvazaayı düzenleyen 18. maddesi gereğince iptal edilmesi görüş ve düşüncesindedir.
Açılan her davanın yasal dayanağının bulunması ve davanın açıldığı anda davacının dava açmakta hukuki yararının bulunması dava şartlarındandır. Usul ekonomisi de nazara alınarak dava şartlarının bulunup bulunulmadığının mahkemece davanın başında re’sen araştırılıp değerlendirilmesi gerekir.
Bu anlamda dairemizin sayın çoğunlunun görüş ve düşüncesine göre açılan, İİK’ nun 277 ve devamı maddelerindeki koşulları taşımamasına rağmen sadece B.K nun muvazaayı düzenleyen 18. maddesine göre kabul edilen, borçlu olduğu iddia edilen kişi ile 3. kişi arasındaki mal kaçırmaya ilişkin hukuki işlemlerin (tasarrufların) iptali davalarında davaların yasal dayanağı, davacının dava açmakta hukuki yararı ve verilen kararın uygulanma (infaz) kabiliyeti yoktur.
Şöyleki,
1- İİK nun 277 ve devamı maddelerindeki koşulları taşımayan hukuki işlemlerin (tasarrufların)iptali davalarında dairemizin sayın çoğunluğunun yasal dayanak olarak kabul ettiği B.K nun 18. maddesi, tüm muvazaalı işlemlerde uygulanan genel ve işlemlerin yorumlanması ile ilgili bir madde olup, tek başına bu davaların yasal dayanağını oluşturmaz.
Yargıtay 4. Hukuk dairemizin sayın çoğunluğu dahi, B.K nun 18. maddesine dayanılarak hukuki işlemlerin (tasarrufların) iptaline ilişkin kararlarda İİK nun 283. maddesine uygun hüküm kurulmasını aramaktadır. Bu uygulama dahi, B.K nun 18.maddesinin açılan hukuki işlemlerin (tasarrufların) iptali davalarının tek başına yeterli ve yasal dayanağı olmadığını göstermektedir. Ayrıca, hukuki işlemlerin (tasarrufların)iptali ile ilgili taleplerde İİK nun 277-282. maddelerinde düzenlenen ön koşullar açılan davalarda aranmazken İİK nun 283. maddesine uygun hüküm kurulmasını aramak kanaatimizce çelişkidir.
Yine, dairemizin sayın çoğunluğunun kabul ettiği görüş ve uygulama doğru kabul edildiği takdirde İİK nun 277 ve devamı maddelerinin uygulanma alanı kalmaz. Zira, herkes alacak ve tazminat talepleri, ile ilgili açtığı davalarda alacak veya tazminatın kesinleşmesini, borçlu (davalının)acze düşmesi nedeniyle aciz vesikası alınması gibi alacağın takibini zorlaştıran koşulları gerçekleştirmeden bu yolla amacına ulaşabilir. Bunun sonucu olarakta İİK nun 277 ve devamı maddelerinde ki düzenlemenin, yasa koyucu tarafından uygulanmamak üzere düzenlendiğini kabul etmemiz gerekir ki bu durum, yargının görevinin yasaları uygulamak olduğuna ilişkin prensibe uygun düşmez.
2- Diğer yandan (alacak veya tazminatın kesinleşmediği, aciz belgesinin alınmadığı, diğer bir deyişle İİK nun 277 ve devamı maddelerindeki koşulların oluşmadığı haller nazara alındığında davacının dava açmakta hukuki yararı da bulunmamaktadır. Halbuki hukuki yarar davanın açıldığı anda var olmalıdır. İleri de hukuki yararın var olabilme ihtimali dava açmak için yeterli değildir.
Zira, hukuki işlemin iptali davasının asıl dayanağı olacak olan “alacak veya tazminat” davasının davacı lehine sonuçlanıp sonuçlanmayacağı sonuçlansa dahi borçlu (davalı) nun hukuki işleminin (tasarrufunun) konusu olan mal veya hak haricinde başka mal ve hakkının olup olmadığı, bunların davacı (alacaklı) nın alacağını karşılayıp karşılamayacağı belli değildir. Bu belirsizlik hukuki işlemin (tasarrufun) iptali davasının açılması anında davacı lehine davada hukuki yararın henüz mevcut olmadığını gösterir.
3-Mahkeme kararlarının yerine getirilmesi (infazı) bilindiği gibi ancak icra takibi yolu ile olur.İİK’nun 277 ve devamı maddelerindeki koşullar aranmadan tasarrufların iptaline ilişkin verilecek kararlar ortada bir icra takibi olmadan nasıl,ne şekilde ve kimin tarafından uygulanacaktır?İcra hukuku yönünden bu sorulara cevap vermek mümkün değildir.Anılan kararların uygulanabilmesi için öncelikle bir alacağın olması,bu alacakla ilgili icra takibinin yapılması,takibin kesinleşmesi,borçlunun borcunu karşılayacak parası veya haciz konlacak malının olmaması diğer bir deyişle aciz vesikasının alınmış olması gerekir.Aksi halde,aciz vesikası alınana kadar verilen kararın uygulanması (infazı) icra hukuku ve icra müdürü yönünden mümkün değildir.Kısaca,alt yapısı olmayan böyle bir tasarrufun iptaline ilişkin kararın uygulanması,yerine getirilmesi mümkün değildir.Uygulanması mümkün olmayacak bir davanın açılmasının ve verilecek kararın bir anlamı ve faydası da yoktur.
İİK nun 277 ve devamı maddelerindeki koşulların gerçekleşmesine kadar, kötü niyetli borçlu ile 3. kişi ve diğer 3. kişiler arasında iptale konu mal veya hakkın el değiştirmesi ve son hak sahibinin iyi niyetli kabul edilmesi halinde alacaklının alacağını elde edememe gibi bir tehlike ile karşı karşıya kalabileceği iddiası ve bu yönde açılan davalarda davacının hukuki yararı vardır şeklindeki gerekçede kanaatimizce doğru değildir. Zira, bu iddia ve gerekçeler yasal dayanağı olmayan davayı kabul edilebilir hale getirmediği gibi, açılacak alacak ve tazminat davaları ile birlikte İİK nun 264/1 maddesine göre istenecek ve mahkemece kabul edilecek ihtiyati haciz kararı ile yukarda ileri sürülen muhtemel tehlikede ortadan kaldırılabilir.
Her şeye rağmen İİK nun 277 ve devamı maddelerindeki koşullar aranmadan açılan hukuki işlemlerin (tasarrufların) iptali ile ilgili davaların kabul edilmesinin bir sakıncası da; Alacak veya tazminat alacaklısı olduğu iddiasında olan davacının açmış olduğu asıl alacak veya tazminat davasını kaybetmesi, borçlu olduğu iddia edilen davalının aciz içinde olmaması, iptale konu mal ve hak haricinde alacağı karşılayacak alacak miktarından çok daha fazla mal veya hakkının bulunması halinde,iptale konu mal veya haklarla ilgili borçlu sayılan davalı ile 3. kişinin tasarruf haklarının kısıtlanması sonucu zarara uğrayacak olmalarıdır. Bu zararı kim karşılayacaktır?
Sonuç olarak, İİK nun 277 ve devamı maddelerindeki koşullar oluşmadan açılacak alacak veya tazminat davalarına dayanılarak borçlu (davalı) olduğu iddia edilen kişilerin alacak veya tazminat hakkının doğum tarihine yakın tarihlerde 3. kişilerle yaptıkları hukuki işlemlerin (tasarrufların) iptaline ilişkin açılan davaların yasal dayanağı yoktur. B.K nun 18. maddesi yeterli ve bu davaların yasal dayanağı değildir. Ayrıca, davacının iptal davasını açtığı anda dava açmakta hukuki yararı oluşmamıştır.Alt yapısı olmadan bu yönde verilecek kararın icra takibi yönünden uygulanması ve yerine getirilmesi de mümkün değildir. Bu şekilde açılmış bir davanın kabulü, borçlu ile 3. kişinin zararına yol açabileceğinden bu tür davaların reddine karar verilmesi düşüncesinde olduğumdan sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyorum. 04/07/2007